‘‘Öncelikle ne kadar zorlandığımı bilmeni isterim. Benim için vakit ayırmak gün geçtikçe zorlaşıyor. Kendime vakit ayırdığım o güzide zamanlardan eser kalmadı. Her ne kadar kalabalık ortamlarda bir türlü rahat olamayıp beynimi kolumun altına yastık yapsamda maalesef şu sıralar geleceğim ile ilgili yapmış olduğum planlarda fazlasıyla beynimi kullanmak zorunda kaldım. Kendimi toparlamam biraz uzun sürdü. Üzerinde sıkça düşünmeye başladığım bir diğer konuyuda söylemek istiyorum, rakamların tanrısallığı. Sence de kendine çeken bir kelime değil mi? Her neyse önemli olan tabiki de ne düşündüğüm.’’
Yazdıklarımı sesli olarak okumak hoşuma gidiyordu. Tekrar elime kalemimi aldım tam beynime hücum eden birkaç kelimeyi kucaklamak üzere hazırda bekleyen bembeyaz kağıda ulaştıracaktım ki Aysel seslendi. ‘‘Fırat aradı, telefonuna bakmıyormuşsun. Eve gelmek üzerelermiş. Gelip bana birazcık yardım mı etsen acaba?’’
Böyle olunca kalemim kaşlarını çatmış gibi bana bakıyordu sanki bende hemen kenara bıraktım. Kağıdın kırışmamasına dikkat edererek üniversitede akademisyenlere dağıtılan ve aslında yıllarca çantamda seyahat etmiş olan geçenlerde varlığından haberdar olduğum üzeri yıldızlı dosyaya yerleştirdim. Çekmeceye dosyayı koyarken bir şey dikkatimi çekti. Bu mektupla birlikte yedinci mektubumu yazıyordum. Kendime yazdığım yedinci mektup. Neydi o deyim, kendi kendine konuşana deli mi diyorlardı? Haklılar tabi ben de öyle düşünüyorum bende kendi kendime konuşsam deli olurdum ama neyseki sadece yazıyorum. Bu sırada dizi geçmiş eşofmanımı ve tişörtümü çıkarıp katlayıp dolaba koydum. Bir pantolon ve bana çok yakıştığını düşündüğüm lacivert gömleğimi alıp giydim. Saçlarıma da aynada biraz şekil verdikten sonra Aysel’in yanına gittim. Mutfakta yine bir şeylerle uğraşıyordu. Evleneli 1 yıl olmuştu ama sanki çabuk tüketmiştik birbirimize ayırdığımız vakitleri. Sebebini şimdi düşünecek değildim ama tek bildiğim ona bakınca yıldızlar parlıyordu sanki, o sakinlik o ihtişamlılık Aysel’in yüzündeydi. Aysel bana baktı o sırada ve birbiri ardına bir sürü şey sıralamaya başladı, anlaşıldı yıldızlar yoktu bugün. Hemen yanına gidip işin ucundan tuttum, sofraya taşınacakları götürdüm. Kaşık ve çatalları yerleştirirken 7 kişilik bir sofra hazırladığımı farkettim. Her şey hazır sayılırdı o sırada kapı çaldı ve Aysel ahizeden seslendi. Bizimkiler gelmişti. Onlar gelir gelmez evde bir cümbüş kopmuştu. Hemen sofraya geçildi, herkes Aysel’e övgüler yağdırırken bende içimden ne kadar doğru bir karar verdiğimi düşünüyordum. Ayselle damak zevklerimiz, aile yapılarımız, örf ve adetlerimiz birbirine çok benziyordu. Bu da benim değişikliklere zor uyum sağlayan ruhum için bir kolaylıktı. Sofrada bizimkilerle yapılan muhabbetler vazgeçilmezdi tabii ama ben her nedense ilk başlarda çekiniyordum. Aysel’in fizyoterapist arkadaşı Gülnur ve eşi bir de benim akademisyen arkadaşım Hüda ile eşi gelmişti. Bir de Fırat. Bu arada bugün bir araya gelmemizin asıl sebebi benim haberim yokmuş gibi davrandığım ama Aysel’in gizli gizli organize ettiği doğum günümdü. Sofradan kalktık kızlar hemen sofrayı toparladı bizlerde koltuğa geçtik sohbet etmeye başladık. O sırada asla farkında olmayıp, şaşırarak(!) tepki verdiğim doğum günü pastam Aysel’in ellerinde bana doğru yaklaştı. Hepsine teşekkürler ederek dileğimi tuttum içimden ve tam muma üfleyecektim ki koskocaman bir 27 yazan mum bana bakıyor. Gerçekten bugünlerde sürekli rakamlarla uğraştığım için onlarda benimle mi uğraşıyordu? Bu sırada hemen sarılma faslına geçtiğimiz için aklım dağıldı. İlerleyen saatlerde Hüda ve Gülnur eşleri ile birlikte evden ayrıldılar. Bende kendimi aşırı iyi bulduğum ve Fırat’la turnuva haline getirdiğimiz satranç turnuvası için tam vakti olduğunu düşündüm. Yenilen pehlivan derler ya hani Fırat tam da öyle işte doymuyor yenilmeye. Hemde Fırat’la geçenlerde üzerine konuştuğumuz bu rakamlar konusunu tekrardan açmaya karar verdim. Ben konuyu açınca Fırat hemen atladı;
-Abi, sen hala o konuda mısın ya? ‘‘Söz insan icadıdır ancak rakamlar tanrısaldır.’’ sözü evet benide etkiledi ama o kadar da üzerine düşünülecek bir konu mu bilemedim.
-Fırat ben biraz araştırdım bu konuyu ve sanki aklım bana oyun oynamaya başladı şimdi de. Mesela tüm dünyada şansın sembolü olarak bilinen 7… Düşünsene haftanın 7 gün olması, 7 gezegen olması, 7 tane Kıta’nın olması gibi pek çok sır varmış.
-İsmail bence tamamen denk gelmiş şeyler bunlar.
-Hayır Fırat, mesela bugün dosyalarımı düzenliyordum ve 7. dosyayı yerleştirdim. Mesela bugün 7 kişiydik, hatta bak bugün de 27. yaşıma girdim. Hepsinin bir anlamı olduğunun düşünüyorum.
-Abi sanki biraz fazla mı takıntılısın. Tamam zeki bir adam olduğunu kabul ediyorum ama bu da biraz fazla oldu sanki.
-Bak bak en son tasavvufta da 7 sayısı ilahi ilimde kemalin zirvesi imiş hatta Tasavvuftaki zikirler en az 7 defa tekrarlanıyormuş.
-Al işte şimdide dine mi merak saldın, İsmail gerçekten güldürüyorsun beni.
Biz bunları konuşurken aynı zamanda da Fırat yenilmekle meşguldü ve bir serzenişte bulundu;
-Abicim olmaz ki ama böyle yaa, sen benim aklımı karıştırdın sonra da kazandın.
-Hep bir bahane, her bir bahane oğlum bir kere de kabullen işte yenemiyorsun beni.
Eh tabi haliyle biz böyle muhabbet ederken saat de baya geç oldu. Fırat da vedalaşıp ayrıldı evden. Aysel’le birlikte çaylarımızı alıp balkona çıktık. Sedirde duran battaniyenin altına gömüldük hemen. Yorgun hissediyordum kendimi, Aysel’e sarılmak bana iyi gelirdi böyle durumlarda. Sarıldım. Gökyüzünde bir sürü yıldız vardı ve yıldızlardan birisi de kollarımdaydı şu an. Aysel benim için Sirius yıldızıydı hani şu gökyüzünün ihtişamlı mücevheri ve en parlak yıldızı olan Sirius. Şu anın büyüsünü bozmak istemiyordum ve yapılacak işlerimi düşünmemeye karar verdim. Sıcacık çayımı yudumlayıp, Aysel’in bana anlatmakta olduğu bir şeyleri yarısında yakalayıp dinlemeye başladım. Bir anda aklıma hücum eden, ‘‘İnanamıyorum, bizim daire numaramız da 7.’’ düşüncesinden sonra yine Aysel’i dinleyemedim. Özür dilerim Aysel, bazen olur böyle şeyler.