İkinci kattaki evin dış kapısı, salondaki açık pencerenin etkisiyle sert bir şekilde kapanınca daha yeni uyumuş olan kadın irkilerek uyandı. Komidinin üstündeki telefonu eline alıp kocası İsmail’i aradı. Kocasının iki aydır her gece çatı katında çalışıyor olması sinirini bozuyordu. Ama İsmail telefonu açmış olsa bu konuyu tekrar tartışmayacak “kapıyı bari yavaş kapat İsmail” diyerek geri yatacaktı. İsmail’in telefonu salondaki yemek masasının üstünden ses verince söylediklerini İsmail’e duyuramadı.
Günün ilk ışıklarına kadar çalışan İsmail, yedinci kattaki çatı dairesinden indiğinde saatler önce kalktığı yatağa geri girmedi. Hala uyuyan karısını uyandırıp kahvaltıyı hazırladığını söyledi. Kadın kendisine kahvaltı hazırlanmasına alışık değildi, şaşırdı. Evleneli bir yıl olmasına rağmen İsmail daha önce hiç kahvaltı hazırlamamıştı. Hazırlanan pazar kahvaltısı kadını sevindirse de suratı asık bir şekilde masada oturuyordu.
“Bari yedinci kata bir yatak atalım orda yatalım İsmail? Ne zaman bitecek bu işlerin?
Oturdukları evi kiralarken apartmandaki tüm dairelerin sahibi olan adam, yedinci katta odalardan birinde asansörün motorunun bulunduğu üç odalı bir çatı dairesinin olduğunu söylemişti. Daha sonra İsmail çok cüzi bir miktar ödeyerek burayı da tuttu ve araştırması için kullanacağı malzemeleri koydu. İsmail’in karısı hem bu malzemelere ödenen paraya, hem de eve geldiğinde de İsmail’in çalışacak olmasına bozulmuştu. Ama lise yıllarından beri tanıdığı bu adamın ne kadar hırslı olduğunu ve özellikle şimdiki çalışmasının İsmail’in çok istediği Amerika serüvenini başlatabileceğini, harcanan paralarınsa bu işten gelecek gelirle on katıyla geri dönebileceğini biliyordu.
Kadının sorusunu “Az kaldı. Daha güzel bir hayat için biraz daha sabredelim sadece” diye cevapladı.
İsmail pazarları çok önemli bir işi olmadığı sürece balık tutmaya giderdi, genellikle de yalnız olurdu. Öyle kafa dinleyeceğinden falan değil, çok arkadaşı yoktu İsmail’in Isparta’da. Bu pazarsa karısını da götürecekti. Son zamanlarda onunla vakit geçiremediğini fark etmiş, yaptığı işlere onu da dahil etmeye çalışıyordu. Yıllar önce İsmail’in annesi, kocasını çocuklarıyla hiç ilgilenmemekle suçlar dururdu. Baba da kadın ne zaman bu konuda öfkelense İsmail ve İsmail’in küçük kardeşini alır balık tutmaya götürürdü. Balık tutma merakı o günlerden gelen İsmail, yıllar sonra ilgisizlikle suçlanınca yine babasından öğrendiği gibi yapıyordu.
Yarım saatlik bir yolculuğun ardından vardıkları gölde birkaç ufak balık tutmuşlardı ama ufaklıklarına acıyıp suya geri atmışlardı. İki tane kamp sandalyesini bir kayalığın, kıçlarını da kayalıktaki sandalyelerin üstüne koymuş fazla konuşmadan oturuyorlardı. Birinin konuşması gerektiğini düşünen İsmail:
“Biliyor musun dün gece iki saat yıldızları izledim. Gökyüzüne bakmak hoşuma gidiyor. Kendimi daha bir özgür hissediyorum. Zaman zaman yeryüzü dar geliyor gibi oluyor. O an diyorum ki mikroskop yerine teleskop almalıydım. Yine de bakmayı en çok sevdiğim şey senin yüzün tabi. Türkiye’den uzaklaşmak istediğimi biliyorsun. Hiç olmazsa Isparta’dan gitmek bile işe yarar. Ama ben burada da sen yanımdayken dünyanın en güzel şehrindeyim.”
Kadın kocasına anlamsız bir ifadeyle uzun uzun baktı ve gülümseyerek:
“Seni gerçekten anlayamıyorum İsmail. Beni sevdiğini söylemek istiyorsan teşekkür ederim. Ben de seni seviyorum. Onun dışında senin gözün hep yükseklerdeydi zaten. Teleskop fikri iyi fikirmiş.”
“O ne demek şimdi? Yükseklerde olan neymiş? Hem ben kendim için mi istiyorum? Allah aşkına söyle. İkimiz için daha iyi bir hayat, daha güzel bir iş istemiyor muyum? Bazen gerçekten ben de seni anlayamıyorum.”
“ Ne dedim şimdi ben? Haftalardır evde durduğun yok. O boktan çatıda yaşıyorsun. Ne için? Amerika’da okula kabul edilcekmiş de daha güzel bir hayat olcakmış. Ya İsmail sordun mu sen bana hiç? Memnun musun, ne istiyorsun diye? Ben memnunum burada da. Sadece çalışmanı istemiyorum. Yeter işte neyimiz eksik? Daha fazla parayı ne yapacağız İsmail ? Isparta’da da aynı gökyüzü Amerika’da da. Hem mis gibi şehir? Sanki Paris’te mi büyüdük biz? Bazen gerçekten burnun çok havada .”
İsmail tam söze girecekti ki kadın buna izin vermedi. “Sus İsmail, sadece sus. Seni seviyorum ve daha yirmi yedi yaşındayım. Seninle birlikte gençliğimi yaşamak istiyorum. Sen bunları bir düşün sevgilim.”
İsmail bu konuyu eve dönüş yolunda düşündü. Ama ailesi için sorumlulukları olduğu kanaatindeydi. Yarın öbür gün çocuk olursa iyi eğitim almalıydı. Devlet okullarının durumu belli diye düşündü. İyi bir özel okul şart. Apartmanlar modern çağın gerekleri olabilir. Ama güzel garajlı, bahçeli bir ev de fena olmaz. Tabi muhit de önemli. Kimse kusura bakmasın bizim doğduğumuz mahallelerde tiner çekeni, gaspçısı boldu. Bok yoluna mı okuduk? Elit muhitte yaşamak lazım. Tamam çok para olmasa da fukaralardan keskin çizgiyle ayrılmak lazım. Ezilenler hareket etmediği için ezilmiştir. Karım bazı işlerden anlamıyor olabilir. Olsun, anlamasın. Üniversitedeyken farklı milletlerden sevgililerim olmuştu. . Amerika ayrı bir dünya. Oradaki kadınlar da her halttan anlarlardı. Belki de bu yüzden sevemedim onları. Her şeyden anlayan kadın iyi eş olmaz diye düşünüyorum. Aslında Amerika’daki kadınların da çok bir boktan anladıkları yoktu da. Yine de geri döndüğümde onunla- lise aşkımla evlendim. O da biliyor onu ne kadar sevdiğimi.
“İsmail? İsmail? Kırmızıda geçtin. Ne düşünüyorsun bu kadar? Uykusuzluktan helak oldun zaten. İstersen ben kullanayım.”
“Hiç. Ne düşüneceğim? Yol boştu, geçtim. Benim şu proje bitince tatile Amerika’ya gidelim. Hem ben de eski dostları özledim.” İsmail’in karısı kendini tutamayıp bir kahkaha attı ve “ Ben sana zamanında iyi aşık olmuşum İsmail” dedi.
Karısının sitemlerinin etkisiyle o akşam İsmail, çatı katındaki laboratuvarvari daireye çıkmadı. Az uyumaya artık alışmış olan bünyesinin yaptığı kıyak sayesinde iki saat uyuduktan sonra kalktı ve adımını usulca kapattığı evin dış kapısından apartmanın koridoruna attı. Çağırdığı asansöre her zaman olduğu gibi yedinci kata çık komutunu verdi. Beşinci kat dolaylarında sallanmaya başlayan asansör, biraz daha yukarı doğru hareket etikten sonra karanlığa bürünerek çalışmayı bıraktı.
Kabin neredeyse zifiri karanlığa bürünmüştü. Yalnız fosforlu renklerle kendini belli eden alarm düğmesi seçilebiliyordu. Defalarca bastığı düğmenin herhangi bir alarmı çaldığı veya ses çıkardığı söylenemezdi. Cep telefonunu yanına almış olsaydı ışığıyla etrafı görebilirdi. Sigara içmediğinden çakmağı da yoktu. Bir buçuk metrekarelik bir alanda kör kalmıştı. El yordamıyla bulduğu yedi rakamının olduğu tuşa defalarca bastı. İşe yaramayınca kabindeki tüm tuşları denedi, hareket ettiremedi.
Bağırmaya başladığında birinin onu duyacağından emindi. “ Kimse yok mu? Asansörde kaldım. Heeeyy !! Lan asansörde kaldım. Alooooo!! .” Bir yandan bağırıyor bir yandan da aniden düşmesinden korktuğu kabini yumrukluyordu. On beş dakikadır bir türlü asansörde kaldığını kimseye anlatmayı başaramamıştı. Aklına beşinci ve altıncı katların iş yeri olarak kullanıldığı geldi. Gece vakti kimse kalmıyordu. Bunu hatırladığında ağlayacak gibi oldu, ağlamadı.
Sakinliğini korumaya çalıştı bir süre. Derin nefesler alıp verdi. Muhakkak kurtaracaklardı onu. Herkesin başına gelebilirdi asansörde kalmak. Sorun yoktu. Bu düşüncelerin ardından aklına kabindeki telefon geldi. Evet bir telefon vardı. Ne işe yarıyordu ki bu? Kesin alarmı bu çalacaktı. El yordamıyla telefonu buldu. Ahizeyi kaldırdı. Hiçbir ses yoktu. Bir iki kere alo dedi. Cevap yok. Telefonun yanındaki tuşları fark etmesi birkaç dakikasını aldı. Artık terlemeye başlamıştı. Kabinde mahsur kalmak herkes için zor bir durumdu. Ama İsmail ayrı bir zorlanıyordu. İsmail’e özgürce yıldızlara bakarken bile dünya dar geliyordu. Şimdi burası Allah korusun tabut gibi geliyordu ona. Derin nefeslere devam etti. Aklına böyle benzetmeler getirmemeye çalıştı. Bir şekilde telefondan 112’yi aramaya çalıştı. Tuşlara bastığında dıt dıt dıt sesi geldi. Telefonun çalıştığını anladı. Ama 112’yi aramayı başaramamıştı.
Ahizeden “ Huzur Asansör acil durum ve arıza bildirme hattı. Teknik destek hattına ulaşmak için lütfen herhangi bir tuşa uzunca basınız.” Diyen bir ses geldi. Bu sesin ardından biraz olsun rahatlayan İsmail, eline ilk gelen tuşa öyle sert bastı ki parmağı acıdı.
“İyi geceler Huzur Asansör teknik servis. Ben Burak.”
“ Ben.. Asansörde kaldım. Beni çıkarsınlar, birilerini yollayın.”
“Efendim öncelikle geçmiş olsun. Sakin olmanızı tavsiye ederim, derin derin nefes alın. Asansör kimlik numarasından yerinizi saptayamadım. Siz adresi söyler misiniz ?”
Telefondaki ses adresin Isparta’da olduğunu anladığında :
“Yalnız biz Antalya dışına hizmet vermiyoruz. Sesinizi kimseye duyuramadınız mı ?”
“ Duyuramadım kardeşim. Ne yapacaksın Antalya’da değilim diye beni burada mı bırakacaksın?”
“ Beyefendi anlıyorum ama servis yollama ihtimalim yok ne yazık ki. Ama sizin için itfaiyeyi ve ya istediğiniz bir başka numarayı arayabilirim. Mahsur kaldığınızı haber verebiliriz.”
“ İtfaiyeyi ara gelsinler çıkarsınlar direk beni. Adresi vereyim mi tekrardan sana? Yalnız söyle çabuk geliversinler.”
“ Adresi kağıda yazmıştım ben hürriyet caddesiydi değil mi ?”
“ Evet Hürriyet Caddesi. Numara yedi Çoban Apartmanı. İsim Burak’tı değil mi ? Telefonu kapatma Burak. Bak burada bir saattir kafayı yiyeceğim. Ben çıkana kadar konuşalım olur mu ?”
Telefondaki ses birkaç saniye sustuktan sonra “ Olur ama çağrı gelirse kapatmam lazım ona göre” dedi. Ve itfaiyeyi aradığını yolda olduklarını söylediklerini ekledi.
“ Hemen gelir itfaiye değil mi? Çıkarmazlarsa havasızlık bitirecek beni burada. Hiçbir yeri de göremiyorum. Elektrikler gitti herhalde. İnsan elektrik gidince bir asansörü kontrol eder değil mi? Aidata geldim mi istemeyi biliyorlar.”
“Sakin kalmak önemli şimdi. Hem o kadar da korkmayın. En geç bir saate oradan çıkmış olursunuz diye düşünüyorum. Bu arada sizin isim neydi abi?”
“İsmail. İsmim İsmail kardeşim. Doğru diyorsun da ben burada vallahi çok daraldım. Kendimi hiç bu kadar berbat hissetmemiştim.”
“Abi sakin ol. Gelecekler işte birazdan.”
“Ben biyoloğum. Burada üniversitede çalışıyorum. Son kata yukarıya aletleri falan koydum. Orada çalışıyordum. Hiç de bu gece çalışasım yoktu, biliyor musun? Benim hanım da çok çalışıyorum diye kızıyor zaten. Bizim daire ikinci katta, çatı dairesi yedide. Şimdi merdivenle de çıkılmıyor.”
“Doğru zor olur merdivenle abi.”
“ Çatıdan yıldızları izlemek de güzel oluyor. Gideyim diyorum ben Isparta’dan. Hem bak, asansörde kalınca bile kurtarmıyorsunuz. Kalbim sıkışıyor. Fena oluyorum olum burada ben. Geliyorlar değil mi kurtarmaya?”
Asansörün dışından gelen ses : “ İtfaiye. İyi misiniz?”
İsmail bağırarak : “ Kurtarın beni. Çok daraldım burada.”
Ahizenin içinde konuşan adam: “Abi benim kapatmam lazım. Geldiler sizinkiler de.”
İsmail : “Biraz dursaydın ya olum. Dur kapatma. Kapattı herif.”
İtfaiye çavuşu : “Sakinliğinizi koruyun. Çıkaracağız sizi. Ama asansörcü arkadaşları bekliyoruz. Biz de bir bakıyoruz şimdi nasıl olmuş diye. Acele hareket etmek riskli olabilir.”
Bir buçuk saattir kabinde tıkılı kalan İsmail için dışarı çıkamadığı her dakika ömründen yıl çalıyor gibiydi. “ Beni çıkarmanızı bekliyorum” dedi ve kabinin aynalı bölmesine yaslanarak uzandı.
Bir daha asla asansöre binemeyeceğim. Hem merdiven çıkmak sağlıklı. Çatıdaki alet edevatı da iyi fiyata satarım. Zaten dolar sürekli çıkıyor. Zarar da etmemiş olurum. Okulda çalışmak neyime yetmeyecek. Bitti sayılır proje de. İnşallah burada kalp krizi geçirmem. Çok terliyorum. Zaten ölmeden tabuta girdim gibi bir şey. Burada ölmek olmaz şimdi. Olduğu kadar teslim edeceğim projeyi. Amerika da o kadar iyi bir fikir değil. Olursa büyük bir şehre yerleşelim. Memleket gibisi yok. Gerçi bu sefer de buradaki gibi yetmez para. En iyisi karım ne derse öyle yapmalı. Tur şirketi kuralım demiyor muydu zaten kardeşim İsa? Tur şirketi işi olabilir. Bence turizm daha ölmedi. Ulan ölmem inşallah burada. Allah’ım sen yardım et. Elhamdülillahirabbil… kafasındaki düşünceleri kovmaya çalışıp dua etmeye başlayan İsmail’in moralini bozacak ses dışarıdaki itfaiye çavuşundan geldi.
“Asansörcüler de geldi. Yedek halatların hepsi kopukmuş. Kapıyı biz kırarsak riskli olabileceğini söylediler. Motor bozulduğundan oluşmuş sorun. Onu tamir ettiklerinde seni çıkarmış olacağız. Ama bir kaç saat daha dayanman lazım orda.”
İsmail önce bağıra bağıra sonraları ise kısık bir sesle şarkı söylemeye başladı. “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar dırırırım yeryüzünde sizin kadar yalnızım dırırırı. Bir haykırsaaam sanki duyuuulur sesim.” Sözlerinin tamamını hatırlayamadığı şarkının üçüncü tekrarındayken uyuyakaldı. Artık apartmanda herkes uyanmış, İsmail’in karısı da kabinin dışında kocasının çıkarılmasını bekliyordu. Aylardır adam gibi bir uyku uyuyamayan İsmail, hayatının en derin uykularından birindeydi. Bu yüzden içerden ses gelmedikçe dışarda telaşlanan karısının “İsmail İsmail” haykırışlarını da duymadı.
Asansör motorunun eskiyen parçası yenisiyle değiştirilince kabinin ışıkları yandı. Asansör korku, ter, uykusuzluk, havasızlık ve en önemlisi de yalnızlıktan bayılmış olan genç bir biyologla beraber yedinci katta durdu.