Ahize, Yıldız ve Yedi (7)
AKYILDIZ
-"Memleket mi, yıldızlar mı,
Gençliğim mi daha uzak?
Kayınların arasında
Bir pencere, sarı, sıcak."
-Nereden çıktı şimdi bu İsmail? Senin de ne zaman, ne söyleyeceğin hiç belli olmuyor vallahi.
-Allah aşkına Nedim, sen türküden ne anlarsın! Görmüyor musun şu üstümüzdeki yıldızları, etrafımızdaki ağaçları?
-Görüyorum. Ne olmuş yani?
-Gökteki yıldızlarla ilgilenmekten etrafındaki kayın ağaçlarını görmez oldun herhalde.
-Bu ağaçlar kayın ağaçları mıymış yani? Eh hocamızdan bir bilgi daha öğrenmiş olduk yine. Peki, o zaman sen de şuradaki yıldızın adını söyle. Bilecek misin bakalım.
İsmail kafasını kaldırıp Nedim’in işaret ettiği yıldızı görmeye çalıştı. Gökyüzünde o kadar çok yıldız vardı ki, hepsinin kendisine göz kırptığını düşündü bir an. İrili ufaklı bir sürü yıldız. Dikkatli baksa pek çok değişik şekiller çıkarabileceği kadar hem de.
Arada karısıyla birlikte balık tutmak için gelirdi buraya İsmail. Hem piknik yapıp hem de hafta sonları tam istedikleri gibi sakin ve huzurlu geçerdi. İkisi için de işlerin yoğunluğundan kaçış yeriydi burası.
Karısıyla geldikleri bir gün, geç bir vakte kalınca geri dönmeleri, o zaman fark etmişti gökyüzündeki ihtişamı. Yıldızlar ormanın içindeki büyük gölün üstünde o kadar güzel parlıyorlardı ki, İsmail bu gördüklerinden sonra mesken etmişti bu ormanı. Birkaç kez de Nedim ve samimi olduğu bir iki arkadaşıyla gelip kamp kurmuşlardı. Hepsi de beğenmişti buradaki ortamı. Fırsat buldukça kaçıp gelirlerdi artık. İçlerinden biri iyice heves edip bir teleskop bile almıştı. Zamanla, bir araya geldiklerinde gökyüzünün ve yıldızların muhabbetini yapmadan ayrılmaz olmuşlardı. Arada karısıyla da gelip vakit geçirse de, yeni yeni başlayan yıldızlara olan tutkusundan dolayı Nedim ve arkadaşlarıyla daha fazla gelir olmuştu.
Yine kamp yaptıkları bir gündü. Erken gelip, bir gün kalacakları yere, büyük gölün kenarına çadırlarını kurdular. Biraz yürüyüş yapıp, ardından sohbet muhabbet derken vakit hızla geçmişti. Koşa koşa gölün kenarına gelip oltalarını attılar. Akşama kadar balık tutmakla uğraştılar. İçlerinden yemek için kendilerine yetecek kadarını alıp, geri kalanını da salıverdiler göle. Balık ekmek yemek için harika bir gündü.
Akşam yemeğinin ardından Nedim dışındaki diğer arkadaşları, yanlarına teleskobu da alıp gözlem yapmak için uzaklaşmışlardı. Gelmeleri ise bir hayli geçi bulurdu.
İsmail, gölün kenarında bıraktıkları sandalyelerden birine oturup, ayaklarını uzattığı sırada Nedim de yanındaki sandalyeye geçip oturdu. İkisi de bir süre konuşmadı. Ortamdaki sessizliği İsmail'in biraz önce söylediği türkü bozmuştu. İçinden gelmişti İsmail'in türkü söylemek. Pek yaptığı bir şey de değildi halbuki. Bir kere sesi güzel değildi. Herhalde Nedim de ondan mütevellit susturmuştu ya onu. Neyse ki fazla üzerinde durmadılar. Şimdi ise işaret ettiği yıldızı görmeye çalışıyordu İsmail.
-Bir dakika! Ben hayal filan görmüyorum, öyle değil mi Nedim? Şu karşıdaki en parlak yıldız… Sirius yıldızı mı gerçekten?
Nedim, İsmail'in şaşkınlığına gülerek cevap verdi.
-Ya ne sandın? Tabi ki o. Oturduğumuzdan beri nasıl fark etmedin anlamadım doğrusu? Ay gibi parlıyor mübarek. Ne de güzel yaratmış Bedi' olan.
-Bu yıldız çok parlak Nedim. Ay olmasaydı onun yerini tutar diyeceğim neredeyse. Diğer yıldızlardan çok daha göz alıcı.
-Evet. Geçenlerde bir yazı okumuştum. Bu yıldızla alakalı. O kadar çok kültürde adı geçiyor ki şaşırır kalırsın. Mısır medeniyeti, Antik Yunan, Asurlular, Orta Asya halkları… uzar gider böyle. Kimileri Tanrı demiş, tapmış, kimileri ortaya çıkışına bir sürü mâna yüklemiş. Sirius yıldızı ve yedi hayvanla ilgili de bir şeyler vardı yazıda ama onu tam hatırlayamadım şimdi. Eski Türklerde ki yol gösterici Göksel Kurt bile Sirius'muş biliyor musun? Ben çok şaşırmıştım duyunca. Türkçesiyle Akyıldız yani…
Nedim, telefonu çalınca lafını kesip açmak zorunda kaldı. Karısı arıyordu çünkü. İsmail ise Sirius'a bakmaya devam etti. O kadar güzel bir parlaklık yayıyordu ki etrafına, sihriyle tüm bedenini kucaklıyor ve rahatlamasını sağlıyordu sanki. Bu büyüye kendini kaptırdığı esnada yıldızın birden bire parlaklığını artırıp, hızla önündeki büyük göle indiğini gördü. Gölün yüzeyinde gözlerini kamaştıran bir parlaklık oluşmuştu şimdi. İsmail şaşkınlıktan donup kaldı. Gözlerini kırpıştırarak ışığa doğru bakmaya çalıştı. Parlaklığın içinden kafası kurt, gövdesi insan şeklinde bir mahluk çıkmıştı. Elinde anahtar şeklinde bir de asası vardı. Hemen ardından iki tarafında yedi farklı hayvan belirmişti. Kurt başlı mahluk, yedi hayvanla birlikte İsmail'e doğru gelmeye başladı. Elindeki asayı uzatıp tam İsmail'e değdirecekken sıçrayarak uyandı İsmail. Nedim omzuna vurarak kaldırmaya çalışıyordu. Uyuduğunu ise o zaman fark etti. Kendine gelmeye çalıştı bir an. Yüzünde ki korkmuş ifadeyle Nedime baktı.
-Karımla telefonda konuşmak için gitim. Ne ara uyudun be İsmail? O kadar mı sıkıcıydı sohbetim?
İsmail, Nedim'in kendisine takılmak için söylediğini duymazdan geldi.
-Dostum, çok garip bir rüya gördüm. Tam zamanında uyandırdın beni.
-Uyurken kıçın açıkta kalmış İsmail, ondandır.
Nedim bu söylediğinden sonra gülerek çadırına doğru gidince, İsmail ciğerlerine temiz hava çekip cebinden telefonunu çıkardı. Karısının sesini duymak istemişti. Onun sesini duyup rahatlamaya ihtiyacı vardı. Çalan ev telefonunu açıp, ahizeyi kulağına götüren karısının sesini duyunca gözlerini kapattı. Dudaklarına yerleştirdiği tebessümle başladılar konuşmaya.