Alın Yazısı

Elif Sena Ergin

İçeriden yabancı bir telefon sesi geldiğinde İsmail çalışma masasının üzerinde kâğıtlara gömülmüş harıl harıl makale okuyordu. Sesi duyunca kafasını birden kaldırdı ve başını sesin geldiği tarafa doğru çevirdi. Müziğin nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Eşi evde değildi, kendi telefonun zil sesi böyle değildi, neydi bu telefon sesine benzeyen dört notada bir tekrarlayan müzik bile denemeyecek müziğin kaynağı? Birden aklına ev telefonu geldi, yıllar var ki çalmışlığı yoktu, İsmail unutmuştu nasıl çaldığını. Hemen ev telefonunun yanına koştu, ahizeyi kulağına götürdü.

- Alo

- Merhaba efendim ben medyum Sanem, size iyi bir haberim var. Tarot falı, yıldızname astrolojik doğum haritası ve negatif enerji bakımı paketimiz yüzde elli indirimde. İçinize dert olan bir konu, geleceğiniz hakkında endişeleriniz varsa

- İlgilenmiyorum teşekkür ede...

- Adınız İsmail değil mi?

- Evet, numaramı nereden al...

- İsmail Bey, ben şu an sesinizden çok büyük sıkıntılarınız olduğunu hissediyorum, bana yaydığınız enerji içinden çıkılamaz bir durumda olduğunuzu söylüyor.

- Ben büyüye filan inanmıyorum hanımefendi hoşçaka...

- İsmail Bey, bir senelik evlisiniz ve lise aşkınızla evlendiniz, doğru değil mi?

- Bunu herhangi bir şekilde öğrenmiş olabilirsi...

- Ama işler umduğunuz gibi gitmiyor, dün koltukta uyudunuz.

- ...

- Eşiniz size son günlerde soğuk davranıyor. Onun büyük hayalleri vardı sizinle evlenmeden önce ama şimdi bu küçük şehirde kendini sıkışmış hissediyor. Siz de bu yüzden vicdan azabı çekiyorsunuz ve İstanbul'a taşınmanın yollarını arıyorsunuz. Ama çok zor değil mi? Bir seans yapalım ve tüm bu sorunlarınıza çözüm bulalım efendim.

İsmail telefonu medyum Sanem'in yüzüne kapattı. Kimseyle paylaşmadığı bu sıkıntılarını birilerinin bilmesi onu hem şaşırtmış hem de çok huzursuz etmişti. Bu işin içinde bir iş olduğunu düşünmeden edemiyordu. Falcının numarasını önündeki kâğıda not almaktan kendini alamadı.

İlginç bir biçimde falcının söyledikleri doğruydu. İstanbul'a kapak atmanın bir yolunu arıyordu evlendiğinden beri. Halbuki bu küçük şehrin küçük üniversitesinde bile kadro bulabilmek adına araya kaç tane tanıdık sokması gerekmişti, İstanbul'da kadro bulabilmesi mucize gibi bir şey olurdu. Özel üniversitelerde şansı olabilirdi belki ama memuriyeti de bırakmak istemiyordu. Eşi için değmez miydi? Eşinin bir muayenehane açma hayali vardı. Ama bu küçük şehirde değil, insanların masa başı işlerde otura otura sırtına ağrılar girdiği o İstanbul'da, taşı toprağı altın İstanbul'da.

Birkaç gün sonra bir başvurusunun daha olumsuz sonuçlandığı haberini aldı İsmail. Ve bir kere daha yıkıldı. Eşine bir kötü haber daha vermeye çekiniyordu. Bir işi beceremedin İsmail. Altı üstü on milyonluk şehrin küsuratı olacaksın, onu da beceremiyorsun. Böyle demezdi sevgili eşi elbette, sadece burun bükerdi, hmm bu da mı olmadı derdi ağzının arkasından, içinde bir küçümseme tınısı, bir miktar hayal kırıklığı ama zaten böyle olacağını biliyormuş gibi bir bilmişlik tavrı. İsmail'in hıçkıra hıçkıra ağlayası gelirdi, başını eşinin kucağına gömüp "bir halt beceremiyorum" diye sayıklayası gelirdi. Ama eşinin soğuk tavırları aralarına buzdan bir duvar örerdi, ona üzüntüsünü göstermeye bile çekinirdi. Sonra da eften püften bir sebeple kavga ederlerdi.

Eşi oturma odasındaydı İsmail son başvurusunun da reddedildiğini öğrendiğinde. Haberi vermeye eşinin yanına gitti. Oturma odasının kapısı kapalıydı, içeriden eşinin biriyle telefonda konuştuğunu duyabiliyordu. İsmail kapıyı hafif tıklatıp açtı kapıyı. Karısı kapının açılmasıyla irkildi. "Kapatmam lazım, sonra konuşuruz" deyip hemen kapattı telefonu. İsmail eşinin bu paniğine bir anlam veremedi. "Kiminle konuşuyordun?" diye sordu. "Hiç, bizim Merve, özel bir şey konuşuyorduk" dedi kadın. İsmail eşelemedi. Kendisinin aksine eşi kısa zamanda bir sürü arkadaş edinmişti bu şehirde.

Ona kötü haberi verdi. Korktuğundan da daha kayıtsız karşıladı eşi bu haberi. "Hadi bakalım" dedi. Hadi bakalım? Neye bakalım? Dayanamadı İsmail "çok üzüldüm" dedi. Eşi iki elini belinin iki yanına koydu. "Özele geçmemek senin tercihin, üzülmeye hakkın yok bence." dedi tavsiye verir gibi.

İsmail eşinin bu tavrına çok bozuldu. Hiçbir şey demeden çıktı oturma odasından. Kapıyı da kapattı arkasından. Biraz bekledi kapının önünde. Eşi yine telefonla konuşmaya başlayınca oradan ayrıldı.

Falcının numarasını not aldığı kâğıdı buldu, inandığından değil, belki sadece dertleşmeye yarar, hakkında bu kadar malumat sahibi biri belki dahasını da biliyordur. Falcının numarasını tuşladı, neydi adı, Sinem mi?

Buyurun İsmail Bey diye açtı telefonu falcı. İsmail onunla görüşmek istediğini söyledi. Ama fala kesinlikle inanmadığını da ekleme ihtiyacı duydu. "Tabii, cumartesi saat birde Doğa Kafe diyelim mi?"

Cumartesi günü evden ne bahaneyle çıkacağını düşünmeye koyuldu İsmail. Arada sırada balığa çıkardı ama balıktan döndüğünde baştan aşağı kokuyor olurdu, gitmeyip de gittim demenin imkanı yoktu. Bu şehirde arkadaşı filan da olmadığı için onları bahane edemezdi. Neyse ki bahane bulmasına gerek kalmadı çünkü eşi o cumartesi erkenden arkadaşlarıyla kahvaltı yapacağını söyleyerek çıkmıştı evden.

İsmail buluşacakları yere erkenden gitti, canı Türk kahvesi çekmişti ama kahve falı için aldığı sanılır diye korktuğundan filtre kahve ısmarladı. İçini bir sıkıntı kapladı. Ne konuşacaktı bu falcıyla? Ne bekliyordu? Niye buradaydı? Geri dönmeyi düşündü ama kadına ayıp olacaktı, gerçi kadın geleceği görebiliyorsa İsmail'in onu ekeceğini bilirdi zaten. Ne olacaksa olsun deyip oturmaya devam etti İsmail.

Falcı tam vaktinde geldi kafeye. İsmail'in kendini tanıtmasına gerek olmadan buldu onu ve karşısına oturdu. Hiç İsmail'in beklediği gibi biri değildi. İsmail tuhaf giyinimli, uzun tırnaklı filan biri bekliyordu ama bu kadın oldukça "normal"di. Sıradan insanlar gibi kot pantolonu ve düz bir tişört giymişti. Ne bileğinde şıngır şıngır eden dizi dizi bilekliği ne de başına sardığı boncuklu bir şal vardı.

- Sinem hanım?

- Sanem. Nasılsınız İsmail Bey?

- Kusura bakmayın. İyiyim teşekkürler, siz nasılsınız?

- Ben de iyiyim. Size telefonda söylediğim gibi falınıza bakabilirim. Yıldız haritanızı okuyabilirim. Tarot, kahve, avuç içi...

- Size söyledim, ben fala inanmıyorum, sadece hakkımda bu kadar şeyi nasıl öğrendiğinizi sormaya geldim.

- Fala inanmıyorsunuz ama benim bunları fallar yoluyla öğrendiğime inanacak mısınız?

- Hayır tabii ki.

Sanem birdenbire İsmail'in elini tuttu ve avuç içini incelemeye başladı. İsmail tepki vermeye kalmadan Sanem yorumlamaya başladı.

- Avuçlarımızın içinde dört tane büyük çizgi vardır, bakın şu kalp, şu hayat, şu akıl ve şu da kader çizgisi, her birinin başladığı yer insanlarda farklı farklıdır. Sizin kalp çizginiz sizin sadık olduğunuzu gösteriyor. Diğer elinizi de verin.

Diğer elini de uzattı İsmail.

- Bakın burada akılla kalp çizginizin birleştiği yer ne kadar silik, ilişkilerinizde akılcı değilsiniz demek oluyor bu.

Sanem İsmail'in yüzüne dikkatlice baktı.

- Ursa Majorda yedi yıldız var. Yüzümüzdeki her nokta bir yıldızdan yönetilir. Mizar iki kaşın arasını yönetir. Yani idraki. Birazdan söyleyeceğim şeyi içten içe biliyorsunuz ama iki kaşınızın arasındaki çizginin derinliğine bakılacak olursa henüz kabullenmemişsiniz. Karınızın parmak izlerini görüyorum auranızda. Sizin enerjinizi çalıyor. Sizinle de enerjisini paylaşmamış hiç. Ama bir dakika, bir insanın tüm enerjiyi kendinde tutması mümkün değil, bunu size söylemem lazım, enerjisini başkalarına aktarıyor.

- Ne demek bu?

- İsmail bey, eşiniz sizi aldatıyor.

İsmail elini Sanem'in elinden çekti, kaşlarını çattı ve başını sağa sola sallamaya başladı.

- Dolandırıcıdan başka bir şey değilsiniz siz.

- Ben doğruları söyledim İsmail bey, sizden para almadım, nasıl dolandırayım sizi? İstemezseniz bir şey ödemenize gerek yok.

- Bu saçmalıkları dinlemek için bir de para mı ödeyecektim? Hoşçakalın Sanem hanım.

- Hissettiğinizi hissedebiliyorum, biraz düşünün yalnızca.

- Benim eşim öyle bir şey yapmaz. Sizin hatlar karışmış, delisiniz deli, yok yıldızlar yok çizgiler. Gidiyorum ben.

İsmail hızlıca kalktı sandalyesinden ve hesabı bile ödemeden çıktı kafeden. Yüzü kıpkırmızı kızarmıştı, kalbi hızlı hızlı atıyor, elleri titriyordu.

Eve geldiğinde eşi hâlâ gelmemişti. Telefon açtı, eşi cevap vermedi. Evin içinde bir ileri bir geri yürüyordu. Aklında bin tilki. Ne demeye bir falcıyla görüşmüştü ki sanki? Akıl bulandırmaktan başka ne işe yarardı bu? Peki eşi nerede kalmıştı? Kahvaltıya gitmemiş miydi? Saat beşe kadar süren kahvaltı mı olurdu? Neden telefonunu açmıyordu? Neden cevap vermiyordu?

Dikkatini dağıtmak için mutfağa geçti, yemek yapmaya koyuldu. Pizza yapmaya karar vermişti, hamuru tüm kuvvetiyle yoğurdu. Hâlâ öfke doluydu hâlâ kafası allak bullaktı. Eşinin dün akşamki gizli saklı telefon görüşmesi geliyordu aklına. Aralarındaki soğukluk. Eften püften sebeplerle ettikleri kavgalar... Zihnin ucu bucağı yoktu, konudan konuya, anıdan anıya atlıyordu. Yok o yapmaz öyle bir şey diyordu şaha kalkan şüphelerini üfleyerek söndürmeye çalışıyordu.

Eşi pizzanın pişmesine yakın geldi. İsmail ona nerede kaldığını sordu. Eşi önce arkadaşlarıyla kahvaltı yaptıklarını sonra da alışveriş yaptıklarını söyledi. İsmail eşinin ellerine baktı, "sen hiçbir şey almadın mı?" diye sordu. Kadın bir anlığına kaşlarını çattı sonra hemen düzeldi yüz ifadesi "E çok para harcayınca kızıyorsun bana. Ne bu böyle canım sorguya çektin beni? İlla bir şey almak zorunda mıyım sırf alışverişe çıktım diye?"

İsmail'in yüzü kıpkırmızı oldu. Cevap vermedi karısına. Kadın lavaboya gitti. İsmail kendine engel olamadı, eşinin çantasını karıştırdı ve telefonunu buldu.

Eski şifresini değiştirmişti ama yenisini bulmak zor olmadı. Doğum yılı. Ne kadar da özgün bir şifre... Kalbi gümbür gümbür atıyor, elleri titriyordu. Karısı her an tuvaletten çıkabilirdi, onu telefonunu karıştırırken görürse kıyameti koparırdı. Hızlı hızlı mesajlara baktı, şüphe çekici tek bir mesaj yoktu. Kendini kötü hissetti İsmail. Falcının gazına gelip de girdiğim şu hallere bak diye kızdı kendine. Tam o anda fotoğraflara bakmış bulundu.

İsmail'in boğazına bir yumru oturdu. Kolay kolay gidecek gibi de değildi.

Fotoğraflarda eşi ve yabancı bir adam, yan yana, kol kola, yanak yanağa gülümsüyorlardı kameraya. Geriye doğru gitti İsmail. Eski fotoğraflara, o adamın olmadığı fotoğrafları aradı gözleri. Sanem'i gördü birkaç fotoğrafta, taşlar yerine oturdu. Demek eşinin arkadaşıydı bu sözde falcı Sanem. Duramıyordu, teker teker bakıyordu fotoğraflara. Kendisini gördü birkaç tanesinde. Gülümseyebildiği zamanlardan.

Eşinin lavabodan çıkışını duydu. Telefonu bırakamadı elinden. Ne yapacaktı? Ne soracaktı eşine? Ne diyecekti? Eşinin ayak seslerini duyuyordu, geliyordu, yaklaşıyordu. Yavaş adımlar atıyordu. Yorgun muydu? Enerjisini başkalarıyla paylaşıyordu demek. İsmail'e bir şey kalmıyordu demek.

Kapıda görününce "Bu kim?" diye sordu İsmail eşine, sesi sandığından daha sakin çıkmıştı. Kadın tuhaf tuhaf baktı İsmail'e. "Bana bunun kim olduğunu söyler misin?" diye yeniledi İsmail. "İş yerinden bir arkadaş." dedi kadın, mahcup. Sonra ağlamaya başladı.

İsmail de tutamadı kendini o da ağlamaya başladı.

- Bana bunu neden yaptın?

- Affet beni, şeytana uydum, seni çok seviyorum. Ama hayatım... Hayatım o kadar monotondu ki... Heyecan aradım. Özür dilerim, affet beni. Affet...

İsmail ne diyeceğini bilmiyordu. Çoktan tüm suçu üzerine almıştı bile. Başarısız bir kocaydı. Başarısız bir akademisyendi. Bu küçük şehir karısına dar gelmişti işte. Onu doğup büyüdüğü yerlerden çekip koparıp bu kuş uçmaz kervan geçmez ufacık şehre getirmişti. Ne sanmıştı ki? İstanbul'a taşınmanın bir yolunu da bulamıyordu işte, bulamıyordu, bulamıyordu! Hepsi onun yüzündendi. Enginlerde uçmaya alışmış bir kuşu alıp ufacık bir kafese tıkmıştı. Tabii ki ilk fırsatta kaçacaktı kafesinden.

Eşi özürler dilemeye devam etti. İsmail içinden kendine küfretti. Tam o an yeni kararlar aldı. Bırakacaktı memuriyeti. İstanbul'daki tüm özel üniversitelere başvuracaktı. Cüzi bir maaşa razı gelecekti. Belki ne zamandır hayal ettiği ticarete de o vesileyle atılırdı. Eşine bir fizyoterapi merkezi açacaklardı. Eşinin kabına sığmayan ruhu belki burada rahat ederdi. Ama hangi parayla?

İsmail planlar yapıyordu, karısı ondan özürler diliyordu, fırından da yanık kokuları geliyordu.