Pikaçu

Ayşe Akan

Masasının altında ayakkabılarını çıkarıp, rahatlamaları için parmaklarını oynatıyordu. O sıra, kapısının önündeki öğrenci kıkırdamalarını duydu. Yine birileri içeri girmeye çekiniyordu. Çekinip gitmiyorlar da... İlla ki girip sorular soracaklar, cevaplar alacaklar, dışarı çıkıp tekrar kıkırdayıp yollarına öyle gideceklerdi. Çekmecesinden oda parfümünü çıkardı. Bugün cuma olduğu için çorapları temizdi ama yine de "Ne olur ne olmaz ayaktır" diye düşünüp, ayakkabılarını giyip odaya parfüm sıktı. Eli ahizedeydi. Kapıyı vurdukları an, hemen ALO 171 sigarayı bırakma hattını arayıp, biriyle görüşüyormuş gibi yapacaktı. Sigara kullanmıyordu ama insanları başından savmak için sigarayı bırakma hattını kullanıyordu. Kapı ürkekçe vuruldu. İçeriye üç kız, dört erkek öğrenci girdi. "Sadece kızlar kıkırdıyormuş demek" diye düşündü.

İsmail ahizeyi yavaşça yerine bıraktı. Neden geldiklerini merak etmişti.

Erkeklerden biri:

-Hocam, girebilir miyiz, dedi.

İsmail:

-Tabi buyurun gelin, dedi.

Kızlardan biri:

-Hocam, dedi. Bazı geceler yıldızlar diğer gecelerde olduğundan daha parlak oluyor. Biz öyle gecelerde sizinle birlikte balık tutmaya gittiğimiz gölün kenarına gidiyoruz.

İsmail ahizeyi tekrar aldı eline. Muhabbetin onu hiç sarmayacağını düşünmüştü.

Erkeklerden bir diğeri aceleyle söze karıştı:

-Orada sabaha kadar kalıyoruz. Sizin gibi iyi değiliz balık tutmakta ama deniyoruz, yiyoruz, içiyoruz, ateş yakıp şarkı söylüyoruz.

İsmail hemen 171'i çevirdi, ahizeyi kulağına götürdü.

-Çocuklar acil olmasa aramazdım biraz bekleteceğim, dedi.

Kızlardan diğeri onu duymamış gibi anlatmaya başladı.

-Hocam geçen yine yıldızların pek parlak olduğu bir geceydi. Araşıp, buluşup gittik göl kenarına. Nereden olduğunu anlamadığımız bir hışırtı duyduk.

Bir başka kız:

-Ben korkudan ağlamaya başladım, hışırtı kesilmiyordu.

Bir erkek:

- Sesin geldiği yere doğru yürümeye başladık, yıldızlar daha da parlamaya başladı. Hepsi sözleşmiş bize hışırtının kaynağını göstermek istiyordu sanki.

İsmail meraklandı. Telefondaki ses çoktan "Sağlık bakanlığı sigara bırakma hattına hoşgeldiniz" demişti bile. İsmail içinden "Gelmedik, gidiyoruz" diyerek kapattı telefonu. İlgiyle dinliyordu.

Kız:

-Hocam gölün ilerisindeki kulübenin varlığından haberdar mıydınız? diye sordu.

İsmail:

-Evet, dedi.

Erkeklerden biri sordu:

-Hocam bu gece yıldızlar çok parlak olursa sizi çağıralım mı? Eşiniz hanımefendiden ben izin alırım.

Bir kıkırdama oldu tekrar. İsmail'in yanakları kızarmıştı, sinir ve utançtan. Eşinin ona olan sert tavrı herkesçe malumdu.

-Olur, dedi.

Çocuklar çıktı. Yanakları sık sık kızardığı için öğrencilerinin kendisine “Pikaçu” dediğini biliyordu.

Onlar çıkar çıkmaz kapıya dayadı kulağını.

"Sizce Pikaçu akşam gelecek mi?" dedi biri sessizce, yedisi birden kahkaha attı.

“Zalimler...” dedi, İsmail. Sinirlenmişti ama daha önemli bir şey vardı. Kulübeyi farketmişlerdi.

İsmail hemen eşyalarını topladı. Arabasına bindiği gibi göl kenarına gitti. Önce bir kova balık tuttu, sadece yedisini aldı gerisini göle bıraktı. Eline bir doktor eldiveni geçirdi. Balıkların kafalarını koparıp içlerini temizledi. Tam yedi balık kafasını göl kenarında bıraktı. Kulübeye doğru giderken dönüp baktı kafalara, bir yarım gülüş yaptı. “Ne istiyorum, bunları görüp dehşete mi kapılsınlar?” dedi. Kulübeye doğru yürümeye başladı.

Karanlık iyice çökmüş, vakit epey geç olmuştu. Yedi genç, yıldızların parlaklığına kapılıp yine göle gelmişlerdi. İsmail hocalarına ulaşamamaları onları üzmüştü. Gençleri bu göl kenarına ilk İsmail getirmişti. Onlar da çok beğenip devamlı gelmeye başlamışlardı ama İsmail’e burada bir daha rastlamamışlardı. İsmail’le bu kulübeyi keşfetmeyi çok istemişlerdi. Tam İsmaillik bir kulübeydi. “Pikaçu, morfolojik özelliklerini incelemek için her türlü bitkiyi, insanı, hayvanı bu kulübede hapsediyor olabilir” dedi içleriden biri sırıtarak. İsmail’in çalıştığı konular onları cezbediyordu. En son yazdığı makalesini okuyup, günlerce konuşmuşlardı. Dış kulak yapısının ve irisin parmak izinden daha hususi bir yapıya sahip olduğunu söylüyordu. 19. yüzyıldan beri adli bilimlerde kimlik tespiti için insan dış kulağı kullanılması onların da hoşuna gitmişti. “Pikaçu, bu kulak işinin üstüne iyi ki düştü, baya yürür buradan” dedi bir diğeri de. Böyle İsmail’den bahsederek yürürlerken ileride onun arabasını gördüler. Arabanın yanına vardıklarında İsmail’i görememeleri, yıldızların giderek parlaması ve hışırtının gelişi onları korkutmaya başlamıştı. Akıllarından bin bir türlü ihtimal geçiyordu. Düşündükleri doğru olabilir miydi? Yedisi de İsmail'i yedi ayrı senaryoyla kulübede hayal ediyordu.

Kulübeye yaklaştıklarında yarım asırdır açılmadığını düşündükleri kapının aralık olduğunu gördüler. Evet İsmail içerideydi ve kötüsü, onların buraya geleceğini biliyordu, hatta kapıyı onlar için açık bırakmış bile olabilirdi. Hepsi korku ve merakla ilerliyordu, geri dönüş yoktu. Kimi gözünü, kimi kulağını İsmail'in çalışmalarına kurban vereceğini hissetmişti. Ot sarmış basamakları dikkatlice çıkıp kapıdan geçtiler. İçerinin rutubetli havasına bir takım kötü kokular eşlik ediyordu. İsmail'in sesini duydular, telefonla konuşuyor olmalıydı. "Birazdan gelirler" diyordu. Korkuyla girip arkası dönük İsmail'i gördüler. Elindeki hiç bir telefona bağlı olmayan ahizeyi kulağından indirdi. Yüzünü gençlere döndü. Kendisine Pikaçu diyen öğrencileri tıpkı onun gibi kızarıp, bozarmışlardı. Büyük bir kahkaha savurdu onlara. "Geciktiniz!" dedi. "Halbuki yıldızları bugün erkenden parlattım çabuk gelesiniz diye" dedi. Bir içki masası kurmuştu. Evdeki kokunun sebebi ev yapımı şarap ve kızartılıp tabaklara birer tane pay edilmiş balıklardı. "İnzivaya çekildiğim kulübeyi bulmanızın cezası olarak biraz gerilmeniz hoşuma gitti, hoş geldiniz" diyerek öğrencilerini sofraya davet etti. Hep birlikte yiyip içerken bir yandan da kurduğu düzeneği anlattı öğrencilerine: Civarın elektriğini azaltıp yıldızların daha parlak gözükmesini sağlıyordu. Gençlerin korktuğu hışırtı da icadının çalışırken çıkardığı sesti.