7 Numaralı Maktul

Elif Ezgi Bektaş

Bir ses var kulağımda, ısrarla çalıyor. Nereden geldiğini kestiremiyorum. Acaba dış dünyada mı yoksa rüyada mı aranıyorum? Gerçekliğim, bedenim, yani ruhumun konakladığı vücut, şu an uyuyor mu? Sorular ve sorular... Kendime yöneltebildiğim sorular ve mantık kıyılarında gezinen iç sesim... Bunların hepsi zihnimin uyku dizgininden kurtulduğuna işaret değil mi? Uyanış. Evet, o ses yüzünden. Öfkeli, anlamsız, gösterişsiz, çapaklı bir uyanış. Varlığını bile unuttuğum kablolu telefon yüzünden. Babamın ne olur ne olmaz diye zorla bağlattığı o telefon, evet o, çalıyor işte. Olan olmuş belli; numarasını kimsenin bilmediği telefon çalıyor, üstelik daha gün aymamışken.

Ahizeyi kaldırır kaldırmaz tanıdık, telaşlı bir ses;

- Savcı hanım, az kalsın evinize gelecektim. Cep telefonunuzu defalarca aradım, açmadınız, sonra da bu numaraya eriştik. İyisiniz değil mi?

Bu Stajyer Mehmet. Telefonum sessizde kalmış olmalı. Nasıl unuturum?

- İyiyim Mehmet, duymamışım. Ne oldu?

- Vaka var. Olay yeri inceleme için sizi bekliyoruz, nöbetçi sizmişsiniz.

- Evet evet benim. Tamam, hemen bir ekip gönderebilir misiniz?

- Yoldalar zaten, on dakikaya orada olurlar.

***

Pazartesiyi salıya bağlayan araftayım; saat 03.30. Bulutsuz, yıldızlı, ılık bir Isparta gecesi. Takvim 16 Haziranı gösteriyor. Bu şehire geleli üç ay oldu, dünyaya geleli ise 26 yıl ve 2 ay. Herkes bilir, bu dünyada her gün insanlar ölüyor ve her gün birileri katil oluyor. Ben ise meslek hayatımda şimdiye kadar toplam 28 ceset ile tanış oldum, tam 54 fersiz göze baktım. 56 değil çünkü birinin gözleri oyulmuştu, her neyse. Şimdi başımı yasladığım polis aracında rüyalarıma buyur edeceğim 29. maktulü düşünüyorum. Kendisi bu şehirdeki 7. vakam olacak. Sahiden, merak içerisindeyim; bu güzel günde kim öldü? Kim daha bu yılın ilk karpuzunu yiyemeden, ilk üzümünü tadamadan göçüp gitti? Ve kim yaptı bunu ona? Temmuzu, ağustosu, eylülü... Bir sonraki yılı, uzayıp giden yaşamı ve son nefesini... Kim aldı ondan? Asıl merak ettiğim bu işte. Kim yıldızlı, güzel bir gecede katil oldu?

İlerideki ekip araçlarını görünce fark ediyorum; gitmekte olduğum yol bitmiş. Mavi-kırmızı ışık kümesinin yanına gelip duruyoruz. Önce derin bir nefes... Sonra kapıyı açıyorum, ayağımı yere basmamla Mehmet'in sesi;

- Savcı hanım hoş geldiniz. Hemen başlayalım mı?

İki yanı boş arazilerle dolu, toprak bir yol burası. Sağdaki arazideki kalabalık, maktulün nerede olduğunu işaret ediyor. Mehmet'e kafa sallayıp verilen eldivenleri geçiriyorum ellerime. Şeriti aşıp kalabalığı yararak;

- Merhaba arkadaşlar başlayabiliriz, diyorum.

Başlayalım bakalım. Başlayalım. Karşımdaki adam yüz üstü yatıyor, kolları iki yana açılmış. Uçlarından mavi olduğu anlaşılan gömleği bordoya evirilmiş. Çok kan kaybetmiş.

- Savcı hanım, maktul 1.85 boylarında, 80 kilo civarı, erkek. Saat 1 sularında karısını doğuma götüren bir köylü fark etmiş onu.

Çevresindeki kan ile ıslanan toprak parlıyor. Etrafta mermi kovanları ve minik et parçacıkları var, barutun kokusu hâlâ terk etmemiş havayı. Adamın yüzünü görmek istiyorum.

-Çevirin.

Alnındaki çukur yüzünden kaşı gözü kan içerisinde kalmış. Gömleğinde; ikisi sol göğüste, üçü karın boşluğunda, biri de sağ kolda olmak üzere 6 delik var.

-Savcım, tam yedi tane kurşun girişi var, beşinin çıkışı mevcut. Alnına isabet eden iki metre mesafeden atılmış gibi duruyor, diğerleri ise daha kısa mesafeden. Sanırım yere düştükten sonra üstüne boca edilmiş kurşunlar. Ve ayrıca hepsinin girişi ön kısımdan, adam öldürüldükten sonra ters çevrilmiş olmalı. Karnındaki ölü lekelerinden de 6 saati aşkın süredir burada olduğunu söyleyebilirim.

- Üstünden kimlik çıktı mı?

- Hayır savcı hanım.

Demek 7 numaralı maktulümüzün kim olduğunu bilmiyoruz ha. Bu isimsiz cesete iyice yaklaşıp dibine kadar sokuluyorum. Yanık et kokusu; kan, barut ve idrarınkine çarpa çarpa yüzüme vuruyor. Güçlükle adama odaklanıyorum. Kahverengi saçları yapış yapış. Burnunda belli belirsiz bir kemer var, bu bana bir şeyi anımsatıyor. Ağzı açık, kasları gevşemiş ve alt dudağı iyice üsttekinden ayrılmış. O da ne? Çenesinin altındaki o leke. O küçük, dalgalı, yuvarlak leke... Bu mümkün olabilir mi? Bu adam, o olabilir mi? Kumral saçlar, kemerli burun, o iz. Her şey tamam da o iz. Bu o mu? Hayır! Hayır! Olamaz. Ama olmuş işte; bu o.

- Yaklaşık 25 yaşında olmalı savcım.

- Hayır 27 yaşında.

- Şey tabii olabilir ama kesin diyemeyiz.

Diyebiliriz. Kesinlikle 27 yaşında, hatta nisanın 11'i doğum günüydü. Eminim, o İsmail ve 27 yaşında. Bizim İsmail o. Benim olduğu pek söylenemez ama bizim okuldaki İsmail işte. Arka sıradaki sessiz, vakur, kitaplarının ardında yaşayan çocuk o; İsmail işte. Bugün burada olma sebebim. Benim 7 numaralı maktulüm; İsmail.

- Yedi kovanı da bulduk, hepsi aynı silahtan ateş edilmiş.

Issız bir tarlada aynı silahtan yedi mermi... Ah İsmail, kim yaptı bunu sana? Düşmanın mı vardı? Para için mi kaçırdılar seni? Yoksa birinin canını mı yaktın? Tam 10 yıl önce; gözlüklü, sivilceli bir kızın canını yakmıştın, evet. Ama o kız bile öldürmediyse seni, başka kim yapar ki? Böyle bir ölümü hak etmiş olamazsın. Allah var, seni bu halde görmeyi çok geçirdim içimden. Önceleri yüzüne yedi tokat indirmeyi hayal ederdim, kalbine yedi kere bıçak saplamayı. En son göğsünde yedi kurşun yarası bırakmaya karar kılmıştım. Ama asla, asla icraate dökmedim bunları. Dökemem de İsmail, nedenini biliyorsun. Sadece istedim; ölmeni, soğuk bakışlarının bu dünyadan silinmesini, ukala sesinin bir daha kimseciklerin duymayacağı bir yere gitmesini istedim. Yedi kere cezanı çekmeni. Tam yedi kere ölmeni istedim. Ama böyle değil, burada değil, şimdi değil. On yıl önce istedim ben tüm bunları, 16 yaşındaki mağdur ve kalbi kırık kız çocuğu istedi. Bu zamanki ben değil, o istedi. Şu an karşımdaki manzara yıllar önce ona sunulsaydı pek tabii mutlulukla karşılayabilirdi bunu, ama şimdi ben, delinmiş kafatasına bakarken memnun olamıyorum. Kalbim sıkışıyor, midem karıncalanıyor. Ah İsmail…

-Alyansı var savcı hanım, evliymiş.

-İsim yazıyor mu?

- Evet, Dilek yazıyor.

Dilek mi? Bizim sınıftaki mi, gerçekten onunla evlendin mi? Vay be, demek ki tüm yaptıklarına değmiş İsmail. Bütün yalanlarına, o kızı korumana, benim hayatımı zindana çevirmene değmiş. Tebrik ederim İsmail, emeğin boşa gitmemiş, nihayetinde evlenmişsiniz. Artık sana kızgın değilim, hoş, olmamın da bir anlamı yok ama artık nefret etmiyorum senden. Ne yaptıysan doğru yapmışsın, çünkü gelecekteki karın için yapmışsın, ailen için. Aile için her şey yapılır değil mi? İftira da atılır, şahitlik de yapılır, her işe girilir. Ve sen de iyi ki yapmışsın İsmail; yalanlarının üstüne de olsa hiç değilse bir yuva kurmuşsun. Bak bana, ben dürüsttüm de ne oldu. Tek başıma cüppeli bir hayalet gibi dolanıyorum etrafta. Benim dürüstlüğüm, ilkelerim, doğrularım bir kap yalnızlıktan başka bir şey koymadı önüme. Uykularımı cesetlerle paylaşıyorum İsmail. Benim evim koca bir tabut. Oysa sen, evlisin, belki de babasın ki büyük ihtimalle mutlusun. Ben en son mutlu olduğumda lisedeydim İsmail.

-Civar köylerden olmayabilir, giysileri bir köylü için fazla pahalı.

Her zaman şık giyinirdin. Okul forması bile farklı dururdu senin üzerinde. Saçlarını biraz havaya kaldırıp sağa yatırırdın, güzeldin İsmail, herkes kadar güzeldin. Ama ben herkesten biraz daha güzel bakardım sana. Biraz daha sevecendim, sırf sev diye. Belki es kaza varlığımı fark edersin diye. Dudaklarının kenarında gözlerimle nöbet tutardım, ansızın bir gülüşünle denk geliriz diye. Şuan kana boyanmış, ayrık, dudaklarının gülüşüyle…

-Savcı hanım, maktulünki dışında iki farklı ayak izi tespit ettik.

İki kişi miydiler? Tek mi yakalandın? Oysa okuldaki boş beleş arkadaşların yanında olsaydı kimse bir şey yapamazdı sana. Ölmezdin ya da belki de birlikte ölürdünüz. Kim bilir? Sahi okuldan ayrıldıktan sonra hiç görmedim onları, hâlâ görüşüyor musunuz? Aynılar mı? Hâlâ her şeye kayıtsız ve duygusuz mu yaşıyorlar? Cevap yok mu? Her neyse, zaten artık görüşemeyeceksiniz. Artık kimse ile görüşemeyeceksin. Annen haberi duyunca kahrolacak, baban yıkılacak. Kardeşini düşünmek bile istemiyorum. Karının ifadesini alacağım, ağlamaktan beni tanıyamayacak bile. Eğer çocuğun varsa günlerce pencerede seni bekleyecek. Ah İsmail, bir daha hiçbirine gülemeyeceksin. Hiçbirine sarılamayacaksın. Ama şansa bak, benim rüyalarımda geziniyor olacaksın. Senden kurtulamayacağım. Kanlı yüzün günlerce silinmeyecek aklımdan. Hayat işte, benim de payıma dirini değil ölünü düşürdü. Söylemesi zor ama… Artık benim dünyama aitsin.

-Savcı Hanım bizim işimiz bitti, deliller öğleden sonra elinize ulaşır. Biz maktulün kimliğini tespit edip ailesine ulaşmaya çalışacağız.

- Komiser bey durun, onu tanıyorum, o İsmail. İsmail Koçak. Kütüğü Samsun. Ana adı: Gülsüm, Baba adı: Süleyman. Eşini bulduğunuz vakit bana haber verin lütfen.

***

Yorgunum. Seneler süren bir savaştan çıkmış gibi, evinin kapısını görünce gözyaşlarını teslim eden asker gibi. Yorgunum. En büyük düşmanımı yenmiş gibi. En yakın dostumu gömmüş gibi yorgunum. Hissizim. Yalnız. Ve içi boş. Nefretim özgür. Ruhum yarım. Evimdeyim. Ev kimsesiz.

Tüm perdeleri çekip saatleri yanıltmak istiyorum, dışarıdaki güneşten bana ne. Uyumak istiyorum, uyku en şefkatli ölüm. Şefkat istiyorum. Sessizlik istiyorum. Susun, hepiniz susun. Buzdolabının fişi çıksın. Kapı zilinin sesi kapansın. Telefonum sessizde kalsın. Ve sen, kablolu telefon, kablon kopsun, o ahizen bir daha kalkmasın. Hepiniz susun. Sokaktaki araba, korna çalma. Ayşe teyze, oğluna bağırma. Lütfen sessiz olun! Uyuyacağım. Yatağıma gireceğim ve o telefon hiç çalmamış gibi yapacağım. Uykuma, indirildiğim duraktan tekrar bineceğim. Ve deliksiz, uzayıp giden bir yolculuğa çıkacağım; uyuyacağım.

***

Karanlıkları bölen tanıdık bir ses; karanlıkları bölüp müdürün odasını, geçmişi aydınlatan o ses… Onu duyuyorum. Hayır efendim Dilek yapmadı, diyor. Sayıyorum; bu bir.

"Evet, onu odanızdan çıkarken gördüm." Bu İki.

"Evet Dilek o tenefüste benim yanımdaydı." Bu da üç.

"Hayır Dilek yapmadı." Dört.

Bir kız çocuğunun hıçkırıkları katılıyor bu sese.

"Hıçkırık, hıçkırık, hıçkırık..."

Ses devam ediyor.

"O yapmıştır, sabah sınava çalışmadığını söylüyordu." Ve beş.

"Ben Dilek'e kefilim hocam, o asla böyle bir şey yapmaz." Altı.

"Hem odanıza girdiğini o da inkar etmiyor, kesin o yapmıştır." Yedi, son. Sonuncu yalan da fırlıyor silahın namlusundan.

"Hayır, hayır ben yapmadım." Diye itiraz ediyor hıçkırıkların ardındaki kız. Açık yaralarının farkında bile değil. Islanan yüzünden, öfkeden ve nefretten bir haber. Yalvarıyor.

"Hayır, ben, hıçkırık... Ben sadece soru soracaktım, sınav kağıtlarını görmedim bile. Hıçkırık. Hayır, hayır hocam İsmail yalan söylüyor. Hıçkırık. Ben yapmadım. N'olur inanın bana, ben yapmadım. Ben yapmadım, hayır."

Zırrrrrr... Zırrrrr… Zırrrr… Ne çalıyor. Zırrr… Çalma, dur, istemiyorum. Zırrr… Yeter. Zırrrrr… Zııırrrr… Zııırrrr... Lanet olası telefon, sus! Sus artık. Zıırrrrrrr.

Gözlerim bir rüyanın pençesinden kurtuluyor. Uykuyla uyanıklık arasındaki tünelde elim ahizeye gidiyor.

-NE! NE VAR!

-Beni sen öldürmeliydin, hem de tam yedi kurşunla.

Hıçkırık.