Bir Yıldız Yeter Yedi Kandili Yakmaya

Samsama Kahve

( ilk öyküm, muhakkak ki hatalarım ve kusurlarım olacaktır. Fikirleriniz çok kıymetli olacak benim için. Yorumlarınızı heyecanla okuyacağım. Şimdiden hikayemi okuyan herkese teşekkür ederim. )

BİR YILDIZ YETER YEDİ KANDİLİ YAKMAYA

6 / Recep 1438

Kapıya vurulma sesiyle irkiliyorum.

- “Ömer iyi misin oğlum, bir anda geçip gittin korktum bişey oldu diye. Kötü düş gördün herhal.”

- “İyiyim Pamuk annem” diyorum boğuk bir sesle “hemen geliyorum”

Ellerimi lavabonun iki yanına koymuş uzun zamandır bu vaziyette düşünüyorum. Kaç dakikadır böyleyim bir fikrim yok. Aynı rüyayı kaçıncı defa gördüğümü de saymadım. Üç, beş, yedi.. bilmiyorum. Etkisi gün geçtikçe daha fazla iz bırakmaya başladı. Bulamıyorum. Bulmam gereken neyse. Onu da bilmiyorum. Koşuyorum, koşuyorum,..

Kapkara bir ormanın içinde. Yolunu gösterecek bir yıldızın da yokken nasıl bulabilirsin ki zaten ! Sonra bir kuyunun içinde buluyorum kendimi her seferinde. Biri bağırıyor kuyunun başından; “Yedi günün her birinde bir ikindi vakti, yedi kandili yakmalısın içinde ”

Kerahatte uyumaktan bunlar, deli olmadığıma şükretmeliyim, bi kere de haksız çık be Pamuk Hanım diyorum kendi kendime. Yüzüne söylemem, “lafıma geliyorsun yine de inat ediyorsun” der. Aklıma izlediğim bilim/kurgu filmleri geliyor, hayır onlardan bir kesit değil bu, Sena beni terk ettiği için mi? Saçmalamamalıyım, aylar oldu. Hem ilk terk edilişim değil en fiyakalısını valide hanım yapmış zamanında ben kundaktayken. Zeynep geliyor gözümün önüne, okuldan, farklı fakülteden, ne okuyor bilmiyorum. Hem ne önemi var ki ! Evet güzel kız, çok güzel. Bir gülüşü var.. Zihnimde Zeynep’e dair düşünceleri destekleyici düşünceler üretip kendimi umutlandırmaya çalışıyorum.. O an kafamı kaldırıp soluk yüzüme bakıyorum, aptal bir gülümseme oturmuş dudaklarıma. Dağınık uzun saçlarıma, kirli sakallarıma, kan oturmuş baygın gibi bakan aşağı çekik gözlerime bakıyorum.. Kuyu geliyor aklıma, gözlerim kuyu, kuyu benim içim, içine düşsem ne olur ki ? Hem daha mı derin içimdekilerden ?

Ne çok uyumuşum. Gözlerimin şişliği bağırıyor adeta bu fikri yüzüme. Musluğun soğuk tarafını açıyorum, avuçlarımı birleştirip suyun parmaklarımdan taşmasını bekliyorum. Şap. Bir daha, şap. Bir daha, şap. Bu şaplaklar beni kendime getirmeye yeterli mi bilmiyorum.Su genzime ulaşıpta acı vermeye başladığında artık burada işin bitti zili çalıyor sanki zihnimde.

Salona geçiyorum. Akşamın kızıllığı minik evimizin camından içeri doluyor. Ortam loş, balkondan gelen mor leylak kokusunu hissediyorum. Birde miss gibi tarhana çorbası. Hemen camın önündeki sedire oturup telefonumu elime alıyorum. Mailler, bilmem kaç yüz whatsApp konuşmaları, kim kimi hastaglemiş, hangi siyasi parti hangisini yalanlamış, kim kimden ummuş, kim kime küsmüş, kedi dağa kaçmış, inek suyu içmiş, Ferhat dağı delmiş … falan filan.. kendi kendime ne kadar da gereksiz bilgi deyip, fazla bakmaktan başıma ağrının girmesine fırsat vermeden telefonu kenara fırlatıyorum. Pamuk annem sofrayı kurmuş o sıra, beraber oturuyoruz sofraya.

- “ Besmele çek evladım.”

- “Kurt gibi acıkmışım”

- “Dünden beri uyuyorsun, acıkmışsındır” diyor gülümseyerek

- Ne ? diyorum şaşkınlıkla. Nasıl dünden beri uyuyabilirim ? Beni niye uyandırmadın Pamuk anne ? Okula da gitmedim.

- “Sabah seslendim duymadın, yorgun gibiydin, kıyamadım. Hem sen neredeydin o vakte dek ? Bir derdin mi var Ömer” diyor gözlerimin içine acıyla bakarak.

- “Bıktım Pamuk anne.. Bitmiyor bu okul, canım yontuldu, bıktım, usandım.”

- “Etme Ömer’im daha ne kadar oldu ki,gençsin, toysun, hem bana yalanda mı söyler oldun artık, hele anlat derdini.”

- Kaçışı yok anlıyorum. “Sofrayı kaldıralım, anlatayım” diyorum.

Hiçbir şey kaçmaz Pamuk annemden, hemen şıp diye anlayıverir gözümden. Babamın teyzesi o, babam ben küçükken göçmüş, babaannem de babam küçükken. Acının anası aslında Pamuk annem, adını tam bilmiyorum, kimse bilmiyor. elleri pamuk gibi. Kalbide. Henüz hiç kavga etmedik, saçlarımı uzatmam dışında küsmüşlüğü yok. Oda iki buçuk gün, üçe tamamlamadı bile. Yaşın kaç diye soranlara “eniştenden sonrasını saymadım evladım” diyor. “Tüm canlarımı koydum toprağa, Allah’ım Ömer’ imi gösterme “ diye dua ettiğine şahit olmuşluğum var. Gözü hep yaşlı, elinde zeytin çekirdeğinden yapılmış bir tesbih var. Enişte bey yapmış. Baya şanslı adammış. Bazen benim için yaşamaya çalışıyor gibi geliyor. Tek hayatı benim. Birde şu bahçeyi kaplayan leylak ve begonyalar onlarla konuşuyor ben olmayınca . Kızlarım diye seviyor onları.

Hayatın getirdiklerine vücudu nasır tutmuş gibi, ne zaman uyur ne zaman uyanır bilmem. Kuş kadar yemek yer, dilinde hep dua. Kaldırıp kafamı dikiyorum gözlerimi yüzüne, yüzündeki çizgiler, kaybettiklerinin onda bıraktığı bir hatıra gibi. Hayatı yavaş ve ağır, kaşığı götürürken ağzına hesapta saniyeler akıyor. Hayır bu yavaşlık. yaşlılıktan değil. on beş yıl önce de böyleydi. Adeta her işinde zamanla kur yapıyor gibi. Cilveleşmenin böylesi. Hiç saate bakmıyor, onun akrebide yelkovanıda beş vakitten ibaret. “Aheste iş yap oğlum” diyor arada,” hızlı yaşama çabuk kocarsın ”. Belki şimdiden böyle hissetmemin sebebi budur. Çabuk kocamışımdır diye düşünüyorum. Zaman ondan çok şey götürmüş belli ama oda zamanın canına okumuş gibi davranıyor. Kaşık elimde yarım ağız onu izlemeye dalmışken, gözlüklerinin üzerinden bana bakıp gülümsüyor.

- “ Hayırdır karaoğlan! bizim zamanımız da çorba kase de içilirdi, bardakta içmediğimden mi öyle bakıyorsun” diyor. Gülüyorum.

Elimde iki çay dönüyorum yanına. Tam karşısına sedirin üzerine bağdaş kuruyorum.

- “Anlat bakalım koca oğlan.” diyor.

Yutkunuyorum. Bir dert olduğundan bile emin olmadığım derdimi, içimde boşluğa dönüşen sızıları hatırlamaya çalışarak anlatıyorum. Koca bir boşluk, kuyu işte benim içim diyorum zihnimden. Derin bir nefes alıyorum. “ Bıktım kendimden Pamuk annem, amaçsız dertlerimden, olmayan hayallerimden, bitmeyen okulumdan, bittikten sonra ne yapacağımı düşünmekten, ruhumu sıkan şeylerden, bu dünyanın kalabalığından, gürültüsünden,acıma bulamadığım ortak payda peşinde koşmaktan bıktım.”

Bir nefeste sayıyorum bunları.Yüzüne bakmıyorum annemin. Üzülür, üzülürüm. Leylak kokusu genzimi yakıyor. Buna rağmen kokuyu bir daha içime çekiyorum. Bir nefes daha alıp devam ediyorum. “ Bıktım Pamuk Anne terkedilmekten, Beni terk etmeyen tek insan sensin, bir gün gideceğini sürekli hatırlatan sen, hakkını helal et oğlum deyip duran sen.

Daha kaçıncı kaybımı yaşamalıyım Pamuk anne. Daha neyimi kaybetmeliyim. Ne zaman canıma can bulup agah olacağım ? Ne zaman kaybetmekten azâd olacağım ? Saniyeler akıyor, ben duruyorum.Alem değişiyor, ben duruyorum.( Camdan gözüken mor begonvili göstererek) Kaçıncı baharı bu ağacın?

Nereden sağlıyor can suyunu da her sene biraz daha başka çiçekleri kıskandırırcasına açıyor yapraklarını ? Ya bu gecenin karanlığında yolcuya yoldaş olan yıldızlar, bir nazlı gelin gibi doğan ay, kim suluyor bunları da her gün bir öncekinden daha hevesle geliyorlar ? Kısa metrajlı çektiğim hayatlara bakıyorum bir de kendime. Ne zaman başka senaryoları bırakıp kendi filmimin senaristi olacağım. Ben olamıyorum Pamuk anne. Bir yanım hep yarım, sevinçlerim buruk, neşem hep kaçmaya meyilli. Yarım çocuk olduğumdan mı yani. Anası babası olmayan yarım mıdır ?” Öfkeyle karışık hüzünle söylüyorum bunu.

“ Pamuk anne. Sıkıcı biriyim ben, alışverişler boğucu, elbiseler yakıcı, çarşılar cellat gözümde. Anlık heveslerinden geçmiş biriyim sanki, düşünürken kafam karışıyor, zihnim bulanıyor. Yoruluyorum. Usandım kendimden. Dışımdaki gürültüden daha gürültülü olan içimdeki sessizlik ruhumu çatlatıyor. Bir şeyler hep eksik hissediyorum”.

Hayattaki tek varlığım tebessüm ediyor. Anımsadığı bir şeyi düşünüyor gibi. Tebessümle karışık hüzün yayılıyor tüm çehresine. Canını sıktığım için üzülüyorum.Konuşmasını beklemeden bu anlarda yaptığım en iyi şeyi yapıyorum, kafamı sedirden sallanan dizlerine koyuyorum. Pamuk elleri saçlarımın arasında geziniyor.

- “ Hiç mi yok” diyor.

Aklımda Zeynep ve gülüşü. “Yok” diyorum bir anda. Evet doğru Zeynep’in benden haberi bile yok. Hayaline tutunduğum sevgilim o benim.

Derin bir nefes alıp benim tüm kaygılarımı kesip atacak cümleleri söylüyor;

- “Her ne var ise alemde örneği var ademde, Bul seni sen bu demde, âdeme gel âdeme, izle kendini bir yıldızın yansımasından Ömer’im ”

Yine bir bilmece, yine bir kuyu diyorum içimden.Daha birini bile çözememişken.Devam ediyor.

- “ Söylüyorum unutma, derman caddesi no:28 derdinin dermanı orası. Hepimiz kaybederiz Ömer’im. Kayıplar bizi olgunlaştırır. Ben de tüm sevdiklerimi kaybettim. Cansuyundan geçtim. Her gün ölmeyi diledim. Yeşermek ne haddime yok olsam da kurtulsam dedim. Bir gün efendinin kabrine gittiğimde acımdan uyuyakalmışım. Rüyamda “ etme Pamuk Hanım etme, kendini helak etme, afiyetteyim sürgününü bitir geleceksin yanıma elbet” dedi. O günden beridir gün saymam, zaman bilmem. Tek bildiğim işimi bitirdiğim gün bu hayattan göçeceğim.Hem özlemi kuvvetli olanın vuslatı güzel olur. Sen de bulacaksın elbet can suyunu az sabır kuzum”

O konuştuğu vakit canıma can geliyor sanki, ruhuma ruh. Bir yıldız parlıyor bir umut yeşeriyor kalbimin tam üstünde. Mutlu oluyorum ansızın. Pamuk annem bana hep iyi gelir zaten. Neyime derman olmadı ki şimdiye kadar. Demek derdimin dermanı he.

Vay be diyorum içimden. Yol, bazen yol derdi çekmekten daha sıkıntılı olabilir. Yolun ne kadar uzun olduğunu yola çıkmadan anlayamazsınız zaten. Ama yolda olmanın da bir nimet olduğunu geride bıraktıklarınıza bakınca anlarsınız. Bu sancılar da benim yolumun sadece başlangıcı oluyor. (muş )

Geç oluyor. Pamuk annemi yerine yatırıyorum. Gözlerimden öpüyor, “hakkını helal et evladım, bu garibin sıkıcı hayatına yoldaş oldun, üzmedin, kırmadın, sağolasın” diyor. Ellerini öpüyorum, üzerini örtüyorum, ışığını kapatıp kısık bir sesle helal olsun anne diyorum.

Ertesi gün beynimi patlatan ev telefonunun sesiyle uyanıyorum. Ayaklarımı sürüyerek salona yürüyorum.

- “ Alo” Ahizeden bağırış sesleri geliyor. “Hey, dur ,alo, açtımı, nere koydun ki? “

Ahizenin diğer ucundakilerin bir kişiden fazla kişi olduğunu zannına düşüyorum.

- Alo, alooo heh Ömer telefonun nerde abi ? Kaç kere aradım. Üç gündür yoksun ortalıkta, bir iş var, kameranı al, eşyalarını hazırla. Bir şey söyleme. Ufak bir derviş belgeseli çekeceğiz. Hem de paralı. Hazır ol, almaya geliyorum. dıtdıtdıtdıııt

Okuldan arkadaşım Erdem, gitmek istemiyorum. Ama reddetmeye gücüm yok. Üstesinden gelemeyeceğim kadar çenesi düşük. Ama iyi çocuk hem iş hem ödev bulmuş. Halledelim şunu diyorum içimden. Odanın kapısından Pamuk anneme bakıyorum. uyanmamış. Şaşırıyorum.Not yazıp çıkıyorum evden.

Yola çıkıyoruz. Arabada ;

- Nabersin abi ya, nerelerdeydin. Arıyoruz beyimiz ortalarda yok.

- Uyumuşum

- “ Üç gündür, ne uykusu bu abi” diyor aptal bir kıkırdamayla

- Neyi ima ettiğini anlayacak kadar akıllıyım. Ama cevap veremeyecek kadar yorgun. “Nereye ?” diyorum.

- “ Bilmiyorum. Okuldan çocuklar bulmuş, sağolsun adresi verdiler, gidiyoruz.” diyor Sorgulamıyorum. Gücüm yok kelimelerle temaşa etmeye. Pamuk annemle konuştuklarımız geliyor aklıma. Yol boyu susuyorum.” Geldik sanırım”. diyor Erdem. Köşeyi dönerken gözüme “derman sokak” çarpıyor. Bir an şok oluyorum. Kafam çevirip bir daha bakıyorum. İnce bir sızı beliriyor içimde bir yerlerde. Ufaktan soğuk damlacıklar düşüyor boynumdan aşağı. Evet, derman sokak. Derdimin dermanı, gönlümün ilacı sokak.

7/ Recep 1441

“Geldim Pamuk anne geldim. Hem tek gelmedim. Zeynep yanımda. Okuldan. Güzel kız, hemde çok güzel. Beni terk etmeyeceklerden fani olanı. Öyle dedi nikahımız kıyılırken. Okuma yapıyor ayak ucunda. Derman sokaktan sonra çok şey değişti değil mi? Bugün üç yıl oldu, Derman sokak hayatıma gireli.. Hamdolsun. O gün orada bir çok yıldız gördüm. Parlaklığı ile insana yol veren yıldızlar. Eğer dünya biz isek yıldızlarda onlar. Hayatımın en uzun metrajlı filmini çekiyorum şimdi. Senarist de yönetmen de ben değilim. Daha iyisi. Karanlığımı aydınlatan yıldızlarımı da buldum. Işığından kendimi seyre daldığım Zeynebim içlerinden en parlak ve en güzeli. Yedi günün her birinde de her ikindi vakti bir halkaya tane oluyorum. İçimdeki yedi başlı ejderha için, yedi kandil yaktım göğsümün tam orta yerinde. Hep yıldız sayesinde. Büyük yıldız. İçimde görmediğim her şeyimi yaktı ucundan. Hala bulamadım ama olmanın eşiğindeyim. Yolda olmanın huzurunu taşıyorum hiç olmazsa. Zeytin tanelerini ekiyorum toprağına. Begonya da getirdim sana biraz. Enişte Bey’e çok selam. Sen de vuslatının üçüncü yılındasın. Şimdi buralar gurbet bize. ”