Yeşil Ceketliler

Yakup Karahan

Her akşam trafonun arkasındaki duvarda oturup kola-çekirdek yapan yedi kişiydik ve kararlaştırdığımız gün hepimiz yeşil ceketlerimizle aynı yerde hazır bulunuyorduk. Hepimizin yeşil ceket giymesi kararlaştırılmış bir şey değildi. Sadece ilk komite toplantımızı yaparken resmi olmak istemiştik. Ceketlerimizin yeşil olmak dışında bir ortak özelliği de geçen dönem muhtar adaylarından saadet terzisi sahibi Refik Abinin, ailelerimizi kendisine oy vermeye ikna etmemiz karşılığında bizim için dikmiş olmasıydı.

Toplantıya sırayla kendimizi tanıtarak başlamıştık. “Bendeniz mütekait postane memuru Asımoğlu Faik,” diyerek sıramı savdım. Bacak Necmi, simit satıyorum. Pomak Mehmet, İş-kura başvurdum haber bekliyorum. Nazar, aslında Nazaret; Açık Öğretim işletme okuyorum. Tatlıcı Münir, Ömür Pastanesi’nde çırağım. Çekirdek, çerez satıyorum. Ben de Rasim, iş arıyorum. Herkes kutsal amacımız için özel çağrıyla buraya gelmiş ve birbirini ilk kez görüyormuş gibi bir ciddiyetle kendini tanıtmıştı. Hava soğuk olduğu için hemen gündem maddelerine geçtik.

1.Şerife Nenenin bacası temizlenip, sobası kurulacak.

2. Aslında ilk maddenin devamı olarak, aynı gönüllülerce Şerife Neneye yakacak temin edilecek. Eğer yakıt parası tedarik edilemezse, Kerim Ustanın fırınından bir miktar oduna el konacak.

3. Mahallemizin elitlik ortalamasını yükselteceği öngörülen Eşekboğan yokuşu tepesindeki Yıldızkent sitesine dadanan hırsız tespit edilip derdest edilecek. Çaldığı demir, kablo, işçilere ait bir paket küp şeker ve kaçak çay iade alınacak, iadesi mümkün değilse hırsız gözetim altında çalıştırılıp yevmiyesi alınacak.

4. Bacağı kesilen İranlının kızına yeni ayakkabı alınacak. Aynı zamanda aileye Kerim Ustadan günlük ekmek sağlanacak. Kerim Ustanın ücretsiz ekmek vermeyi reddetmesi halinde gereği yapılacak.

İlk toplantı için ideal bir gündem görüşmesi olmuştu. Kendimizi başta mahallemiz olmak üzere insanların refah ve mutluluğuna adamıştık. Daha geçen bayram Yıldızkentin müteahhidi Ali Gündüz’ün bu yedi kişilik gruba tevdi ettiği yardım intikal vazifesinde gördüklerimiz hala aklımızdaydı. Kocası evi terk edince kundaktaki çocuğuyla ortada kalan kadın. Endişeyle, elimizdeki paketleri almakta kararsız kalan mülteciler. Hele babaları preste sıkışıp can veren dört kız çocuğunun bakışları. İlk kez bir işe yaradığımızı hissetmiştik. Avucumuzun içi gibi bildiğimizi zannettiğimiz mahallemizde bambaşka gerçekliklerle karşı karşıya kalmıştık. Zaten grubumuzun yepyeni bir misyonla yeniden teşekkülü bu sahneleri gördükten sonra olmuştu. Bu meyanda bize yeni bir ufuk kazandıran müteahhit Ali Gündüz beye minnettardık.

Yardım etme faaliyetine en yakınımızdan başlayacak, nihayet mahallede el değmedik ocak bırakmayacaktık. Dört maddede yer alan faaliyetleri aramızda paylaştırdık. Ben ve Nazar Şerife Nenenin bacasını temizleyip sobasını kurma işini üstlendik. Elimize poşet bağlayıp bacanın kurumunu çektik, soba borularını tek tek telle süpürdük. Bacanın ağzına da bordo rüzgâr gülü taktık. İşleri bitirip Şerife Nenenin ikram ettiği üzümlü kurabiyeleri yemeye başlamıştık ki Mehmet’le Rasim ağzı burnu kan içinde çıkıp geldiler. Kerim olacak kıtıpiyos bunları odun çalarken enselemiş. İçeri alıp kürekle bu hale getirmiş. Ali Gündüz almış bunları Kerim Ustanın elinden. Ali Gündüz nereden haber almış durumu. Meğer fırının adı var kendi yok sahibi Ali Gündüz’ün abisiymiş. “Bizden bu kadar,” dedi Mehmet ve Rasim. Hem Ali Bey bunlara inşaatta iş de verecekmiş. Yapmayın demedik. Tamam da demedik.

Şerife Nenenin elini öpüp evinden çıktık. Akşama doğru Kuyulu Kahvede Necmi, Münir ve Çekirdek’le buluşacaktık. Necmi sağ olsun dükkânda kalan poğaçaları İranlılara vermiş. Kerim Ustayla da görüşmüş, bedava ekmek almak için. Kerim Usta Nuh demiş peygamber dememiş. Mal sahibi olsa neyse, ama o da emanetçiymiş sonuçta. Hem sabah bizimkilerin yediği naneye ne demeliymiş. Çekirdek’le Münir inşaatı gözlemek üzere kalktılar. Hırsıza dair bir şey bulurlarsa birisi gözcü olarak kalmaya devam edecek, diğeri bize haber vermeye gelecekti. Aslında telefon etseler de olurdu ama birinin telefonu aramaya kapatılmış, diğerininse dakikası bitmişti.

Onlar gittikten sonra uykusuzluktan sol gözü kapanan Bacak’a bakıp Kerim Ustaya sövdüm. Bacak’ın gözü açıldı. Öyle deme abi, dedi. Derdin hası Kerim Ustada. Ne olmuş ki, dedim. Bir bir anlattı duyduklarını. Meğer Kerim Ustanın İstanbul’da okuyan kızı film yıldızı olmuş. Hani var ya Semra Yıldız. Vay be, Semra Yıldız Kerim Ustanın kızıymış ha. E, dedim ne güzel. Bildiğin gibi değil, dedi. Babasına rest çekmiş, telefonlarını açmaz olmuş. Öyle bir babam yok, diyormuş. Yapma be, dedim. Gözümün önüne salondaki divanda bağdaş kurup efkârla sigara içişi geldi Kerim Ustanın. Ona da elimizi uzatırdık ama önce bu haftaki meseleleri bitirmeliydik.

O gece Münir’den de Çekirdek’ten de haber gelmedi. Sabah karakolda olduklarını öğrendik. Meğer bizim ikili gece çekirdek yiyip inşaatı gözlerken, başlamışlar hırsızın nasıl iş görebileceğini tartışmaya. Yok, şuradan giriyordur, yok kabloyu şöyle kesiyordur derken iddialaşmışlar, tek tek inşaata girmeye çalışmışlar fikrettiklerini birbirlerine ispatlamak için. Gürültülerine uyanan işçiler de polise haber vermişler. Öğleden sonra mahkemeleri görülüp, verdikleri çelişkili ifadeler yüzünden tutuklandılar.

O gün tek olumlu gelişme Rasim’in kız kardeşi Yıldız’ın yeşil ceket giyip aramıza katılması olmuştu. Rasim grubumuzu, amaçlarımızı ve eylemlerimizi bir bir anlatmış Yıldız’a. Yıldız’ın söylediğine göre mahallelinin kahir ekseriyeti de haberdar olmuş bizden. Bunları Necati Abinin sosisli arabasının önünde konuşurken, Nazaret,

“Zo olmaz böyle konuşmak ayaküstü bu meseleleri, gidelim Sinan Abinin kahvesine orada mülaki olalım,” dedi. Mantıklıydı. Yedi kişiden arta kalan iki buçuk kişi, yeni kazanımla birlikte üç buçuk kişi olarak Sinan Abinin kahvesine gittik. Kapıyı açıp eşikte göründüğümüzde kahvehanedeki bütün başlar bize döndü, sonra alaycı parıltılarla dalgalandı yüzler. Neden sonra mahallelinin icraatlerimizden haberdar olduğunu hatırladığımda anlam verebildim ancak bu tavırlarına. Orta yerde bir masaya otururken yan masada okey atanlardan çopur yüzlü dingil bizden tarafa dönerek söylenmeye başladı. Ulan üç eldir içerdeyim, bi yardımsever çıksa da hayrına hesabı kapatıverse. Diğer lavuk cevapladı, parayı bizden yürütüp vermesinler de. Oralı olmadık. Konuşmamız gereken ciddi meselelerimiz vardı. Çopur rahat verecek gibi değildi. Sinan Abinin masasında süs olarak duran babadan kalma retro telefonu kapıp önümüze koydu. Abiler be, abiler ve hanım abla, ahizesi bozuk. Çözseniz siz çözersiniz ancak. Güya yardım etmemiz için dil döküyordu. Zavallı Sinan Abinin baba yadigârı. Bunun ne bizle ne de yapmak istediğimiz şeylerle bir ilgisi vardı ama neticede bir meydan okumaydı. Ahizenin içinde mıknatıs ve kablolar olduğunu hatırlıyordum. Problem bunlarla ilgili olabilirdi. Limon kesilen bıçağı kapıp ahizenin vidalarını söktüm. Açtığımda gördüm ki içi bomboş. Herhalde vaktiyle çıkarılmış olacak. Fakat kahvehanede bir kahkaha tufanı koptu. Kahkahanın bu türünü iyi tanıyordum. Bir zaafı ya da düşkünlüğü dillendirmek isteyen, bunu yaparken de gerek olsun ya da olmasın eğlenmek isteyen insanların dışarıdan taktıkları bir kahkaha çeşidiydi bu. Kaale almamalıydık. Yıldız köşedeki boş masayı işaret etti. Sandalyelerimize astığımız ceketleri alıp köşeye geçtik. Ahvali Yıldız’a özetledikten sonra tek gündem maddemize geldi sıra. Kerim Ustanın film yıldızı olan hayırsız kızı Selma. Zavallı adam kızının derdinden ne haldeydi. Mutlaka bir şeyler yapmalı, Selma Yıldız’ı, kendisi için saçını süpürge etmiş babasına biraz olsun merhamet etmeye ikna etmeliydik.

Önce Nazar’ın ortaya attığı fikir doğrultusunda Selma Yıldız’a hitaben dokunaklı bir mektup kaleme alıp, film şirketinin adresine yolladık. Aylarca cevap gelmedi.

Sonra Yıldız, Selma’ya nazı geçen bazı akrabalarını ya da dostlarını araya koymayı teklif etti. Fakat ne yazık ki iki yıl önce mahalleye taşınan Kerim ustanın hiçbir akrabasını ya da Selma’da hatırı olan dostunu tanımıyorduk.

En temiz teklifi Bacak verdi. Gidip yüzüne karşı yaptığının yanlış olduğunu, neden yanlış olduğunu ya da yaptığının ne olduğunu anlatmalıydık. Haklıydı. Sonucu en kestirme yoldan alabileceğimiz yol buydu. Tafsilatına girmek istemediğim şeyler yaşandı. Bacak’ın artık bir bacağının aksaması, Nazar’ın sol gözünün aylarca yarı kapalı kalması vs. Bir de mahkemelik olduk. Özel hayatın ihlâli, nitelikli dolandırıcılık, darp, sözlü taciz gibi bir sürü dosya. Karşı tarafın avukatı çok sağlam.

Bu süreçte çok önemli bir şey de öğrendik. Yıldız’ın anneannesi Kerim Ustaya kısırlığa karşı bazı ilaçlar terkip ediyormuş. Hepimiz Bacak’tan konuyla ilgili bir açıklama bekliyorduk. Valla bana da Şerife Nene anlattı her şeyi. Selma Yıldız televizyona çıkmıştı o sıra. Aha dedi Kerim Ustanın kızı ama hayırsız. Size söylediğim ne varsa hepsini sayıp döktü.

Bir de Selma Yıldız’ın bağlı olduğu yapım şirketinin sahibi Yıldızkent sitesinin müteahhidi Ali Gündüz’müş.

YEŞİL CEKETLİLER

Her akşam trafonun arkasındaki duvarda oturup kola-çekirdek yapan yedi kişiydik ve kararlaştırdığımız gün hepimiz yeşil ceketlerimizle aynı yerde hazır bulunuyorduk. Hepimizin yeşil ceket giymesi kararlaştırılmış bir şey değildi. Sadece ilk komite toplantımızı yaparken resmi olmak istemiştik. Ceketlerimizin yeşil olmak dışında bir ortak özelliği de geçen dönem muhtar adaylarından saadet terzisi sahibi refik abinin, ailelerimizi kendisine oy vermeye ikna etmemiz karşılığında bizim için dikmiş olmasıydı.

Toplantıya sırayla kendimizi tanıtarak başlamıştık. “Bendeniz mütekait postane memuru Asımoğlu Faik,” diyerek sıramı savdım. Bacak Necmi, simit satıyorum. Pomak Mehmet, İş-kura başvurdum haber bekliyorum. Nazar, aslında Nazaret; Açık öğretim işletme okuyorum. Tatlıcı Münir, Ömür Pastanesinde çırağım. Çekirdek, çerez satıyorum. Ben de Rasim, iş arıyorum. Herkes kutsal amacımız için özel çağrıyla buraya gelmiş ve birbirini ilk kez görüyormuş gibi bir ciddiyetle kendini tanıtmıştı. Hava soğuk olduğu için hemen gündem maddelerine geçtik.

1.Şerife nenenin bacası temizlenip, sobası kurulacak.

2. Aslında ilk maddenin devamı olarak, aynı gönüllülerce Şerife neneye yakacak temin edilecek. Eğer yakıt parası tedarik edilemezse, Kerim Ustanın fırınından bir miktar oduna el konacak.

3. Mahallemizin elitlik ortalamasını yükselteceği öngörülen Eşekboğan yokuşu tepesindeki Yıldızkent sitesine dadanan hırsız tespit edilip derdest edilecek. Çaldığı demir, kablo, işçilere ait bir paket küp şeker ve kaçak çay iade alınacak, iadesi mümkün değilse hırsız gözetim altında çalıştırılıp yevmiyesi alınacak.

4. Bacağı kesilen İranlının kızına yeni ayakkabı alınacak. Aynı zamanda aileye KerimUstadan günlük ekmek sağlanacak. Kerim Ustanın ücretsiz ekmek vermeyi reddetmesi halinde gereği yapılacak.

İlk toplantı için ideal bir gündem görüşmesi olmuştu. Kendimizi başta mahallemiz olmak üzere insanların refah ve mutluluğuna adamıştık. Daha geçen bayram Yıldızkentin müteahhidi Ali Gündüz’ün bu yedi kişilik gruba tevdi ettiği yardım intikal vazifesinde gördüklerimiz hala aklımızdaydı. Kocası evi terk edince kundaktaki çocuğuyla ortada kalan kadın. Endişeyle elimizdeki paketleri almakta kararsız kalan mülteciler. Hele babaları preste sıkışıp can veren dört kız çocuğunun bakışları. İlk kez bir işe yaradığımızı hissetmiştik. Avucumuzun içi gibi bildiğimizi zannettiğimiz mahallemizde bambaşka gerçekliklerle karşı karşıya kalmıştık. Zaten grubumuzun yepyeni bir misyonla yeniden teşekkülü bu sahneleri gördükten sonra olmuştu. Bu meyanda bize yeni bir ufuk kazandıran müteahhit Ali Gündüz beye minnettardık.

Yardım etme faaliyetine en yakınımızdan başlayacak, nihayet mahallede el değmedik ocak bırakmayacaktık. Dört maddede yer alan faaliyetleri aramızda paylaştırdık. Ben ve Nazar Şerife nenenin bacasını temizleyip sobasını kurma işini üstlendik. Elimize poşet bağlayıp bacanın kurumunu çektik, soba borularını tek tek telle süpürdük. Bacanın ağzına da bordo rüzgâr gülü taktık. İşleri bitirip Şerife nenenin ikram ettiği üzümlü kurabiyeleri yemeye başlamıştık ki Mehmet’le Rasim ağzı burnu kan içinde çıkıp geldiler. Kerim olacak kıtıpiyos bunları odun çalarken enselemiş. İçeri alıp kürekle bu hale getirmiş. Ali Gündüz almış bunları Kerim ustanın elinden. Ali Gündüz nereden haber almış durumu. Meğer fırının sahibi Ali Gündüz’ün abisiymiş. “Bizden bu kadar,” dedi Mehmet ve Rasim. Hem Ali Bey bunlara inşaatta iş de verecekmiş. Yapmayın demedik. Tamam da demedik.

Şerife teyzenin elini öpüp evinden çıktık. Akşama doğru kuyulu kahvede Necmi, Münir ve Çekirdek’le buluşacaktık. Necmi sağ olsun dükkânda kalan poğaçaları İranlılara vermiş. Kerim ustayla da görüşmüş, bedava ekmek almak için. Kerim Usta Nuh demiş peygamber dememiş. Mal sahibi olsa neyse, ama o da emanetçiymiş sonuçta. Hem sabah bizimkilerin yediği naneye ne demeliymiş. Çekirdek’le Münir inşaatı gözlemek üzere kalktılar. Hırsıza dair bir şey bulurlarsa birisi gözcü olarak kalmaya devam edecek, diğeri bize haber vermeye gelecekti. Aslında telefon etseler de olurdu ama birinin telefonu aramaya kapatılmış, diğerininse dakikası bitmişti.

Onlar gittikten sonra uykusuzluktan sol gözü kapanan Bacak’a bakıp Kerim Ustaya sövdüm. Bacak’ın gözü açıldı. Öyle deme abi, dedi. Derdin hası Kerim Ustada. Ne olmuş ki, dedim. Bir bir anlattı duyduklarını. Meğer Kerim Ustanın İstanbul’da okuyan kızı film yıldızı olmuş. Hani var ya Semra Yıldız. Vay be, Semra Yıldız Kerim ustanın kızıymış ha. E, dedim ne güzel. Bildiğin gibi değil, dedi. Babasına rest çekmiş, telefonlarını açmaz olmuş. Öyle bir babam yok, diyormuş. Yapma be, dedim. Gözümün önüne salondaki divanda bağdaş kurup efkârla sigara içişi geldi Kerim ustanın. Ona da elimizi uzatırdık ama önce bu haftaki meseleleri bitirmeliydik.

O gece Münir’den de Çekirdek’ten de haber gelmedi. Sabah karakolda olduklarını öğrendik. Meğer bizim ikili gece çekirdek yiyip inşaatı gözlerken, başlamışlar hırsızın nasıl iş görebileceğini tartışmaya. Yok, şuradan giriyordur, yok kabloyu şöyle kesiyordur derken iddialaşmışlar, tek tek inşaata girmeye çalışmışlar fikrettiklerini birbirlerine ispatlamak için. Gürültülerine uyanan işçiler de polise haber vermişler. Öğleden sonra mahkemeleri görülüp, verdikleri çelişkili ifadeler yüzünden tutuklandılar.

O gün tek olumlu gelişme Rasim’in kız kardeşi Yıldız’ın yeşil ceket giyip aramıza katılması olmuştu. Rasim grubumuzu, amaçlarımızı ve eylemlerimizi bir bir anlatmış Yıldız’a. Yıldız’ın söylediğine göre mahallelinin kahir ekseriyeti de haberdar olmuş bizden. Bunları Necati abinin sosisli arabasının önünde konuşurken, Nazaret,

“Olmaz böyle konuşmak ayaküstü bu meseleleri, gidelim Sinan abinin kahvesine orada mülaki olalım,” dedi. Mantıklıydı. Yedi kişiden arta kalan iki buçuk kişi, yeni kazanımla birlikte üç buçuk kişi olarak Sinan abinin kahvesine gittik. Kapıyı açıp eşikte göründüğümüzde kahvehanedeki bütün başlar bize döndü, sonra alaycı parıltılarla dalgalandı yüzler. Neden sonra mahallelinin icraatlerimizden haberdar olduğunu hatırladığımda anlam verebildim ancak bu tavırlarına. Orta yerde bir masaya otururken yan masada okey atanlardan çopur yüzlü dingil bizden tarafa dönerek söylenmeye başladı. Ulan üç eldir içerdeyim, bi yardımsever çıksa da hayrına hesabı kapatıverse. Diğer lavuk cevapladı, parayı bizden yürütüp vermesinler de. Oralı olmadık. Konuşmamız gereken ciddi meselelerimiz vardı. Çopur rahat verecek gibi değildi. Sinan abinin masasında süs olarak duran babadan kalma retro telefonu kapıp önümüze koydu. Abiler be, abiler ve hanım abla, ahizesi bozuk. Çözseniz siz çözersiniz ancak. Güya yardım etmemiz için dil döküyordu. Zavallı Sinan abinin baba yadigârı. Bunun ne bizle ne de yapmak istediğimiz şeylerle bir ilgisi vardı ama neticede bir meydan okumaydı. Ahizenin içinde mıknatıs ve kablolar olduğunu hatırlıyordum. Problem bunlarla ilgili olabilirdi. Limon kesilen bıçağı kapıp ahizenin vidalarını söktüm. Açtığımda gördüm ki içi bomboş. Herhalde vaktiyle çıkarılmış olacak. Fakat kahvehanede bir kahkaha tufanı koptu. Kahkahanın bu türünü iyi tanıyordum. Bir zaafı ya da düşkünlüğü dillendirmek isteyen, bunu yaparken de gerek olsun ya da olmasın eğlenmek isteyen insanların dışarıdan taktıkları bir kahkaha çeşidiydi bu. Kaale almamalıydık. Yıldız köşedeki boş masayı işaret etti. Sandalyelerimize astığımız ceketleri alıp köşeye geçtik. Ahvali Yıldız’a özetledikten sonra tek gündem maddemize geldi sıra. Kerim Ustanın film yıldızı olan hayırsız kızı Selma. Zavallı adam kızının derdinden ne haldeydi. Mutlaka bir şeyler yapmalı, Selma Yıldız’ı, kendisi için saçını süpürge etmiş babasına biraz olsun merhamet etmeye ikna etmeliydik.

Önce Nazar’ın ortaya attığı fikir doğrultusunda Selma Yıldız’a hitaben dokunaklı bir mektup kaleme alıp, film şirketinin adresine yolladık. Aylarca cevap gelmedi.

Sonra Yıldız, Selma’ya nazı geçen bazı akrabalarını ya da dostlarını araya koymayı teklif etti. Fakat ne yazık ki üç yıl önce mahalleye taşınan Kerim ustanın hiçbir akrabasını ya da Selma’da hatırı olan dostunu tanımıyorduk.

En temiz teklifi Bacak verdi. Gidip yüzüne karşı yaptığının yanlış olduğunu, neden yanlış olduğunu ya da yaptığının ne olduğunu anlatmalıydık. Haklıydı. Sonucu en kestirme yoldan alabileceğimiz yol buydu. Tafsilatına girmek istemediğim şeyler yaşandı. Bacak’ın artık bir bacağının aksaması, Nazar’ın sol gözünün aylarca yarı kapalı kalması vs. Bir de mahkemelik olduk. Özel hayatın ihlali, nitelikli dolandırıcılık, darp, sözlü taciz gibi bir dürü dosya. Karşı tarafın avukatı çok sağlam.

Bu süreçte çok önemli bir şey de öğrendik. Yıldız’ın anneannesi Kerim ustaya kısırlığa karşı bazı ilaçlar terkip ediyormuş.

Bir de Selma Yıldız’ın bağlı olduğu yapım şirketinin sahibi Yıldızkent sitesinin müteahhidi Ali Gündüz’müş.