MELEK’İ ARAMAK
Doksan yedi. Yaz ayları. Karpuz dilimleri. Masadan gelen çatal bıçak sesleri. Bu seslerin arasına aşağıdaki kahvehaneden gelen okey taşlarının sesi karışıyor. Sonuç olarak yazlıktayız. Dünyadan uzaktayız sanki. Huzura açılıyor bütün pencereler. Henüz zaman ilerlememiş. Youtube’da eski şarkıların altına içten ve çocuk saflığında yorumlar yazmıyor kocaman adamlar. Yeterince aşık değiller demek ki henüz.
Elim sende desem. Yakalansan ve sen konuşsan Melek.
Elin bende. Benim aklımda bambaşka bir oyun. Domino taşları.
Öyle bir yerden dokunsam ki, hepsi devrilse. Beni huzura erdirse.
Muayenehaneye aceleyle girdim. Terapist bugün konuyu ona yani İsmail’e ayırmamızı istedi. Ben de bölük pörçük konuşmaya başladım:
-Sonsuza kadar susarak beni en derin kuyuya attığını bilmiyor. Onunla neredeyse hiçbir arkadaşlığımız olmadığı halde onu neden bu kadar sevdiğim konusunda bir cevap veremiyorum kendime. En kötüsü de bu bilinmezlik.
Aslında farkında mısınız bilmiyorum. Hayatımda çok daha fazla şeye üzülüyorum. Bu büyük resim değil. Biriyle arkadaşlık fırsatını duygularım yüzünden kaybetmek bile bana ağır geliyor yeterince. Başkalarının da benimle ilgili büyük resmi görmesini isterdim. Ama ben onlar için yalnız bir sevgi canavarı oldum. Bu ruhuma öyle ağır geliyor ki. Ben bu değilim. Bu değilim.
Dışarı çıktığımda biraz rahatlamıştım. İsmail’i düşünmemeye çalıştım. Hayatta her şey değişirken benim duygularımın değişmemesini garipsedim. Aradan kaç sene geçti. İsmail bile yaşlanmıştır belki şimdi, diye düşünüp gülümsemeye çalıştım.
Eskiden beri içedönük biriydim ben. Bir yerden sonra bu halin geçmesi gerekiyor. Bir pürüz gibi beliriyor ilerledikçe. Ailen endişeleniyor senin için. İnsan ilişkilerinde sorun yaşayabiliyorsun. O zamanlar haberim olmasa da ilerleyen yıllarda küçük çaplı tedaviler görmeme neden olacaktı bu durum. Melek’in beni sevmesine belki de. Melek neden hep böyle insanları seviyorsun? Neyi hatırlıyorsun onlara baktığında?
Annem öğretmendi benim. Emekli olduktan sonra bu yazlığa yerleşeceklerdi muhtemelen. Eskiden beri severdim burayı. Yol kenarında her mevsim açmaya yüz tutmuş çiçekler. Bisiklet süren çocuklar. Bu çocuklar yazlığa yakın olan marketten hep aynı dondurmayı isterlerdi. Buz parmak. Şimdi ne zaman bir 90’lar şarkısı açsam o dondurmalar geliyor aklıma. Limon tadı. O günleri hatırlıyorum sessizce. Böyle katlanıyorum ben hayata. Melek sen de böyle mi katlanıyorsun her şeye?
Ben Melek’i gerçekten sevdim. O bunu hiçbir zaman bilmedi. Aslında ben de bilmedim. Benim yüzümden çok acı çekti. Psikologa gittiğini falan duydum. Benim de hayatımda böyle dönemler olmuştu. Ama o daha ağır geçirdi her şeyi. Bunun için her zaman kendimi suçladım. Her zaman ona karşı kayıtsız kaldığım halde beni neden bu kadar sevdiğini düşündüm ve her şeyin sorumlusu olarak kendimi gördüm ister istemez. Muhtemelen benim üzülmememi isteyecek kadar da merhametliydi bana karşı. Bana yazdığı bir mailde anladım bunu. Kimsede görmediğim göremeyeceğim bir merhametti bu. Onunla ilk diyalogumuzu hatırlıyorum. Ona Küçük Prens’ten bahsetmiştim. Hatta param olmadığı için okul kütüphanesinden alıp ona kitabı hediye ettim. Mertlik de ayrılmamış bizden. Okuduktan sonra kütüphaneye geri götürecekti kitabı. Tembihlemiştim onu.
Yıllar birbirini kovalarken şans benden yana da güldü. Evlendim. Eşimin benden memnun olmadığını düşünürdüm bazı zamanlar. Eşim benim için özverili biriydi. Tekrar tedavi olmak konusunda beni ikna etmeye çalışıyordu. Kime ait olduğunu bilmediği bir cümle. Bunu eşeliyor devamlı. Eşime bakınca bazen bunu fark ediyorum.
İnsan anladığı ve anlaşabildiği insanla çiçek açar. Bunu gördüm onda. Yani İsmail’de. Aslında o da anlaşabildiği insanların yanında çiçek açıyordu. Bunun dışında kalan zamanlarda onu çok basit bir etkinliği yapmaya razı etmek dahi zordu. İsmail’in bu yönünü sevmezdim. Onu önemseyen bir eş olarak bunu ona belli etmemeye çalışırdım. O hissederdi hep bunu. Kendinden memnun olmadığımı sanarak üzülürdü bile.
Ben bir suç işlesem bana hak verecek kadar masumdu. Üstelik o bir suç işlese, hepimizi masum olduğuna inandıracak kadar da zeki bir adamdı. Kafasındaki olağanüstü kurgulara inanmış birisiydi adeta. Başka nasıl tarif edebilirim onu?
Ayakları kum olmuş şekilde içeri girdi eşim. Ona merhametli şekilde davrandım ve onun gönlünü aldım. Ben bir şeyler hazırlayayım dedi bir süre sonra. Yardım ettim sofra hazırlanırken.
O sabah telefon çaldığında ahizeye eşim diye koştum. Eşim yanımdaydı. Ama neden böyle oldu bilmiyorum. Arayan yakın bir arkadaşımdı. Önce anlatılanları anlamakta zorlandım. Melek’ten bahsetti. Vefat etmiş. Arkamı döndüm. Vazoda çiçekler vardı. Çiçeklerin katili oldum o ara. Çiçekler havada uçuşuyordu. Annem eve geldiğinde çiçeklere ne olduğunu sordu. Bir şey anlatamadım. Çiçeklerin katili olmaktan ağır bir suçum olmamıştı bu zamana kadar. Bunun da kendimce haklı sebepleri vardı. Melek’i düşündüm üzülerek. Onu üzdüğüm için onun katili de ben mi olmuştum?
Akşam oldu. Etrafımdakiler benim halimden endişe içindelerdi. Bir şeyim yok, dedim onlara.
Yıldızlara baktım. Melek’i orada bulmaya çalıştım.
Şeyma Subaşı