"Uzaktan gelen su seslerine doğru koşarak nihayetinde dere kenarına vardı. Çınar ağacının gölgesine oturdu. Heyecandan yüreği pır pır ediyor, midesi yanıyordu. Askerden dönecek sevdiğini karşılamaya gelmişti, öldüğünden haberi bile olmadan. Başında al yazması, basmalı entarisi..."
+Off, olmuyor işte ulan! Kitlendim mi yazamıyorum.
diye hayıflandı. Kağıdı büzüştürüp pencereden fırlattı, kalemleri de duvara.
+Ulan Gözel! Bir bilsen ben neler çekiyorum. Sen orada ben burada. Kaldırıversen ya engelleri aradan.
Sinirlenmişti. Evde dört dönüyordu. Sığamıyordu adeta. Sonunda ceketini aldı ve kapıyı vurup çıktı.
+Bıktım bu aptal mahalleden de. Ne huzurum kaldı ne de mutluluğum. Zaten aksiydim iyice aksi bir adam oldum. Nerede benim mis gibi köyüm, ah ulan salak kafa! Ulan Gözel!
Kafasına vura vura yürüdüğünün farkında değildi. Etrafındaki insanlardan bihaber bağırıyordu kendine. 10 dakika sonra biraz sakinlemişti. Cebinden telefonu çıkartıp eniştesini aradı.
+Alo, enişte. Dükkan da mısın? Yanına geliyorum.
.
-Hoşgelmişsin Yakup. Sinirli gibisin. Otur hele bir çay söyleyeyim sana, aç mısın?
+Hoşbulduk enişte hoşbulduk. Aç değilim sağol, bir çayını içerim ama.
-EyvAllah, hemen söyleyeyim. Anlat hele sen, ne bu halin?
+Sorma abi sorma. Kafayı yiyeceğim. Ne eskisi gibi yazabiliyorum ne de huzurum kaldı. İllet gibi yapıştı yakama bu şehir. Sirkeledi de sirkeledi yakamdan tutup. Ne halim kaldı ne ahvalim.
-Bacanak n'aptın ya? Yavaş ol azıcık, neler diyorsun sen? Ne yaptı sana bu şehir?
+Enişte ne yaptısı mı kaldı. Üç kuruş birikmişim vardı ev depozitosu, evin mobilyasıydı derken uçtu gitti. Kitapların satıp satmamasını da geçtim artık. Tek bir cümle yazamaz haldeyim. İçimde büyükçe...
Son cümlesini tamamlayamadan yüreğine bir yumruk oturmuştu. Dalgın dalgın masadaki dumanı tüten çaylara bakıyordu. Cebinden çıkardığı tütünü sarıp içmeye başladı. İlk nefesi ciğerinde söndürünce biraz olsun rahatlamıştı.
-Ne diyeyim bacanak, sen daha iyi bilirsin elbet. Bana kalsa az daha sabretsen tutunursun.
+Yok enişte yok, olmuyor olmayacak. Her çiçek dalında güzeldir derler. Ben köyüme döneceğim. Yazarlık mazarlıkta değil mesele. İçimde büyüttüğüm hasretimdir. Kağıtlara dökememektir içimi.
-Ah Yakup ah. Bilirim, hasretin yükü ağırdır. Var git öyleyse, aklına düşmüş bir kere. Daha tutamayız seni buralarda.
+Gideceğim enişte, gideceğim.
.
Hazırdı Yakup. Bavulunda birkaç parça eşyası, sol cebinde her zamanki gibi Adıyaman tütünü, sağ cebinde ise mobilyaları satıp kazandığı parası. Yazmayacaktı artık, zaten yazamıyordu da. Köyüne dönecekti, doğup büyüdüğü yerdi nasıl olsa. Tutunurdu yeniden.
Otogara geldi. Biletini kestirdi. 15 dakika sonra kalkacaktı otobüs. İçini içini kemiren hasret bitecekti. Gözel belki kabul ederdi görüşmeyi.
-Adana yolcusu kalmasın! Binmeyen yolcu kalmasın!
Otobüse bindi ve ikramları bile beklemeden gözlerini kapattı. Upuzun bir yol vardı önünde.
.
+Ulan fakirliğin gözü kör olsun! Ayaklarım duba gibi şişmiş yine. Gözün çıksın otobüs gibi. Ah param olacaktı, bineceksin uçağa mis gibi. Ulan fakirlik!
Söylene söylene ayaklarını ovuşturuyordu. Kardeşi gelmek bilmiyordu. Geldiğinde pata göz girişecekti, ne diye geç kalmıştı anlamıyordu.
-Abi, abi. Buradayım. Abimmm, hoşgeldin.
Zavallı Arif abisine sarılmak istemişti sadece. Kafasına şamarı yiyince şaşırdı kaldı.
+Ne abisi ulan, nerdesin sen. Seni beklemekten ağaç oldum burda. Yürü gidelim haydi.
Arif çok kızmıştı ama yine de abisine özleminden ses etmedi. Motora binip köye doğru yola çıktılar. Yakup yokken köyde ne olup bittiğini konuşa konuşa köye vardılar. Yakup'un dili varmıyordu Gözel'i sormaya. Arif de inat etmiş gibi ses etmiyordu. "Ulan Arif, en duymam gereken şeyleri söylemedin." dedi içinden. Bir tane kafasına patlattı. Sevgidendi bu sefer.
+Ulan Arif, serpilmişsin valla. Benimle ceylan avına gelecek kadar olmuşsun.
-Abi valla de. Cidden birlikte mi gidecez?
Sevincinden abisinin zamanında avcılığı ve çok sevdiği tüfeğini bırakıp büyükşehire giderken yaşadıklarını unutuvermişti. O zamanlardan beri kendisini çocuk haliyle abisinin arkasından salya sümük ağladığını görürdü kabuslarında. Tüfeğini toprağa gömdüğü an geçivermişti gözünün önünden. Çekinerek sordu.
-Abi hani sen bırakmıştın bu av işlerini. Yazarlık yapıyordun. Telefonda da bir şey demedin. Neden geldiğini...
+Sus ulan, sana mı kalmış. Sen git benim av takımlarımı hazırla. Tüfeğimi de bul neredeyse, anam alıp bir yere saklamıştır. Sor öğren. Gelmek istiyorsan da hazırlan. Yolda soru sorarsan ayağından vururum seni.
-Tamam abi tamam, dünya tersine dönse senin bu aksiliğin bitmez. Gideyimde takımları hazırlayayım.
Arif öyle bir bakmıştı ki giderken Yakup şaşırmıştı. Çocuk 25 yaşındaydı. Hatta çocuk bile değildi. Alınacağını, küseceğini düşünememişti. Vicdan azabı çekmişti. Arif'in yanına gidip
+Abicim, kusura bakma sen. Yol yorgunluğu var. Gidip dinleneyim. İkindi vakti çıkarız yola.
dedi. Arif şaşırmıştı. Abisinden böyle şeyler duymamıştı hiç.
-Tamam abi.
diyebildi sadece.
.
İkindi ezanıyla birlikte düştüler yola. Yıllar sonra elinde tüfeğini tutan Yakup'un yüreğinde ateşler yanarken, Arif'inse ilk defa ava çıkmış olmanın verdiği heyecandan dolayı elleri terliyordu.
Arif sesi soluğu çıkmayan abisine baktı. Yakup’un suratı sapsarı olmuş, boncuk boncuk terlemişti. Korktu.
-Abi bu halin nedir böyle? Kusacak gibisin, ne oldu?
+Yok ulan bir şey. Oksijen çarpmıştır. Devam et haydi.
"Ah bir bilsen Arif, bu dağların bana neler fısıldadığını." diye devam etti içinden Yakup. Abisinin aklına getirmek istemediği o günle yüzleştiğini anlamamıştı Arif. Baya bir süredir yürümüşlerdi. Kocaman bir kayanın arkasına konuşlanıp beklemeye başladılar. Arif abisinin derdini yeni anlamıştı. Kıvranmasının sebebini yeni anlamıştı. "Eyvahlar olsun. Belliydi buraya niye geldiğimiz zaten." dedi içinden. "Neyse, elbet birinden duyacak, benden duysun daha iyi." dedi.
-Abi, sana bir şey diyeceğim ama korkuyorum.
Heyecanlandı Yakup, Gözel'den haber gelecek anlamıştı.
+Söyle Arif geveleme.
-Abi Gözel abla... Gözel ab...
+Ee ne olmuş Gözel'e? Söylesen ulan. Ne oldu?
-Evlendi abi. İlçeden birisine verdiler. Adam daha önceden evlenmiş karısı ölmüş dediler. Gözel ablayı ilçedeki hastanede görmüş. Oda hizmetliymiş orada. Sonra da... Öyle işte.
Derin bir nefes aldı Yakup. Başı dönmüş gözleri kararmıştı. "Nasıl olabilir, nasıl olabilir?" diye söylenmeye başladı. Arif abisini o halde görünce ne yapacağını şaşırdı.
-Abi! Yakup abi, yapma gözünü seveyim.
Yakup yazdığı şiirleri, kitapları düşündü. Gözel'e içlenip içlenip yazdığı şiirler, kavuşamayan aşıkları anlatan hikayeler... Tüfeğini doğrulttu ve tetiği çekti. Bir el ateş etti gökyüzüne ve bağırmaya başladı.
+Yazarlığın arkasına sığınmış koca bir vicdan azabıyım ben Gözel! Seni vuran bu ellerimle yazdım onları. Sana duyurmak istedim sesimi. Şu ömrümde bir sana kavuşmak istedim. Allah kahretsin ki o lanet günü, gördüm sizi. Aldattın beni. Gözel ben seni hep sevmiştim oysa!
Arif abisinin kendine bir şey yapacağından korkuyordu. Abisi delirmiş gibiydi. Gözel'i vurduğunu söylediyse de öyle olmadığını biliyordu. Abisi o adamı vurmak isterken Gözel adamın önüne atlamış, kurşunun hedefi olmuştu. Gözel abla abisinden şikayetçi olmamış, abisi ise o zamanlar kendinde bile olmadığı için akıl hastanesine kaldırılmıştı. Hastaneden Gözel ablaya şiirler ve mektuplar yazıp yazıp özür dilerdi, kabahatin büyüğü Gözel ablada olmasına rağmen. Yakup Gözel'e bir daha ulaşamayacağını anlayacağı gün şiirleri ve mektupları ona göndermeyip biriktirmeye başlamıştı. Hastaneden çıktığı gün tüfeğini toprağa gömüp terketmişti köyü. Şehre gidince kitapları çıkmış, yazarlık yapmaya başlamıştı. Köyde ona Aşık Yakup demeye başlamışlardı.
+Gözel ben her halinle kabul etmiştim seni. Beni aldatsan bile sevdim, istedim senle olmayı. Aylarca özür diledim senden, suçlu olduğunu bile bile. Sen ulan, sevmedin beni. İki kere vurdun yüreğimi ama üçüncü kez vuramayacaksın!
Yakup tetiği çekti.
-Abi, dur yapma. Abi!
+Arif, korkma ulan! Kendimi falan vurmayacağım. Kimseyi vurmayacağım. Yürü gidiyoruz. Gözel'e yazdığım şiirleri yakacağım.
Çektiği tetiği ateşledi. Dağlarda yankılanan tüfeğin sesiyle beraber haykırdı:
+Bu son kurşun Gözel'e olan hasretimedir.