Ceylan

Elif Sena Ergin

Eniştemin hastanede olduğunu duyunca hepimiz çok korkmuş, hemen hastaneye teyzemin yanına gitmiştik. Eniştem apar topar ameliyata alınmıştı. Ayağı kesilecekti. O ameliyattayken teyzem ağlaya ağlaya anlatmıştı bize olanları.

Bunlar yine hafta sonu olduğu için Avdan Köy'ündeki kulübelerine gitmişler. O kulübeyi bir görseniz. Şirin mi şirin. Odası filan yok, uyumak için merdivenle asma kata çıkılıyor. Bir köşesinde tezgahı ocağı var, ortada bir kuzinesi. Geniş de pencereleri var. Manzarayı doyasıya izleyebilmek için. Kulübe biraz tepede, ilerisi hep orman. Yaz kış mükemmel bir manzarası var. Buraya teyzemleri ziyaret etme bahanesiyle sık sık gideriz. Kışın kuzinede kestane, yazın kulübenin önünde mangal... Hamakta tembel tembel pineklemek... Orada nefes almak bile başka yerlerde nefes almaktan güzel.

Eniştemle teyzem zaten aynı kafadalar, yaklaşık beş senedir her haftasonu şehirdeki evlerinden buraya kaçarlar. Teyzem bahçenin köşesinde yetiştirdiği sebze meyveleriyle ilgilenir, eniştem de ava çıkar. Eniştemin avcılık hevesi aramızda dalga konusudur ama ona çaktırmayız. Şu ana kadar birkaç tavşan, bir iki yaban domuzu ve sakat bir tilkiden fazlasını vuramadı, yine de yıllardır avcılıktan umudunu kesmedi. Bir gün tadacağı geyiğin hayaliyle av malzemelerini doldurdu kulübenin yanındaki ardiyeye. Halbuki hayatında geyik gördüğünden bile şüpheliyim.

Ne olduysa işte bu av hevesi yüzünden olmuş. Giyinip kuşanmış kamuflaj yeleğini, tüfeğini filan. Bugün demiş, bugün kesinlikle geyik yiyeceğiz hanım demiş, bıçaklarımı hazır et, güzelce bileyle, ateş için çalı çırpı topla, boynuzlarını da asmaya yer beğen duvarda demiş. Teyzem alışmış zaten artık eniştemin bu hallerine. He tamam tamam demiş kendi işine dönmüş.

Bir iki saat sonra filan uzaktan eniştemin bağırma seslerini duymuş teyzem. Aklı çıkmış tabii. Koştur koştur sesin geldiği tarafa doğru gitmiş. Eniştem yüzüstü yerde uzanıyormuş, zar zor ileri doğru sürüklüyormuş kendini. Teyzem önce eniştemin yanlışlıkla kendini vurduğunu sanmış ama sonra ayağındaki metal kapanı fark etmiş. Köylünün birinin artık ayılar için mi domuzlar için mi hangisi içinse kurduğu tuzağa ayağını kaptırmış eniştem. Hemen ambulansı aramış, hastaneye gelmişler. Doktorlar ayağın kurtarılma şansının olmadığını söylemişler. Eniştem mahvolmuş tabii. Hep o kahrolası ceylan yüzünden oldu diye sayıklıyormuş sedyede. Kırk yılın başında geyik değilse de bir ceylan görmüş ve peşine takılmış. Onu takip ederken her zaman gittiği patikadan sapmış. Bir süre sessiz sessiz yürümüş ceylanın arkasından. Ceylan takip edilmediğine ikna olup nazlı nazlı otlanmaya başlamış tam. Eniştem tüfeğine fişeği sürmüş ve bir adım daha atmış. Olanlar olmuş. Kapan acımamış hiç enişteme. Hart diye kapanmış ayağının üzerine. Tabi kapan kapanırken çat diye ses çıkarmış, eniştem can havliyle ah diye bağırmış, ceylan da tüm bu seslerden ürküp kaçıvermiş. Enişteme sorarsanız önce onu tuzağa sürükleyip sonra kıs kıs gülerek ortadan kaybolmuş. Eniştem ayağını zoraki sürüye sürüye kulübeye doğru yürümeye çalışıyormuş, bir yandan da kan kaybediyormuş. Bir yerden sonra artık yürüyemez olmuş, yere yığılmış. Neyse ki teyzem duymuş bağırmalarını da yanına koşmuş çok geç olmadan.

Eniştemin ölümden dönmesine sevinmiştik, ayağının kesilecek olması elbette çok üzücüydü ama devede kulak gibi gelmişti bize bir nevi. Teyzem bu olaydaki başka bir olumlu yanı fısıldayarak açıklamıştı: "hem belki avlanma sevdasından vazgeçer."

Eniştemin ayağı kesildikten sonra ona bir protez ayak takıldı. Ameliyattan sonraki günlerde gördüğü rüyaları anlatırdı bize. Hep o ceylanı görür olmuş, peşinden koşup koşup yine tuzaklara yakalanıyormuş. Ceylan onunla dalga geçiyormuş. Toynağını eniştemin kapana yakalanan ayağının üstüne basıp kahkahalar atıyormuş.

Teyzemin umduğu gibi avcılık sevdasından vazgeçmedi eniştem. Proteze biraz alışınca tekrar başladı ava çıkmaya. Bu sefer yanına beni de almaya başladı. Sanırım ölümle burun buruna gelmek ona biraz daha ihtiyatlı olması gerektiğini öğretmişti. O da yanına birini almanın yeterli bir önlem olduğunu düşünmüş olmalı. Onunla ava çıkmam ve eşyalarını taşımam şartıyla bana bir miktar harçlık da veriyordu. Bana hava hoştu. Orman yürüyüşlerini seviyordum. Üstüne harçlığımı çıkartıyordum.

Eniştem o ceylana kafayı takmıştı. Ayağımın intikamını alacağım diyordu da başka bir şey demiyordu. Önümüzden ne tavşanlar ne domuzlar geçiyordu, hatta bir kere bir geyik bile görmüştük. Eniştem hiçbirine nişan almaya dahi tenezzül etmiyordu. Beline astığı fişekliği gösterip "Federal bunlar, fişeğin en iyisi, bizim ceyloş için saklıyorum." Ceylanın adı ceyloş olmuştu, diğer ceylanlarla karıştırmayalım diyeymiş. Miş miş miş. Hoş, tüm ceylanlar birbirine benzemez mi? Ceyloş'u görsek de tanıyacak mıyız?

Eniştem köylülerle de ahbap olmuştu bu vesileyle. Onlardan ceylan hakkında malumat alıyordu her avdan önce. Artık herkes eniştemin ceylanla olan husumetini biliyordu. "Mıstıkgil'in küçük görmüş geçende. Pınarın ilerisindeki yaşlı çınarın arkasındaki açıklıkta şöyle bir görünmüş seninki." diyorlardı mesela. Biz o gün çınarın etrafında kolaçan etmedik yer bırakmıyorduk. Köylüler samimiler miydi, alttan alta eniştemle dalga mı geçiyorlardı bilmiyorum ama onların tarif ettiği yerlerde ceylanın izine rastlamıyorduk.

Birkaç ay böyle ceylanın peşinde geçti. Yavaş yavaş tadı kaçtı kovalamacamızın. Havalar soğumaya başladı. Artık ormanda yürümek havanın soğukluğu nedeniyle eziyet haline gelmişti. Uzun saatler boyunca bir yere pusup beklemeye de daha fazla tahammül edemiyordum. Şuradan bir ceylan boynunu uzatsa da bitse bu iş diye düşünmeye başlamıştım.

Nihayet istediğim oldu. Uzakta bir ceylan olduğunu fark ettik ve hemen çömüp pusuya yattık. Eniştem heyecandan hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Ben de heyecanlandım. Kalbim gümbür gümbür atıyordu. Eniştem nişan aldı, nefeslerimizi tuttuk.

Eniştem ceylanı vurdu. Ceylandan umudumuzu o kadar kesmiştik ki bu anın gerçekliğini sorguluyorduk ikimiz de. Birbirimize baktık bir süre. Sonra eniştem bir sevinç çığlığı kopardı. Hayvanın cesedinin yanına koştu. Ben de arkasından koştum.

Ceylanı görünce eniştemin yüzü düştü. "Bu Ceyloş değil" dedi hayal kırıklığıyla. Kaşlarımı çattım. Nasıl yani? Ceyloş'un sağ gözünün yanında bir benek varmış. Mış mış mış.

Olsun işte bu da onun ailesinden biridir, aldın intikamını filan demeye çalıştım ama beni dinlemedi. "Bugünlük ara verelim yarın devam ederiz" dedi biraz önce öldürdüğü ceylanı yüklenmeye çalışırken.

Benden bu kadardı. Enişteme derslerimi bahane ederek daha gelemeyeceğimi söyledim kulübeye döndüğümüzde. Pek üzülmüş gibi değildi. Bugünkü av ona cesaret vermiş olsa gerek ava tekrar yalnız da çıkmak zorunda kalacağını umursamadı. Ben de derin bir nefes aldım. Bana bu kadarı yetmişti. Ceylanı vurmuştuk işte. Son.

Teyzemlerin o ahşap kulübesini ne kadar sevsem de eniştem beni zorla avlanmaya çıkarır korkusundan elimi eteğimi çektim oradan. Teyzemin ısrarlı davetlerine bahaneler buldum, üç sene oldu oraya uğramayalı. Teyzemden haberleri hep aldım. Eniştem bu üç senede iki tane daha ceylan vurmuş ve ikisinin de Ceyloş olmadığında ısrarlıymış. Ayağının intikamını hâlâ alamamış. Mış mış mış.