Takvimler 20 Şevval 869'a tekabül ettiğinde ervah-ı şer indi semadan. Konstantiniyye'nin ücra köşelerine, nebatata, hayvanata, evlere, denizlere, semaya esrar hâkimdi. Lâkin birkaç gören göz hariç kimse bunun farkında değildi. Ahiler bedestende türlü tevir eşya satmakla, hamallar birkaç akçe kazanmak için kilolarca yükü sırtlamakla, tellallar padişah II.Bayezid'in fermanını çığırtmakla, asesler sokaklarda cürüm işleyenlerin peşinde koşmakla meşguldü. O vakitte ervah-ı şer cürüm ehlinin kulaklarına şevkle bir şeyler fısıldadı. Onlar ise her söyleneni bir an evvel yapmak için birbirleriyle yarıştı. Cariye Dırahşan ise üzerinde dışarlık kıyafeti yanında harem ağasıyla ipek kumaş bakmaya gitti. Dırahşan'ın yüzü görenlerin gözlerini kamaştıracak kadar parlak, kaşları keman, burnu çekme, gözleri ahu, dişi inci, lebi bir ateş kadar kırmızı, müjganı âdeta kalbe saplanan bir ok gibiydi. İnce belli, orta boylu bu ahuya vurulmak için gözlerine nazar etmek yeterliydi. Etrafta süzülerek gezen bu cariye padişah II.Bayezid'in haremindendi.
O sıralarda Galata'nın meşhur külhanbeyi Derviş Ertuğrul da omzunda ceketi, başında fesi, kuşağında hançeriyle bedestendeydi.
Okuyanlardan bazıları dedi ki hem derviş hem külhanbeyi bu nasıl ola ki? Bendeniz sizin bu sualinizi duydum. Bizim bu kara yağız, geniş pazulu, uzun ve enlice bıçkın külhanbeyi bir aralar dervişliğe merak salıp Galata Mevlevihanesinin yoluna revan oldu. Dedeler buna usul ve erkânı anlattı. Ertuğrul ise bir iki dediklerini yaptı amma külhani yani ağır basmış olacak ki dededen icazet alıp dervişlikten vazgeçti. Bu vakadan sonra adı Derviş Ertuğrul kaldı.
Derviş Ertuğrul etrafta dayılanarak gezerken bakışları karşıdan gelen Dırahşan'ın gözlerine hedefini vuran bir kurşun gibi isabet etti. Dedik ya bu ahuya vurulmak için gözlerine nazar etmek yeterli bizim külhanbeyi işte o dakikadan itibaren aşkın odunda tutuştu.
Kızın yanında harem ağasını görünce anladı onun padişahın hareminden olduğunu. Lâkin gönül ferman dinler mi? Kulağına fısıldanan cürmü duydu ve onun ruhunu ele geçirmesine izin verdi.
Ertuğrul, günlerce o dilberi düşündü durdu. Zihnindeki onca şey buhar olup uçtu düşünme kabiliyeti zihninde olan tek şeye takılıp kaldı. Tüm kâinat, varlığı hatta yokluğu bile tek bir vücutta barındı sanki. Her şey onda vücut bulmuştu ve kâinatın var olabilmesi için elzem olan her şey ondaydı. Bir bakışından korkulan, bir nara attı mı yeri oynatan, cümle serserinin karşısında el pençe durduğu o yiğit nasıl böyle bir derde düştü? Evvela yüce Mevla’nın hikmetinden sual olunmaz, dert de ondandır derman da.
Ertuğrul kafasına koydu o dilberi kaçıracaktı. Sarayın etrafında günlerce volta attı lâkin beklediğini bulamadı. Belki ilk gördüğü yerde onu bulabilir diye yine bedestenlerin olduğu caddeye gitti. Etrafı şöylece bir kolaçan ettikten sonra gözüne bir ceylan ilişti. Kahverengi derisi, derisinin üzerine fırçayla serpiştirilmişe benzeyen beyaz benekleri, gazellere konu olan gözleriyle dünyanın en asil mahlûku karşısındaydı. Konstantiniyye'de Ermeni’nin, Rum’un, Türk’ün, hamalın, ahinin kol gezdiği bu yerde ceylanın ne işi vardı. Ertuğrul bir müddet onu izledi, etraftaki insan kalabalığına baktı ceylanı fark eden var mı diye. Kimse oralı değildi, ceylan salına salına yürümeye başladı. O da onun peşinden gitti. Ertuğrul'un tabanları sızlayınca kadar yürüdüler. Ceylan durdu, durduğu yerde Dırahşan vardı. Külhanbeyi, onu yakıp kavuran dilberin ahu gözlerini görünce ab-ı hayatı içmiş gibi ferahladı. Cariye etrafına mağmum, bir şey anlamayan nazarlarla baktı. Külhanbeyini görünce irkildi.
+ Hatun ne işin var burada?
Cariye konuşsa mı sussa mı karar veremedi sonra konuşmaya karar verdi.
- Diğer cariyeler ve harem ağasıyla birlikte saraydan çıktık. Farkında olmadan kendimi burada buldum.
O sırada ceylanın ayakları ters döndü. İlk ayakları sonra tüm bedeni yok oldu. Geriye kara bir duman kaldı, kara duman korkunç sesler çıkararak semaya yükseldi.
Ervah-ı şer boş durmamıştı ve ceylan kılığında külhanbeyini belanın içine çekmişti.
Bu müphem vakada külhanbeyi hiçbir şer görmedi aksine yüce Mevla’nın ona derdinin dermanını gönderdiği hükmüne vardı. Bu külhanbeyini akılsızlıkla suçlayacak olanlar vardır. Onlar aşkın gözü kördür deyişinden bihaber olanlardır. Öyle hariçten gazel okumak kolaydır efendiler. Buyurun siz külhanbeyinin yerine geçin de gerçeklerin farkına varın.
Namıdiğer Derviş Ertuğrul Dırahşan’a oracıkta aşkını itiraf etti. Cariyenin rızası yoktu, padişahın hareminden cariye kaçırmak mümkün müydü? Felek yüzüne güldü zannetti külhanbeyi yoksa böyle bir şey namümkün. Külhanbeyi cariyenin utandığı için kendisini kabul etmediğini düşündü ve onu alıkoydu. Gören olur da evini basarlar diye cariyeyi kendi evine değil, eniştesinin evine götürdü. Ablası ölmüştü, biçare ablasının evladı da olmamıştı. Bu yüzden eniştesi evde yalnızdı, orada saklanmaları kolay olurdu. Evde eniştesi külhanbeyinin böyle bir şeyi nasıl yaptığına anlam veremedi, canları tehlikedeydi. Yapma, etme dedi lâkin iş işten geçti.
Ervah-ı şerrin tuzağına düşen mücrim ehlinin başına ne geleceğini tahmin etmek zor değil vesselam.
Çok geçmeden yeniçeriler cürüm sahibinin peşine düştü, kısa sürede külhanbeyinin izini buldu, külhanbeyi hançeriyle onlara karşı geldi. Lâkin sonunda yakalandı, celladın keskin kılıcı kafasını vücudundan ayırdı.
Ve ervah-ı şer böylece hiçbir yiğit tarafından yıkılmayan Galata’nın meşhur külhanbeyi, Derviş Ertuğrul’un encamı oldu.