Garson kız üçüncü defa gelip “bir isteğiniz var mı?” diye sordu. Çizgi filmlerdeki dişi tavşan çizimlerini andırıyordu ve bir arkadaşımı beklediğimi bir türlü anlamıyordu. Yine de gözlerini kısıp “peki,” diyerek çekilirken mutlu gözüküyordu çünkü işini ibadet neşvesiyle yapmalıydı. Yukarıda patron sağda solda kameralar vardı. Aslında beklediğim iki kişiydi: ablam ve kız arkadaşım Ceylan. “Saat tam üçte Sevil'de buluşalım” diye kaç kere daha tembihlemem gerekirdi bilmiyorum. Şu an için yirmi beş dakika taktılar.
Saatimi çıkarıp karşıma koydum. Deminki garson sağımdaki masanın limonata ve portakal suyu siparişini veriyordu. Saat uç buçuk. Ablamla Ceylan birbirini sevecek mi acaba? Bacaklarımı sallamaya başlamıştım yine. Yanımdan geçen garsondan limonlu maden suyu istedim. Israrcı garsonla göz göze geldik o sırada. Kapıyı gözlemek için karşımdaki sandalyeye geçip yönümü kapıya döndüm. Ceylan girdi kapıdan. Beni görünce gülümseyip adımlarını hızlandırdı. Otururken garson limonlu maden suyunu getirdi. Ceylan da bir şişe su istedi. Ablamın Ceylan’ı sevmemesi imkânsız diye geçirdim. Sahi o nerde kaldı. Saate baktım 15.45. Kapıdan taraf göz attım. Gelen giden yok.
O ne! Eniştem değil mi o? Evet o. Yanındaki kadın da kim? Vay müptezel vay.
Ceylan resimli duvar halısının önündeki şark köşesinde, elini omuzuna attığı bir kadınla oturuyordu eniştem. Göğsümden bir öfke dalgası boğazıma kadar yükseldi. Ah yanımda Ceylan olmayacaktı ki. Ablam görse üzüntüden ölürdü. Ablamın görmemesi lazım. Ceylanı irkiltmeden enişteyi kaldırıp yollamam gerekiyordu. Aslında beni görse defolup gidecek, ama gözü yanındaki kadından ayrılmıyor ki. Ceylan başka bir şeyle ilgilenirken dikkatini çekmek için elimi kaldırıp salladım. Ceylan fark edip gözlerini belerterek bana dikti. Yüzümdeki donuk gülümsemenin şapşalca olmamasını diledim o an.
Birer tane çay söyledik. Garson çayları getirdiğinde sırf enişte bu tarafa baksın diye başımı güya yanlışlıkla tepsiye çarpıp çayları devirdim. Bütün kafe dönüp bana baktı, Ceylan son on beş dakika içindeki hareketlerime anlam vermeye çalışıyordu. Ama eniştenin umurunda değildim. Dönüp bakmadı bile. Özür dileyerek elinde faraş-süpürge setiyle gelen garsona yardım etmek istedim. Abartılı bir kibarlıkla reddetti bu isteğimi.
Saat 16. Sanırım ablan gelmeyecek. İnşallah, diyorum içimden. Ama her halükarda eniştenin ağzını burnunu dağıtacağım.
Tam kesin kararımı verip enişteyi buradan yollamak için kalkacaktım ki yanındaki kadınla beraber ayaklandılar. Adisyon defterine epey bir miktar bırakıp çıktılar. Derin bir nefes alıp gülümsedim. Bi arayayım ablamı. Bekletmezdi böyle. Çağrıyı meşgule attı. Tekrar aradım yine meşgule attı.
16.04. Dışarıdan bir el silah geldi. İnanır mısınız aklıma gelen ilk şey ablamın yanında bir kadınla yolda karşılaştığı eniştemi o esnada kim bilir nereden bulduğu bir silahla kurşunlamasıydı. Abla diye çığlık atıp dışarı fırladım. Hakikaten eniştemi yerde yatarken buldum, ayağından kan sızıyordu, ablam hain kocasının çenesini eline almış ağlıyordu. Naptın abla diye atıldım. Ceylan “dur! Silahı var adamın,” diye bağırdı. Ne adamı dememe kalmadı, bir elinde benzin bidonu olan adam diğer elindeki silahla havaya ateş açtı. Manyak herif ablamı ve eniştemi rehin almıştı. Eniştemin metresiyse kayıplara karışmıştı anlaşılan. “Ablamdan uzak dur” diye bağırdım. Bağırırken adamın bağırmamdan korkacağını hiç zannetmiyordum. “Tek niyetim yalnız gitmemek, bu konuda çok da ısrarcıyım,” dedi. “Ben çocuğumun yüzüne bakamazken siz buralara oluk oluk para harcıyordunuz.” Son zamanlarda medyaya yansımayan “açım” protestolarından biri olmalıydı bu. Eylemci “sen,” dedi. Elindeki tabancayla beni işaret ediyordu. “Ben mi?” dedim içimden. “Evet sen,” dedi. “Sen. Enişteni kurtarmak ister misin?” dedi. Canı cehenneme pisliğin diyecektim ama ablamın yaşlı gözleri içimi yaktı bir an. Tamam diye kararımı verdim. Önce hayatını kurtaracağım ama sonra anasından emdiği sütü burnundan getireceğim. “Evet lan!” dedim öfkeyle ve çaresizlikle. “O zaman iyi dinle beni,” dedi. Sadece 7 dakika 20 saniyen var. İçinde enişte, ceylan ve ayak kelimeleri geçen bir öykü yazmanı istiyorum. “Manyak mısın lan sen!” dedim. “Keyfin bilir” dedi. “Yoksa seni de öldürürüm.” Yanına çağırıp elime kâğıt kalem verdi. Ayağının dibine oturmamı söyledi. O sırada elindeki bidonu başından aşağı boca etti. Sol omzum ve bacağım da benzin içinde kalmıştı.
Verdiği kalemi öpüp başladım yazmaya. Yazmasam ölecektim.
“Garson kız üçüncü defa gelip bir isteğiniz var mı diye sordu.”