Muharebe Duası

Sena Dilber

Emin olmamakla birlikte

Muharebe Duası

Kördü eniştem.

Eniştemi severdim, iyi adamdı. Ablam da onu seviyordu, zaten sevdiği için evlenmişti eniştemle. Bir iki güzel söze kanardı benim ablam. Eniştem ona ceylan gözlüm derdi, halbuki ablamın gözleri maviydi, deniz gibi masmavi, uçsuz bucaksız bir deniz gibi. Geç de olsa alışmıştık ceylan gözlü demesine, gözlerinin solgunluğu, ürkekliği, çelimsizliği artık bir ceylanı andırıyordu bizde de. Eniştemin tekrar muharebeye dönmesi ablamı bu hale getirmişti, bir de ayağı var tabi. Aslında yok, eniştem ablamın çekileceğini düşünerek atına kamçıyı hızlıca vurmuştu, atın beklenmedik hamlesinde ablam çekilememiş, ayağı ezilmişti. Zor bela ayağını keserek ablamı kurtardı baş tabip ama ablam da pek yaşıyor sayılmazdı artık. O gün ablam sadece ayağını kaybetmemişti veya sadece ayağını ve eniştemi kaybetmemişti. Gözlerinin maviliğini de kaybetmişti o gün, yaşama isteğini, varlığını, kendini kaybetmişti. O artık eskisi kadar güçlü değildi. İkinci bir yıkımı kaldıramazdı, kaldıramadı.

Babamı muharebenin ilk yıllarında kaybettik. Geriye ablam ve ben kalmıştık sadece. Annem babamla ölmüştü. Ablam o yıllarda sıhhiye çadırlarında tabip yardımcısıydı. Eniştem gözlerini orda görmüş ilk defa. Gözlerine kanıp güzelliğine inanmış, güzeldi ablam. Kördü eniştem, bir ablamı görüyordu bir de düşmanını.

Memlûkler’e karşı Çukurova’da iyi bir direniş göstermiştik. Bunu neticesinde bir grup akıncı geri gönderilmiş, kalanlar ile kontrol devam etmişti. Eniştem geri gelenler arasındaydı ama sadece bedeni geri gelmişti. Aklı hala oradaydı. İki Müslüman devletin bunu neden yaptığını bir türlü anlamıyor ama haklı tarafın bizler olduğunu da söylüyordu. Fatih Sultan Mehmet hacılardan gelen şikâyet ve uyarılara kulak kesilmiş, Memlûkler’in kontrolünde olan mukaddes şehre ve yollarına düzenlemeler yapmak istemişti. Muharebenin sebebi mukaddes şehir ve hacılar iken iki Müslüman devletin kan dökmesi nedendi? Böyle başlamıştı parçalanmamız, sonra ufalarak devam ettik. Daha çok küçüldük anlamsız hallerimizden. Kardeş değil miydik biz bir zamanlar?

Eniştem dördüncü yılında dönmüş, sağlığını çabucak geri kazanmıştı. Dinçti, çevikti. Atılırdı her işe. Kaşı gözü kara, yiğit bir delikanlıydı. Güzeldi de ablam. İkisi bir olur beni büyütürlerdi. Çocuktum ben o zamanlar. Büyüdüm. Eniştemi baba, ablamı ana bildim kendime. Atış talimlerini yaptım. Yayı germeyi öğrenmiştim. Oku çekerken canımın yanmaması için zihgiri bana eniştem yapmıştı. Görmezdi ama becerikliydi. İyi bir akıncı olacaktım onun gibi. Onun kadar dinç, onun kadar çevik.

Bir buçuk yaşım daha geçmişti eniştem döneli. Muharebenin neticesine az kaldı diyordu. Son anlarında orayı görmek, neredeyse altı yıl süren çatışmanın zararını görmeyen gözü, tutmayan eliyle hissetmek istiyordu. Yüreği temiz adammış. Nedendir bilinmez son aylara yakın, Osmanlı ordusu ehemmiyetli kayıplar vermeye başladı. Sultan Bayezid önderliğinde sefer-i hümayun başlatacaktı. Fermanı duyunca yola çıkmak için hazırlıklara başladı ama ablamın bundan haberi yoktu. Biliyordu, müsaade etmezdi.

Ablam sıhhiye çadırından dönmeden o bütün hazırlığını yapmıştı. Yanına alacağı zaten iki parçadan fazlası değildi. İki parçasını kaybettiği topraklara canını da kaybetmeye gidiyordu, biliyordu. Nehrin kenarında karşılaştılar. Bu nehrin kenarında beklemişti annem babamı, gelmemişti babam. Onlar getirmişlerdi. Uğruna her şeyini verdiği devlete bu sefer canını vermişti. Canını almışlardı. Şimdi ablam da bu nehrin kenarında eniştemin tabutunu mu bekleyecekti. Ben babam dediğim ikinci adamın da üzerine toprak mı atacaktım. Ablam durduramadı. Atının önüne geçti ama o aldırış etmedi. Kördü eniştem, bu sefer ablama da kördü. Orada ablamın hayatını ezdi. O gidişten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Eskisi nasıldı ki? Yine perişan ama mutluydu. Yine yalnız ama birlikti. Şimdi yalnızım. Babam yok, annem yok, ablam yok. Kimsem yok.

Eniştemin gidişinden iki ay geçmemişti. Gün doğumundan önce uyanmayan ablam bu sefer döşeğinde yoktu. Eniştem gittiğinden bu yana sadece uyuyordu. Bu defa uyumamıştı. Çığlıklara uyandım. Ablam da annem gibiymiş. Daha erken vazgeçmiş. Kılıçtan daha keskin çarpan nehrin suyuna bırakmış kendini, tıpkı annem gibi. Vazgeçip son çare tutunduğu ağaç parçasının ucunda tutunamayışını gördüm ben. Bir de o dala takılan yazmasını. Ceylan gözlerini göremedim son defa. Solgunluğuna rağmen ceylan gözüydü onlar benim için. Ben hiç ceylan görmemiştim, ablamı bilirdim, eniştemden.

Güneşin kursağımızı kurutarak parçaladığı olağan dışı bir güne uyanmıştım. Alışık değildim buna. O güne alışamadım ben hala. Ordunun zafer nidalarıyla dönmesini bekliyorduk o günlerde. Buruk bir zafer olacaktı bize. Garip bir hal vardı. Kimisi buruk sevincini içinde yaşıyor, kimisi hüznünü, beklediğimiz zafer nidasıymış gibi haykırıyordu. Vazifem nedir benim? Duygum ne olmalıydı? Eniştemin dönüşünü iki gün daha bekledim. O da gelmedi. Onu da getirdiler. Babamı omuzlarımda taşıyamamıştım. Küçüktüm. İkinci babam şimdi omuzlarımda. Büyüdüm.

Dediklerini düşünüyorum. İki Müslüman devlet anlaşamamış, altı yıl savaşmış, sonunda yapılan barışa dahi gurur eklenmiş, üçüncü Müslüman devlet aracılığıyla sona gelinmişti. Onlarca kayıp verilmiş ama gurura yenik düşülmüş. Omuzlarım ağırlaşıyor. Sıcağın dayanılmazlığı, suyun karşı koyulmazlığı beni toprağa mecbur bırakıyor. Toprak bütün derdime deva olacak.