Ey Ulular Sizin Bana Öğretmediğinizi Ben Zamandan Öğrendim*

Emine Ecran Şenel

*Sezai Karakoç

İsmail’in neredeyse her günü aynı geçiyordu. Birkaç kişi dışında arkadaşı yok sayılırdı bu şehirde. Ama şikâyeti yoktu. O daha çok eşiyle vakit geçirmeyi seviyordu. Dışarıdan; içe dönük, sessiz, sakin görünse de özünde biraz çılgın, garip biriydi.

Balkonda çaylarını içerken, İsmail yine olmayacak düşlerini anlatıyordu Sevda’ya:

-Gel, memlekete tayin isteyip gidelim. Hatta sen istifa et. Ev yemekleri yapan bir kafe açalım. Ben iki işi birlikte yürüteceğime inanıyorum, sen de mutfak kısmıyla ilgilenirsin. Köşeyi döneriz valla.

-Of! İsmail başlama yine.

-Ne var kız, “hastaneden yoruldum” demiyor muydun? Hem ben de o arada profesör olurum kafenin adı da “Profesörün Yeri” olur. Hahahaa…

-“Çılgın çocuk İsmail. İsmaiiil. Kızma amcası daha çok cahil İsmaiil.” diye lisedeyken İsmail ile dalga geçtikleri şarkıyı söyledi Sevda. Gülüştüler.

Sevda, bardakları toplayıp tam içeri geçecekti ki İsmail elini tuttu “Yıldızlarımızı tutmadık nereye gidiyorsun?” dedi. Her akşam çay faslından sonra kendilerine yedi tane yıldız tutar, öyle geçerlerdi.

Bulaşıkları makineye atarken İsmail’i düşündü Sevda. Garip çocuktu şu İsmail, lise yıllarından beri göğün açık olduğu her akşam yedi yıldız tutmakta neydi? Ne zaman gül alsa Sevda’ya hep yedi tane alırdı. Hatta geçen sene isteme çiçeğini bile yedi gülle yaptırmıştı. Herkes beş yüz gül yaptırırken İsmail yedi gül ile gelmişti. Ama Sevda, seviyordu herkes gibi olmayışını. Belki de o yüzden sevmişti İsmail’i.

Sevda bulaşıkları hallederken, İsmail de her akşam yaptığı gibi ev telefonundan önce kendi ailesini sonra Sevda’nın ailesini arayıp hal hatır sormuştu. Evet ev telefonu. İsmail evde asla cep telefonu kullanmıyor, işlerini bilgisayardan halledip, görüşmelerini de ev telefonuyla yapıyordu. Ahizeyi eline almaktan, numaraları tek tek çevirmekten zevk aldığını söylüyordu.

İsmail elinde ahizeyle dalmış gitmişti. O da, Sevda’yı düşünüyordu. Sevda’nın gönlünün güzelliği yüzüne yansıyordu. İsmail’in bütün garipliklerine katlanıyor, hatta bazen ortak oluyordu. Memlekette arkadaşlarıyla oturup dertleşirken onlar eşlerinden şikâyetlenir, İsmail şikâyet edecek bir şey bulamazdı. Allah izin verirse üç ay sonra da oğulları olacaktı.

Sevda gelip oturdu, bir yorgunluk “huh’u” çektikten sonra “İsmail elinde ahizeyle nerelere daldın? Dıt dıt öttürüp duruyorsun zavallıyı.” dedi. Güldüler.

Sabah kahvaltıdan sonra İsmail, yine ütülü kıyafetlerini giymiş, bir yere gitmek için hazırlanıyordu.

“Nereye?” dedi Sevda.

-Küçük bi çılgınlık;) Dostları ziyaret edelim de biraz ufkumuz açılsın.

“Ben de geleyim miii?” dedi bir çocuk edasıyla Sevda.

“Gel.”dedi İsmail ve birlikte çıkıp gittiler.

Sevda hafif gülerek İsmail’i seyrediyordu. İsmail önce “Selam dostlar” deyip hal hatır sordu.”Bugün Sevda hanım da aramızda.” dedi Sevda’nın gülen gözlerine bakarak.

Ve kiminin kabir bahçesindeki otları temizledi, kiminin çiçeklerini sevdi, kiminin kabrini suladı. Sonra biraz dünyanın hallerinden bahsetti onlara. Herkesin ve her şeyin çok sıkıcı olduğundan, yaşamanın zorluğundan, insanların kötülüğünden bahsetti.

“Sizin keyfiniz kimsede yok valla.” dedi. “Tabi dünyadayken bizim gibi dininizden uzak yaşamadıysanız” diye de içinden geçirdi, kendi yaşamını düşünerek.

Dönerken yedi tane gül aldı eşine, İsmail. Eve gelince “Ufkumuz açılmışken bir şeyler karalayalım” diyerek defterinin başına geçti. Sevda da akşam yemeğini hazırlamak için mutfağa gitti. İçinde garip bir huzursuzluk vardı İsmail’in. Ahizeyi kaldırıp aileleri aradı, hal hatırdan sonra helallik istedi. Nedenini bilmiyordu ama içinden helallik istemek gelmişti.

Çay içerken yazdıklarını okudu Sevda’ya. Zaten yıllardır sadece Sevda’yla paylaşıyordu yazdıklarını.

“Profesör olunca bu yazdıklarımı kitap haline getireceğim ve profesör doktor yazar ünlü iş adamı İsmail Çeliker olacağım bana inan.” dedi İsmail. Sevda gülerek “İnanıyorum canım inanıyorum. Sende bu hırs, bu azim olduktan sonra bütün dünya devletlerini birleştirip âleme kral bile olursun.” dedi. Güldüler.

O akşam yıldız tutarken Sevda “İsmail neden yedi?” diye sordu. “Bilmiyorum Sevda’m bilmiyorum. İçimde yediye karşı garip bir his ve yakınlık var. Nedenini bilmiyorum.” dedi.

O sırada çok şiddetli bir patlama sesi duyuldu ve çığlıklar geliyordu uzaktan. İsmail hemen ayağa kalktı, Sevda’nın yalvarmalarına ve gözyaşlarına aldırış etmeden patlamanın olduğu yere gitti. Sabaha kadar yaralılara yardım etti.

Haberlerden duyduklarına göre patlamayı gerçekleştiren örgüt üyeleri tutuklanmıştı. Biraz olsun rahatladılar.

O hafta sonu kahvaltılarını yaparlarken kapı çaldı, polisler İsmail’in karakola kadar gelmesi gerektiğini söylüyorlardı. İsmail şaşkın bir vaziyette polislerle birlikte çıktı. Sevda da neler olduğunu öğrenmek için arkalarından arabayla gitti. İsmail’ in geçen haftaki patlama olayına karıştığını, örgüt üyeleri ile bir hukukunun olduğunu söylüyorlardı. İsmail ve Sevda şaşkındılar ama bunun iftira olduğunu bildikleri ve en kısa zamanda İsmail’in serbest kalacağını düşündükleri için içleri rahattı. İsmail’in dosyasında yazan suçlama çok saçmaydı; kim olduğunu bilmedikleri bir adam, “1.85 boylarında, 80 kilo görünümünde, kumral bir biyoloğun örgüt üyeleri ile görüştüğünü, onlarla balığa gittiğini” iddia ediyordu. Evet bu özellikler İsmail’i tarif ediyordu fakat İsmail bölümden bir kaç arkadaşı dışında kimseyle balığa gitmez, kimseyle görüşmezdi.

“Bunun iftira olduğu apaçık ortada, böyle saçma bir şey delil olamaz değil mi?” dedi Sevda, avukata. Avukat sadece “İnşallah.” diyebildi içini çekerek.

Yedi gün sonra mahkemesi oldu İsmail’in ve müebbet hapis cezasına çarptırılmasına karar verildi. Sevda’nın aklı almıyordu olanları. Görüş gününü iple çekti, güçlü gözükmeye karar vererek gitmişti görüşe ama İsmail’i görünce dayanamayıp ağladı. İsmail rüyasında yedi yıldız gördüğünü söyledi ““Neden yedi” demiştin ya işte yedinin sırrını çözdüm bu rüya ile Sevda. Belki yedi sene sonra belki birkaç yedi sene sonra çıkacağım. Bu rüya bunu anlatıyor, biliyorum.” dedi.

İsmail’in mektupları iki kısımdan oluşurdu birinci kısım Sevda’ya mektup, ikinci kısım defterine geçirilmek üzere yazılmış yazılar.

Bir mektubunda “Biliyor musun burada bana profesör diyorlar. Çok okuyup yazdığım ve tabi ki gözlük kullandığım için. Sana demiştim profesör olacağım diye:)

Şu, hani hayatını öykü olarak yazdığım Şakir vardı ya geçen bana” Ne çok yazıyorsun yazar mı olacaksın başımıza.” dedi.

“Evet ben yazar olacağım, profesör doktor yazar ünlü iş adamı İsmail Çeliker, dedim.

Bana, ne dedi hadi tahmin et “Çılgın çocuk İsmail” şarkısını söyledi;)” diye yazmış, Sevda’yı güldürmüştü.

Sevda, oğlunu ilkokula yazdırmaya giderken ağlamamak için kendini zor tutuyordu ama oğluna fark ettirmemeye çalışıyordu. Çünkü eşi ve oğlu için güçlü olmalıydı. Dönüşte çiçekçiye uğrayıp yedi tane gül aldılar. İsmail mektuplarında sıkı sıkı tembih ediyordu “Oğlumuza yedi yıldız tutmayı ve sana yedi gül almayı mutlaka öğret ve alıştır” diyordu. Sevda, her gece yedi yıldız tutup oğlunu yatırdıktan sonra bir eline ahizeyi bir eline İsmail’in defterini alıp ağlayarak uyuyordu.

Oğlunun okula başlayacağını öğrenen İsmail, mektubunda; “Oğlumuza her şeyi en doğru şekilde sen öğret Sevda. Onu kimseye bırakma. Bize her şeyi yanlış öğretmişler, ben burada anladım. Evet senin dediğin gibi avukat olsun oğlumuz ama ona adaleti sen öğret” diye yazmıştı ve deftere geçirilmek üzere gönderdiği yazısında da şunları yazmıştı;

“EY ULULAR SİZİN BANA ÖĞRETMEDİĞİNİZİ BEN ZAMANDAN ÖĞRENDİM*

*Sezai Karakoç Hızırla Kırk Saat şiirinden.

Ey İslam! Koru kendini Müslümanlardan.

Dininin gereklerini yerine getirmekle büyük fetihler gerçekleştirdiğini sanan,

Kendinden başka insanları küçümseyen,

Kendi grubundan başka grupları hep bir kaç basamak aşağıda gören,

Kendisi kesin cennetlikmiş gibi kardeşlerine cehennem bileti kesen Müslümanlardan kendini koru.

Ey adalet! Koru kendini hukukçulardan.

Para için dava satın alan ya da satan,

Makam için masuma suç üreten,

Mevkii için görmezden gelen,

Adaleti duvar yazısı sanan hukukçulardan kendini koru.

Ey çocuk! Koru kendini büyüklerden.

Seni sen olmaktan çıkarmaya çalışan,

Seni, kendisi yapmak isteyen,

Gözlerini, dinlemeden konuşan,

Söylemek istediklerini duymayıp, söyleyeceğin sözleri kendisi kuran

Kalbini sıkıp, beynine hükmeden büyüklerden kendini koru.

Ey maneviyat! Koru kendini dervişlerden.

Binlerce tespih çekip, tespihi gönlünde kardeşini sevemeyen,

Maneviyatın sevmekle bağı olduğunu bilemeyip, “benim işim sevgi işi” diyen Yunus’u anlamayan,

Bir kere gözyaşı silmeyip, hırka ve şal ile uçmak bekleyen,

Maneviyat sömüren dervişlerden kendini koru.

Ey yol! Koru kendini yolculardan.

Ey para! Koru kendini zenginlerden.

Ey gönül! Koru kendini gönüllülerden.

Ey güzellik! Koru kendini güzellerden.

Ey amaç! Her şey amacından şaşmış;)”

Bir gün İsmail’in hastaneye kaldırıldığına dair bir haber geldi. Sevda oğluyla hemen hastaneye koştu. İsmail felç geçirmişti ve artık belden aşağısı tutmayacaktı. Kahroldular. Hastaneden çıkınca ani bir kararla mahkemeye çıkarıldı İsmail, suçsuz olduğuna ve beraatine karar verildi. Tam yirmi sekiz yıl sonra yani dört tane yedi yılın ardından özgürlüğüne kavuşmuştu İsmail. Buna özgürlük denirse tabi.

Eve gelene kadar tanıyamadı şehri, her şey çok değişmişti. Sevda evi gezdirdi İsmail’e, “Bak İsmail, her şey bıraktığın gibi hiçbir şeyi değiştirmedim.” dedi. Telefonun yanına gelince ahizeyi ve defterini eline alıp ağladı İsmail.

İsmail tekerlekli sandalyeye ve yeniden dünyaya adapte olmaya çalışıyordu. Evine gelişinin yedinci gününde oğlu elinde bir kitapla geldi. Kitabın adı: Yedi, yazarı: Prof. Dr. Ünlü iş adamı İsmail Çeliker’di. İsmail çok şaşırdı, kitabı açtı, kendi yazılarıydı bunlar. Sevda’ya baktı

“Bu bendende çılgın.” dedi, güldüler.

Kitap kısa zamanda ülkede satış rekorları kırdı. Yedinci baskısı çıktı.