Aylardır bulduğu en ufak izde çocuklar gibi sevinen adam şimdi bana donuk gözlerle bakıyordu. ‘Hayırdır?’ dedim, ”Pankreas kanseriymiş,son evre.” dedi. Ne diyebilirdim ki, babasına merhamet eden aşkla onu arayan adam onu son demlerinde yakalamıştı.
Bilet alalım hemen dedim, beni duymuyor gibiydi. İş çıkışı yetişeceği saate aldım biletini, onu misafir ederler mi, ne ile karşılaşacak hiç bilmediğim için otelden de yer ayırdım. Çantasını hazırladım, ağrı kesici de koydum çantasına, migreni tutabilir,doğrusu onun için endişeliyim. Her zaman dik duran bu güçlü adamın yufka bir yüreği var. Beni ona çeken de buydu.
Yirmi yıl önce fakülteye giden yolda, bir kediye şemsiye tutarken gördüm onu. Afedersiniz, yardımcı olacağım bir şey var mı, diye sordum. Kediyi göstererek ‘yaralı’ dedi. “Veterinere götürmeli, siz bekleseniz ben bir kutu bulup gelsem kucağa gelmiyor ancak bir kutuda götürebilirm veterinere.” diye ekledi. Ben dünden razıyım, o gün ona eşlik ettim. Kediye Yaralı ismini verdi, bir hafta geçti ya da geçmedi, bizim kedinin maşallahı var, “Bahtiyar olsun adı.” dedim , “Tamam” dedi ama o an gözleri başka başka sözler söylüyor gibiydi ya da bana öyle gelmişti. İnsanın sevdaya düşeceği olsun, bahaneden kolay ne var?
İki abisi bir annesi vardı Mehmet’in. Babası o çok küçükken terk etmiş onları, Almanya’ya gitmiş, işleri büyütmeye, sonra dönmemiş. Öldü belki demişler, kim bilir, neden nasıl bıraksın ailesini? Yıldız annem çok sonradan kabullenmiş terk edildikleri gerçeğini, Mehmet dirayetini annemden almış.
Beni istemeye geldikleri gün, babam çok kaba davrandı ona, abilerine ve hatta Yıldız anneme. O gün yer yarılsa içine girsem dedim. Bu dürüst insanlar Hüseyin Bey’in onları bırakıp Almanya’ya yerleştiğini söylediğinde, babam “Armut dibine düşer.” dedi. Bunu hatırlayınca bile yüzüm yanıyor. Mehmet’in bir abisi polis biri de avukat üstelik, o yoklukta zorlukta Yıldız annem pırıl pırıl yetiştirmiş evlatlarını, üçü de yıldız gibi parlak ve hal böyleyken babamın ettiği lafa bak. Evlatları da babasına çekermiş, ne bilecekmiş, nasıl güvenecekmiş?
Yıldız annem o gün asaletinden taviz vermedi, babamın bu densiz sözlerini nezaketle savuşturdu. “Bizden yalan söz duyacak değilsiniz, işte evlatlarım ve ben karşınızdayız, yıllar önce bizi bırakan adamın günahının vebalini çok çektik, siz de ben de evlatlarımız üzülsün istemeyiz, Mehmet’im pırlanta gibidir, Elif kızımı üzmez.” sözlerini hiç unutmadım rahmetlinin. Yedi yıl oldu vefat edeli.
Çok çekmiş Yıldız annem, ilk çocuğu doğumda ölmüş, ikinci doğumunda bir oğlu olmuş, bir iki ay yaşamış çocuk, yüzü gözü şişerek can vermiş, sonrasında üç doğum daha. Şükür ki onlar sağlıkla yaşamışlar, Mehmet ölen kardeşlerini öğrendiği gün doktor olacağım ben demiş.
“Baban Almanya’da iş kazasında öldü dediler bana, yedi yaşımda hasbelkader öğrendim babamın yaşadığını, aslında bizi terk ettiğini. Ona kızgınım ama merhametim, sevgim öfkeme galebe çalıyor.” diyerek anlattı babasını. Onu bulmak ister misin diye sordum o gün. Annem hayattayken asla olmaz, dedi. Haklıydı, Hüseyin bey vefasızlığın, acının, yüz üstü bırakılmışlığın temsiliydi Yıldız annem için.
Hüseyin Bey Almanya’ya gitmeden bir telefon almış eve, sık sık görüşürüz demiş.Önce her gün arıyormuş evi sonra aramaların arası açılmış, iki güne üç güne bir, iki haftaya bir ayda bir sonra kesilmiş aramalar. Telefonun kablosunu kesmiş Yıldız annem de ümidini kestikten sonra, eve gelen çocuklara oyuncak diye veriyormuş telefonu, bir gün ahizesini kırmış çocuklar telefonun. Mehmet “O gün kalbim de kırıldı, annem ve babam asla bir araya gelmeyecekti, ben babamı tekrar göremeyecektim bana kalan tek yadigar ahizesi kırık bu telefon.” demişti. Yatak odamızda, Mehmet’in yanı başında duruyor hâlâ o telefon.
Yıldız annem vefat ettiğinde yanında ben vardım, Mehmet maalesef ki bir kongre için yurt dışındaydı, annem birden fenalaştı o gece, yoğun bakıma aldılar, annem reddetti hastaneden çıkmak istedi. Evimde ölmek istiyorum diyen bu bu kadını nasıl kırabilirdik? Ertesi gün eve geçtik. Mehmet’le konuşmak istiyorum dedi, yanında sadece ben vardım. Mehmet’i aradım, anneme verdim.
Anne oğul son kez konuşuyorlardı, Mehmet ağlıyordu sesini duyabiliyordum. Hiç beklemediğim bir anda annem sözü Hüseyin beye getirdi. Mehmet’in babasına. İlk kez ondan söz ettiğini duyuyordum. “Allah senden razı olsun, iki cihan saadeti versin oğlum sana, hakkım helal olsun ama sakın babanı arama.” dedi. Sakın babanı arama, bu sözler beni annemin ölümü kadar sarmıştı, Mehmet ne yapacaktı? O konuşmadan sonra vefat etti annem, Mehmet ise ancak o gece dönebilmişti. Konuşmanın bahsini açamadım, ta ki Mehmet bana sorana kadar. “Annem Allah senden razı olsun dedi sonra sesi kesildi, gerisini duymadım, bir şey dedi mi?”
Hiçbir şey demedi, seni seviyorum dedi, onu duydun mu? dedim. “Duymadım.” dedi, ağlıyordu. Telefonumun ahizesi bozulmuş meğer, o an bozulmuş, kader Mehmet’imden yana değil de ne? Bunu asla söylemedim ona, ömrümde sevdiğim adamdan sakladığım tek şey bu.
Onu havalimanına bırakmak için evden çıkıyorum şimdi. Yıllardır hasretini çektiği babasına yolcu edeceğim onu. Kader bir kez daha Mehmet’e gülse ve babası ile birkaç ay vakit geçirebilse diye dua ediyorum.