Enişte. Enişteee… Eniştee!
Babam içerde kızarmış, sinirden avurtlarını şişire şişire soluyor, surat topukta eniştem uyansın diye bekliyordu. Son seslenişimden sonra eniştem şöyle bir gerinmiş, ağzını bir iki şapırdatmış, sonra sol tarafına doğru dönüp, yorgana sarılıp uyumaya devam etmişti. Babam bekliyor, ben eniştemi dürtmeye devam ediyordum. Eniştem oflayarak açtı gözünü, pişkin pişkin sırıttı, yorganı üzerinden atıp, “Kahvaltı hazır mı?” diye sordu. Çileden çıkmamak için gerekli olan sabır bende vardı ama annem ve babam artık son demlerini yaşıyordu. Ben de eniştemin o bitmek bilmeyen enerjisine teslim oluyordum her defasında.
İçeri geçip “Geliyor geliyor.” dedim, eniştemi korumak isteyen bir ses tonu ile. Annemle babam iç çeken gözlerle baktılar birbirlerine. Ablam elinde çaydanlıkla içeri girdi, neşeli neşeli gülüyor, televizyonu açıp kanalları geziyor, sofrada eksik var mı diye göz gezdiriyor, ama sallayıp durduğu ayakları endişesini ele veriyordu. Yan gözle kapıdan eniştemin gelip gelmediğini kontrol ettiğini hepimiz biliyor ama sesimizi çıkarmıyorduk. Sonunda geldi, lacivert çiçekli şortu ve beyaz atletiyle çıkıp geldi, kapıdan içeri bir girişi vardı ki sanki ayaklarına kırmızı halı sermişiz, sanki masanın başındaki sandalyeyi ona ayırmışız, o geldi diye ayağa kalkıp, sandalyesini çekip, ceketlerimizin düğmesini iliklemişiz. Öyle bir kurulma, öyle bir güven.. Sırıtarak “Günaydın!” dedi, herkese tek tek göz gezdirdi, kimseden cevap alamayınca ablama yardım dileyen gözlerle baktı. Ablam “Günaydın.” diye karşılık verdi, ona bakarken gözlerinin içi gülüyor, ama babamın gözlerinden kaçmak için de sanki yerde, dibine girebilecek bir delik arıyordu. Sessizce masaya çevirdik gözlerimizi, yumurta ve patates soğumuştu ama çay sıcaktı. İlk yudumlarımızı almıştık ki eniştem o şen sesiyle gördüğü rüyayı anlatmaya başladı. Arada bana dönüp “Yaa baldız, gördün mü, Hızır Aleyhisselam elimi tuttu, ayaklarının üzerine bastım da o adım attıkça ben yürüdüm.” diyordu. Babam dayanamadı, “Rüyanda da Hızır mübareğe mi taşıttın kendini damat?” dedi. Ablam boğazına bir şey takılmış gibi hafiften öksürdü, annem etme der gibi babama baktı, bense tutamadım kendimi saldım kahkahayı. Eniştem böyle şeyleri azıcık kafaya taksaydı şimdiye bir iş sahibi olmuş, evini barkını ayırmış, ablamı alıp bu evden gitmişti ama o kadar gamsız bir adamdı ki ablam hariç herkes için artık ömür törpüsüydü.
Kahvaltı bitti, eniştem çalan telefona bakmak için masadan kalktı, ablam da öğlen gölgesi gibi ardına düştü gitti, annemle babam balkona attı kendini, benden birer kahve sipariş ettiler. Annemden yine bir “Ah kızım ah” nidası çıktı. Kahvenin yanında soda modasına uymak niyetiyle ilk şişeyi açmıştım ki, kapağın tıslayışını duyan babam soda değil su istediğini çağırdı içeri. “Bizim kız” dedi babam; “Bizim kız, ceylan gözlerine vuruldu bu oğlanın, parasına puluna, şanına şöhretine, soyuna sopuna vuruldu zaar!” Eniştemin ailesi biz bildik bileli yurt dışındaydı. Düğüne yetişemedikleri için çocukları olursa onu görmeye geleceklerdi. Kandırılmamıştık gerçekten de yurt dışındalardı. Ama gelmek niyetleri pek gerçekçi görünmüyordu. Eniştem, zamanında buraya yerleşmeyi kafasına koymuş, kimseleri dinlememiş, elin gevuruna hizmet etmek istememiş ve kendini vatan toprağına atmıştı. Başlarda bir iki iş bulup çalışmış, ablamla da çalıştığı kafelerden birinde, ablam arkadaşları ile öğle yemeğine gittiğinde tanışmışlar, üniversite mezunu olması ablam için işini kafaya takmamasına sebep olmuş, tabii ki güler yüzü ve esprili tatlı dili ile de ablamı kendine çelik zincirlerle bağlamıştı. Hafif şehla gözlerinde ablam hep muziplik ve neşe görmüş babam ise bu ceylan gözleri hep yerden yere vurmuştu. Eniştem iş bulamadıkça, evde aylak aylak dolaştıkça, ablamdan utanmadan harçlık aldıkça bu ceylan gözler babama daha bir batıyor, annemle daha çok göz göze geliyorlar, ablamın hatırı için bir kez daha, son olmak kaydıyla susuyorlardı. Kahveleri tepsiye koyup balkona geçerken eniştemle karşılaştık, bana yol vereceğini düşünüp yürümeye devam ettim ki geldi kapıda sıkıştırdı beni, kahveler tepsiye, babamın gözleri “Ya sabır!“ diye ayaklarına devrildi. Bu benim de sabrımın sonu olmalıydı, tiz bir çığlık atıp tepsiyi hızlıca masaya bıraktım. Eniştem hala beyaz atleti ve şortuyla sallana sallana dolanıyordu. Fincanda yarım kalan kahveyi alıp dikti tepesine, sonra kalan sulardan birini alıp içti. “Baldız” dedi. “Demedim mi sana rüyamda Hızır Aleyhisselamın ayaklarında yürüyordum diye.” Anneme baktı sonra, “Bu müjde size anneciğim <3” dedi. Herkes kulak kesildi. Annem, başvurduğu işlerden birine kabul edildiğinden emin, çok şükürler çekiyordu dudakları kımıl kımıl. Babam yine ne yumurtlayacak diye çatık kaşlarının altından kahveli gözlerini dikmiş ters ters bakıyor, ablam hafif kızarmış, mutlu mu utanıyor mu anlaşılmayan bir ifade ile milleti süzüyordu. Eniştem gerindi, fincanı yan tutup içinde bir şey kalmış mı diye bir daha göz gezdirdi, boş olduğunu görünce tabağa bıraktı, serçe parmağı havada. Annem hadi be adam dememek için kendini zor tutuyordu belli; babam, ayağını eline almış serçe parmağını ovuyordu sinirden. Yineledi eniştem, “Baldız, Hızır Aleyhisselam boşuna girmez insanın rüyasına baldız.” Dedi, yanağımdan bir makas aldı, çok sinirlendiğimi bile bile. Etrafına şöyle bir gururla baktı ve devam etti “Dün katıldığım instagram çekilişinden 3lü tava kazandım.” Etrafı koklar gibi bir daha gözledi. “Hemi deee, granit görünümlü teflon kaplama…”