Saat 7 sularında korkulu ama aynı zamanda heyecanlı adımlarla kulübeye girdi. Titreyen ellerle cebini yokladı. Bulduğu kartı yerine yerleştirdi. Yine titreyen ellerle tuşladı numarayı. Ahizeyi kulağına dayadı. Dııtt sesleri.. Neden burada olduğunu sorguladı. Neden ulaşmaya çalışanın sadece kendi olduğunu.
"Şu en küçük yıldızı görüyor musun? "
Birden irkildi. Ne kadar süredir elinde tuttuğunu bilmediği ahizeyi yerine bıraktı. Kendini hızla kulübeden dışarı attı. Yine aramış ve ulaşamamıştı. Bir sigara yakıp yürümeye başladı.
Bulduğu bir banka oturup cebinde kalan son bozukluklara baktı. Yeni bir kart alabilir miydi? Bu düşüncelerle kapandı gözleri.
"Şu en küçük yıldızı görüyor musun? " "Hayır göremiyorum" Yaşlı gözlerle uyandı. Gözyaşlarını silerken yıllardır tek yaptığının beklemek olduğunu fark etti. Daha farklı şeyler yapabilirdi. Çıkıp arayabilir, sorup soruşturabilir, anlatılanlara inanabilirdi.
Ama beklemeyi seçti İsmail. Tıpkı çocukluğunda güneşin batmasını beklediği hevesle beklemeyi .Güneş battığında bahçe kapısında heyecanla arkadaşlarını -aslında diğerlerinden çok Buse'yi - beklediği gibi.
Küçükken -yani beklemenin en acısız olduğu zamanlarda- her akşam 7 de mahalleden arkadaşlarıyla bahçelerinde toplanır , binbir kahkaha eşliğinde yıldızları seyrederlerdi. Yıldızların kenarına hayali çizgiler çekerek…
Şimdilerde o çizgileri yüreğine çekiyor, sızısı ise hiç geçmiyordu . "Şu en küçük yıldızı görüyor musun? " "Hayır göremiyorum" "O görünmeyen küçük yıldız sensin, görünmesen bile hep benimlesin"
Omzunu sıkıca kavrayan bir el ile irkildi. Serhat'tı bu en yakını, dostu. "Yine mi be İsmail! Deliye döndü annen. " Cevap verebilecek durumda değildi. İçine düştüğü hülyada öylece kalmak istiyordu.
Annesi yaşlı gözlerle açtı kapıyı. "Sağolasın Serhat oğlum sen de olmasan." Hiç konuşmadan odasına geçti.Kapalı kapı ardından gelen fısıltılar umrunda bile değildi.
Ertesi gün İsmail evden çıkmadan Serhat kapıda göründü. "Seni götürmem gereken bir yer var, sonrası sana kalmış. "
Yol boyu tek kelime etmediler. İsmail buğulu gözlerle Buselerin mahalleden ayrıldığı günü düşündü. Buseyi o küçük yıldıza benzettiği günü. Bu yüzden miydi acaba bunca şey?
" Unutma her akşam yedide." Atamadı bu sesi içinden. Hiç unutulmadı akşam yedi. Aylarca, yıllarca tam yedide kaldırıldı ahizeler heyecanla.
Serhat arabayı durdurdu. İsmail asla adım atmak istemediği o yere gelmişti işte. Buraya gelmek kabullenmekti;yıldızların ne kadar yakın görünse bile o kadar uzak olduğunu, çalan bir telefona heyecanla koşmanın da bir nimet olduğunu , artık beklememeyi.
Mezar taşındaki isme usulca dokundu İsmail. İçinde tek bir cümlenin ağırlığı "bazen ölüm yıldızlardan erken gelir ."
Mevlude Şahin