Bir Yol Meselesi

Latife Yücedağ

26 Ağustos 1491

20 gündür yoldayız. Yola kendi rızamızla düşmedik. Sürüldük. Dağ taş, dere tepe demeden yürüyoruz. Ayaklarımızın altı nasır tuttu. Başlarda parçalanıp kanıyordu ama sarıp dinlendiremezdik. Yolda olmamız gerekiyordu. Yaraya basıp yürümeye devam ettikçe sertleşmeye başladı. Sertleştikçe de acısı azaldı. Nasırmış adı annem söyledi. Hissetmeyince sorun da olmadığından susup yola devam ettim. Ağlayınca oturup dinlenemeyeceğimizi acı tecrübelerle öğrenmiştim. Ama yüklerimiz için aynı şeyi söyleyemem. Sırtımızdaki yükleri söylemiyorum, onlara alıştık artık. Bir zaman sonra hissizleşiyor insan. Fakat gönlümüzdeki yük tonlarca. Göçmek bize zul geliyor artık. Yıllardır bu haldeyiz. Babamın ölümüyle başladı göçebe hayatımız. Babam öldüğünde çadırımızı toplayıp gitmemizi istediler. Nereye giderdik, üstelik iki yaşında bir bebek de vardı annemin kucağında. O zamanlar daha süt emiyordu. Ama önemli değildi. Çünkü farklı düşünmenin suç olduğu bir coğrafyada yaşıyorduk. İnançların dahi sorgulandığı acımasız bir halka doğdum ben de. Kardeşim Eliana gibi. Babam gittiğinden beri koca yurdun bir köşesine sığamadık. Sığdıramadılar. Zaten yaşamıyorduk ama tecrit kararı babamın göçtüğü dönemlere denk gelince tam anlamıyla evsiz barksız bırakılıp kovulduk. Artık bu coğrafyada Yahudilere yer yoktu. O gün bugündür evimiz sırtımızda yollardayız. Arada yerleştiğimiz de oldu. Yerleşmek denirse. Daha çadırımızı kuramadan “dul bir kadına burada yer yok” deyip annemi yaka paça attılar. O zamanlar pek anlamazdım. “Dul” olmak bir ahlaksızlık gibi anlatılıyordu. Hâlbuki biz babamı bu yurt için vuruşurken kaybetmiştik.

***

Babam şanlı bir komutandı. Herkes saygı duyardı ona. Ne zaman ki o lanet savaş oldu. O gün biz de babamla gömüldük bu topraklara. Bir tek farkla; babamı bağrına basan toprak bizi kustu. Biz girmeye çalıştıkça hallaç pamuğu gibi çevirdi bizi. Sonra da çöpmüşüz gibi fırlatıp attı. Yolda bol bol konuşma fırsatı bulduğumdan bizi neden istemediklerini sordum anneme. Meğer babam annemle evleneceği zaman başlamış bu zulüm. Asıl düşmanlıkları anneme imiş. Onların dinlerine iman etmediği için hiçbir zaman kabullenmemişler annemi. Kendileri gibi olmayanlara zerre tahammülü olmayan merhametsiz bir toplum düşünün. İnsanlıktan hoşgörüden bihaber. Her şeye rağmen babamla annem savaşıp herkese karşı durup evlenmişler. Babam da yaşadığı zaman zarfında hep koruyup kollamış annemi. Düşmanla savaştığı kadar ailesiyle de savaşmış. Annem de cefa çekmeyi sevdası için kabullenip susmuş. Babamın olmadığı zamanlarda babamın ablasının evlendiği adam sahip çıkmış bize. Annem enişte derdi hep ona, ben o kelimeyi hiç sevmedim. O yüzden hep adıyla seslendim. Annemi bir tek o dışlamamış Musevi olduğu için. Hep bir baba şefkatiyle yaklaşmış. Ben de babamı özlediğim zamanlarda çok defa kucağında uyuduğumu hatırlıyorum. Babamın yerini tutmuyordu ama kolları baba şefkatiyle donatılmıştı. Annem kardeşime bakarken ben de çok kez enişte(!) ile vakit geçirirdim. Yaşı da epey vardı. Yine de karşımda bir büyük var gibi hissetmezdim onunla vakit geçirirken. Bana Hıristiyanlığı anlatırdı arada. Ama hiç zorlamazdı. Annemin öğrettikleriyle büyümemi daha doğru bulurdu hep. Babam çoğunlukla yanımızda olmadığı için ben Museviliğin gerektirdikleriyle büyüdüm. Arada “Hıristiyan olsam yine bu halde olur muyduk?” diye düşünmeden edemiyorum. Yol insana neler düşündürtüyor böyle.

Hava kararmaya başladı. En korktuğum vakitlere giriyoruz. Gökteki kızıllık düşman ordusu gibi görünüyor gözüme. Hele de ağaçların arasındaysak çok daha korkunç oluyor. Birkaç gece öncesine kadar kupkuru kara parçaları üzerinden yürüyorduk. Çevrede dikili ağaç yoktu. Haliyle ay ve yıldızların ışığı bulutları görmeme imkan sağlıyordu. Korkum bir nebze de olsa azalıyordu o günlerde. Geçen gece bir yerde konaklamamız gerekti. Bir parça halı attık yere iki çocuk bir kadın sıkıştık üstüne. Annem uyuyunca ben Eliana’yla vakit geçirdim. Birlikte görebildiğimiz kara bulutları izledik. Onları hayalimizde bildiğimiz ve bilmediğimiz şeylere dönüştürdük. Bulutlarla gövdesi, yıldızlarla tek gözü tamamlanmış bir ceylan vardı. O kadar baktık ama diğer gözünü tamamlayacak bir yıldız bulamadık. Ceylanın var olan tek gözü de kaybolurken biz de gözlerimizi kapattık.

Bugün bir ormanlık alandayız. Gece bize yoldaşlık edecek ceylanlar, atlar göremeyeceğiz. Ağaçların yeşil dalları kapatacak üstümüzü. Kara bir ordu gibi çökecek üzerimize. Ama bu son orman biliyorum. Yeşillik arttıkça denize daha da yaklaştığımızı söyledi annem. Buradan sonra bir boğaz varmış. Orada bizi bir kadırga bekleyecekmiş. Elimi boğazıma götürdüm. Ne yani denizin içinde etten bir parça mı var? Anneme sormak istedim ama yüzündeki yorgunluk, omuzlarındaki yük, ayaklarındaki yaralar… Vazgeçtim. Yürümeye devam ettik.

***

Biraz daha gittikten sonra sırtımızdaki yükleri yere atıp üstüne oturduk. Bu anları Eliana ve ben iple çekiyoruz. Bohçamızdan çıkan tatlıları yemeyi çok seviyoruz. Ama annem hep bizden az yiyor. Sanırım bizim kadar acıkmıyor. Yemeğimizi yiyip topluyoruz ortadaki bezi. Yeniden yollara düşüyoruz. Dik bir yokuşun ardından karşımızda uçsuz bucaksız bir mavilik görüyoruz. Nereye geldiğimizi sormayacak kadar eminim deniz olduğundan. Annem yorgun gözlerini maviliğe dikmiş kendi kendine mırıldanıyor.

“Boğaza geldik.”

Kafam karışıyor. Elimi boğazıma götürüyorum; et parçası. Gördüğüm mavilik; deniz. Denizin içinde bir gemi. Tam ortadan bir yeşil bir de kırmızı bezler sallanıyor. Sancak olsa gerek, diye düşünüyorum. İkisinin de üstünde aynı şeyi görüyorum. Ayın yola çıkmadan önceki ilk hali. Bir farkla; kırmızı olanda bir de yıldız var. Eliana’yla dönüp birbirimize bakıyoruz.

“Ceylan gözü.”

İkimizin de gözleri parlıyor.

Öykü atölyesinin dışından gelip okuyan biri olarak bu öykünüzü çok beğendiğimi söylemek isterim.

Okurken sürüklendim özellikle öykünün sonu tüylerimin diken diken olmasına yetti!

Kaleminize sağlık!

Beğenmenize çok sevindim. Yorumunuz için teşekkür ederim 😌🌿

Öykü atölyesinin dışından bir mandal olarak sesleniyorum ahali !

Öykünün ilk meselelerinden birinin ailenin babasının kaybı olması durumu okur okumaz bana Hasan Ali Toptaş’ın “babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır” sözünü hatırlattı. Bu alına yazılmış, yalnızlığını yükünü sırtlanmış yol giden iki kardeş ve annenin hisleri, tek tipleşmeden kurtulup bir Yahudi ailesinin dramını gözler önüne sermiş olmakla çok ince bir ayrıntıya dokunmuş oluyor.

“Boğaza geldik.”Kafam karışıyor. Elimi boğazıma götürüyorum; et parçası. Gördüğüm mavilik; deniz. Denizin içinde bir gemi. Cümlesini bir kitapta okuyor olsaydım mutlaka altını çizerdim. Bir organ ismi ile sonsuz bir denize verilen adın bir tutuluşu nedendir diye sorguladım. İnsan bedeni de bir sonsuzluğu temsil ediyorsa eğer mesele bir mantığa oturtulabilir mi acaba diye düşündüm.

Öykünün içinde kayboldum.

Hoş geldiniz, yorumunuz için teşekkür ederim. Beğenmenize çok sevindim 😌🌿

başlangıç kısmını sevdim :)

Teşekkürler

Bu cümleye "her yerden" gibi tamamlama gerekiyor sanırım, biraz belirsiz kalmış.

Bu olay bir kez yaşandığı için böyle bir tamlama eklemek istemedim, fikir için teşekkür ederim 😌

bu cümle çok bugünden olmuş sanki. o dönemdeki insanların isyan cümleleri daha farklı olabilir.

Haklısınız galiba:(

Güzel bir cümle

Teşekkürler 🌿

bu cümle çok hoşuma gitti.

Teşekkürler 🌿

Bu kelime biraz öyküden çıkıp direk okuyucuya hitap etmiş, akışı zedeleyebilir diye düşündüm.

Haklısınız, farklı şekilde ifade edilebilirdi

burada hikayeden çıkıp okura sesleniyor gibi. öyküde sırıtıyor gibi. anlatım ağırlıklı bir öykü. kaleminize sağlık

Kendi kendine söylenme olarak düşünsem de söylediğiniz hale bürünmüş. Teşekkürler 🌿

Bu geçişi sevdim. :)

Teşekkürler 😌

tebrik ediyorum, çok güzel bir dil ve anlatım. Yalnız ufak bir eleştirim var anlatıcı bir çocuk bunu zaman zaman çok da başarılı bir şekilde anlatıyorsunuz fakat bunların dışında bir yetişkin konuşuyor, anlatıcı biraz daha bir çocuğun cümleleriyle konuşursa daha başarılı olacak. onun dışında yahudilikte din anneden geçer diye biliyorum. kaleminize sağlık.

not: sanırım kendimi biraz antisemitik bulmasaydım daha çok beğenirdim. (:

Haklısınız. Dengesizlikler mevcut öyküde. Dinin anneden geçtiğini de bilmiyordum bu arada teşekkür ederim 😌 fazlasıyla anti-semitik biri olmama karşın hümanist bir yaklaşımla yazmaya çalıştım. Rahatsız etmesi başarıya ulaşmış olması demek benim için, kıymetli yorumunuz için teşekkür ederim 😌🌿

Rica ederim. (:

Osmanlı Kadırgası ☺️

Evet 😌

ellerine sağlık güzel olmuş :)

Teşekkürler 🌿

Merhabalar, öncelikle ellerinize sağlık diyeyim. Tarihi gerçekliği güzel öykülemişsiniz. Yolun nereye çıkacağını merak ederek okudum. Güzel betinlemeleriniz vardı ama daha da genişletilmeye müsait bir öykü olduğu söylemeliyim. Dikkatimi çeken bir iki yeri ayrıca belirttim zaten, takdiri size kalmış. Tekrar ellerinize sağlık, nicelerine... :)

Cümle cümle incelemeniz beni çok mutlu etti . Yorumlarınızı dikkate alacağım. Dar vakitte yazıp genişletmeye imkan bulamadığım kaçıncı öykü kim bilir :) teşekkür ederim 😌🌿