Babamı Ararken

Mehmet Faruk Kurt

Mehmet Faruk Kurt

(İlgilisine: Bu hafta usta-çırak öykülerine ara verdim. İnşallah önümüzdeki hafta devam edeceğim.)

Çok sık kontrol etmediğim Facebook hesabıma girdiğimde bir hafta önce gönderilmiş bir mesaj olduğunu gördüm. Amina Altun isimli bir profilden gelmişti. Benimle aynı soyismi taşıyor olması ilgimi çekti, merakla mesajı açtım. Bozuk bir Türkçeyle yazılmış uzunca bir metindi.

Mehmet Bey diye söze başlıyor, Almanya’ya göçüp yerleşmiş bir Türk babayla, onun yerleştikten kısa bir süre sonra evlendiği Alman bir annenin tek çocuğu olduğunu söylüyordu. Anlattığına göre annesini bundan yedi sene önce, kırk beş yaşındayken kaybetmişler, babası da kısa süre önce rahatsızlanarak hastaneye kaldırılmış. Babası artık öleceğini düşünerek kızına yıllar önce Almanya’ya gelirken Türkiye’de bıraktığı çocukları olduğunu söylemiş. İsimlerini vermiş. Birinin adı Mehmet Altun’muş diyordu, buradaki tüm Mehmet Altun profillerine bu mesajı yolladığını, eğer o adam benim babamsa ona geri dönüş yapmamı istiyordu. Babasının adı Hüseyin’di.

Başımı iki elimin arasına alıp düşünmeye başladım. Birkaç haftadır babama ulaşmaya çalışıyordum. Yıllar evvel karısını ve üç oğlunu, onları ilk fırsatta yanına alacağını söyleyerek geride bırakıp Almanya’ya giden, gittikten birkaç ay sonra da bütün iletişimi kesen Hüseyin Altun’a. Konsolosluktan beklediğim haber, bizzat babamın kızından gelmişti. Geri dönüş yaptım.

Babamla yeterince ilgilenmiyorlar demişti Amina, yapılması gereken testler yapılmıyor. Çok para istiyorlar. Karşılayamıyoruz.

Babamın bilgilerini vermesini istedim ondan. Yardımcı olacağımı söyledim. Gerekli bilgiler elime ulaşınca derhal bünyesinde uzman doktor olarak görev yaptığım hastanenin yönetimiyle görüştüm. Uluslararası bir hastane olduğu için Almanya’daki hastanelerle ortaklık anlaşmaları vardı. Babamın testlerinin yapılması için bir hastane ayarlayacaklarının sözünü verdiler. Babamı görmeye gidebilmek için de yıllık izin dilekçemi verdim. Sabah erkenden Almanya’ya uçacaktım.

Eve gelince durumu eşime haber verdim. Her ne kadar ona haber vermeden her şeyi ayarlamış olmamdan rahatsız olmuş olsa da, o da gitmem gerektiğini düşünüyordu. Birlikte valiz hazırladık, ben yatmadan önce çocuklarla vedalaştım. Sabah da gün henüz doğmadan yola çıktım.

Amina’yla da akşamdan haberleşmiştik. Beni havalimanında karşıladı. Babamı sabah ambulansla evden almışlar. Taksiye binip hastaneye doğru yola çıktık. Yol boyu sessizlik hâkimdi. Hastaneye vardığımızda bilgi almak için babamla ilgilenen doktoru bulduk. Amina’nın tercümanlığıyla doktordan tıbbi terimler eşliğinde kısaca bilgi aldım. Amina’nın anlamadığı terimleri ben anlamıştım. Doktor babanıza şu anda PET testi yapıyoruz demişti. O ne diye Amina bana sordu. Kanser olup olmadığını test ediyorlar yani dedim. Gözleri doldu, ağlayarak koltuklardan birine oturdu. Ben de yanına çöktüm.

O ağlamaktan konuşamıyordu. Ben anlatmaya başladım. Babamın gittiği günü çok iyi hatırlıyorum dedim. İki abimle beni tek tek alınlarımızdan öptü. Anneme sıkı sıkı sarıldı. Yıldız Hanım dedi, hiç merak etmeyin, birkaç ay sonra sizi de yanıma aldıracağım. Almanya’da çok mutlu bir hayatımız olacak. Sonra çıktı gitti. İlk gittiğinde babam her gün arıyordu. Annem her akşam telefonun başında beklerdi. Daha telefon çalmadan ahizeyi kaldırırdı, uzun uzun konuşurlardı. Bir zaman sonra ilk önce konuşma süreleri kısalmaya başladı, annem daha önce her seferinde güler yüzle yerine koyduğu ahizeyi elleri titreyerek yerine koymaya başladı, daha sonra da telefon her gün çalmamaya başladı. Önce iki günde bir, sonra haftada bir, derken artık hiç çalmaz oldu. Annem telefonun yanına çektiği koltuğunda sabahlardı her defasında. Babam giderken biraz para bırakmıştı. Bıraktığı para bitti, elde avuçta bir şey kalmadı. Annem evdeki eşyaları sattı önce tek tek, sonra da limon tezgahlarında çalışmaya başladı. Canını dişine taktı, bizi okuttu. Adı Yıldız’dı, bir kutup yıldızı gibi bize yol gösterdi. Bir çocuğu polis oldu, biri hâkim. Ben de doktor oldum. Biz de onu yedi sene önce kaybetmiştik senin annen gibi.

Beni dinlerken sakinleşmişti. Anlatmaya başladı. Babam bir fabrikada çalışmaya başlamış dedi, Türklerle Almanların bir arada çalıştığı bir kumaş fabrikasında. Çok geçmeden annemi görüp âşık olmuş. Annem de genç, güzel, alımlı bir kadın. Kendimi tutuyordum dedi bana, gördüğümde başımı eğiyor, uzak durmaya çalışıyordum. Ama kaderin cilvesi, annem de babama vurulmuş. Babam ne kadar uzak durmaya çalıştıysa annem o kadar yaklaşmış. En sonunda başarmış babamın aklını çelmeyi. Bir sabah babam annemin koynunda uyanınca yaptığı işin pişmanlığıyla çılgına dönmüş. Çok geçmeden annem hamile kaldığını öğrenmiş, babama söylemiş. Babam da kabul etmek zorunda kalmış. Evlenmişler. Evlendiklerinde annem 22, babam 40 yaşındaymış. İlk ve tek çocukları olarak ben dünyaya gelmişim. Babam bir daha çocuk istememiş annemden. Yüzü olmadığı için de Türkiye’deki ailesiyle bütün iletişimini koparmış. Bu durumdan anneme de hiç bahsetmemiş. Annem bir trafik kazasında öldü. Onun acısını kaldıramadığım için yıllarca kendimi eve kapattım. Babamın emeklilik maaşıyla geçinmeye çalışıyoruz. Benim de hikâyem bu.

Türkçe’yi nasıl öğrendiğini sordum. Babam Türkçe’yi bir gün lazım olacak diyerek öğretmişti bana çocukken dedi. Annesi öldükten sonra da evde hep Türkçe konuşmuşlar.

Bir süre koridorda yürüyen insanları seyrettik. Az sonra babamı testten çıkardılar, odaya aldılar. Yanına girdim. Oldukça zayıftı, yanakları içine göçmüştü. Beni görünce Amina’ya oldukça zorlanarak bu kim diye sordu. Mehmet dedi Amina, oğlun. Bir süre bir şey söylemeden yüzüme baktı. Biraz sonra gel dedi, eğil yanıma. Eğildim. Oğlum dedi, ne yapsan, ne söylesen hakkındır. Ben çok kötü bir insanım. İşte herkesin geleceği gibi ben de yolun sonuna geldim. Yüzüm yok ama yine de beni affedin. Yorma kendini baba, dedim yumuşak bir sesle. Dinlen şimdi, bunları sen iyileştiğinde konuşuruz.

Amina’yla dışarı çıktık. Test sonuçlanıncaya kadar kesin bekleyecektim. Sonrasında duruma göre ne yapacağıma karar verecektim. Amina eve gitmeyi teklif etti. Otelde kalırım diyecektim ki, onun benim öz kardeşim olduğu aklıma geldi. Neden olmasın dedim. Yalnız önce eşime haber vermeliyim. Benim telefonum çekmediğinden Amina’nın telefonundan Elif’i aradım. Durumu anlattım. Kendine dikkat et dedi.

Beş gün sonra test sonuçlandı. Babam pankreas kanseriydi ve hastalık oldukça ilerlemişti. Doktor en fazla bir ay ömür veriyordu. Bu süreçte Amina’nın yanında olmam gerektiğini düşündüm. Neticede o benim öz kardeşimdi. Babam iki hafta sonra bir daha açmamak üzere gözlerini yumduğunda Amina’yla ben öz kardeş olmanın hakkını verecek kadar birbirimizi tanımış ve sevmiştik. Babamın defin işlemlerini oradaki Türk din görevlilerinin yardımlarıyla hallettikten sonra bir gece daha Amina’nın yanında kalmaya karar verdim.

Akşam eve vardığımızda Amina’ya bundan sonra ne yapmayı düşündüğünü sordum. Bilmiyorum dedi. Bu evden ve babamın emeklilik maaşından başka ne babamın ne benim hiçbir varlığımız yoktu. Artık maaş da gitti. Bu yaşıma kadar bir iş tutmadım ama sanırım artık bir işe girip çalışacağım.

Anne tarafından hiç tanıdığı olup olmadığını sordum. Annem ölmeden önce zaten çok nadir görüşüyorduk dedi. O öldükten sonra bir kısmı cenazesine bile gelmedi. Daha sonra da hiçbiriyle görüşmedim.

Benimle gel dedim ona. Sana ben sahip çıkarım. Bir ev açarız, ufak tefek işler yaparsın. Kendi kendine yeteceğin zamana kadar destek olurum.

Düşünmek için zamana ihtiyacım var dedi. Ertesi sabah uyandığımızda da, bugün vize işlemlerini başlatacağım dedi. Kahvaltıdan sonra evden birlikte çıktık. Ben havalimanına giderken, o da vize başvurusu yapmaya gidiyordu.