Bir Gecede Devr-i Alem

Sena Dilber

‘Buraya kadar boşuna gelmişsin’ dedi ejderha bana, kükremeye benzeyen kahkahasının ardından. Ne yani kostümünü gerçek zannetmiş olamaz mıyım? Zaten hiç sevmemiştim bu adamı, uyuz adam. Kostümünü çıkardı, suratı da ejderhalara benziyor, buruşuk şey. Adam bana ‘Burada ejderha falan yok.’ dedi. Ne yani şimdi hayvanat bahçesine mi gideyim birde. Ya orada da yoksa, nereden ejderha bulacağım ben? Bu kadar kuşun içinde nasıl olur da ejderha olmaz anlamıyorum. O buruşuk adamın yanından çabucak ayrıldım. Sevmedim ya.

Biraz düşün, biraz daha düşün, çok az kaldı düşün. Buldum. Bizim buralarda büyük hayvanat bahçesi var, var ama daha büyüğü varken niye oraya gideyim ki. Karar verilmiştir; Kanada’ya gidilecek. Toronto Hayvanat Bahçesi. Kesin orada ejderha vardır.

Oturmaktan yoruldum galiba, ayaklarım nerde benim. Biraz yürümekte fayda var. Nefes al nefes ver. Biraz daha nefes al, harika bir koku, nefes verme koku içinde kalsın. Ne bu koku, parfüm, çiçek, bebek, anne… Değil galiba. Yeşil bunlar, bir sürü var. İnsana huzur veren bir koku, iyi geliyor. Biraz daha yaklaşayım, tanıdım. Fesleğen bu, dokununca daha çok kokuyordu galiba. Gidip biraz toplamakta fayda var. Ejderhamla dönerken buruşuk adamın yanına uğrar bu fesleğenlerden veririm, belki buruşukluğu geçer, hem ejderhamı da gösteririm ona.

Yollar, fesleğenler, başka çiçekler, biraz da böcekler; şimdi ufak dağlar, yine yollar, hey bu kuleler ne böyle. Kocaman okyanuslar, şimdi küçük göller…

Devasa bir yer. Bizim mahalleden bile büyük, vay be. Ama hapishaneye benziyor. Sahi, bu kadar hayvanın burada işi ne? Suç mu işlediler acaba? Hayvanlar burada tutuluyor ama bir suçları yok, tek suçları biziz galiba. Ah bu insanoğlu, hep mi zararız biz? Evet, öyleyiz. Şurda uzun bir şey var, ejderha olabilir mi? Zürafa… Ya şu kırmızı? Bu kesin ejderha. Ağaç mı, kırmızı mı? En iyisi birisine sormak. Geliyorum. Burada da yokmuş. Ejderha müzesi bulursam olabilirmiş. Müzedekiler yaşamıyor ki, yani en azından bizim oradakiler ya mumyaydı ya kukla. Yaşıyor olabilirmiş, gidip görmekte fayda var. Gidelim.

Okyanus, okyanus, okyanus. Masmavi burası. Pamuk tarlasına da benziyor, hatta toplanmış pamuk yığınına. Yumuşacık görünüyor ya da ben öyle zannediyorum. Gerçekten pamuk mu acaba, değilmiş. Dokunulmuyor bile. Beyaz ve mavinin uyumunu en çok burada beğeniyorum. Ah canım gökyüzü… Ne sonsuzsun sen böyle.

Okyanusun ortasında bir ada, neresi acaba? Hayır geldiğim yeri biliyorum Avustralya’dayım. Ben ejderha müzesini arıyorum. Bulamıyorum, bulabilir miyim, buldum. Burada gerçekten ejderhalar var. Bir sürü ejderha. Gerçekten olan ejderhalar gerçek mi acaba? Dokunabilir miyim? En iyisi yine sormak. Bu kadın anneme benziyor ona sorsam hiç de fena olmaz. Soralım, cevap da alalım. Hayır hiç de anneme benzemiyormuş. Ejderhaların kanatları olmadığını söyledi, uçarak beni eve getiremezlermiş. Kanatları olsa bile getiremezlermiş çünkü onlar gerçek değilmiş. Bana neden ejderha istediğimi sordu. Cevapladım.

‘Ejderha görmek istiyorum. Kanatları var mı diye bakacağım, eğer kanatları varsa onunla her yere gidebilirim, o beni her yere getirebilir.’

‘Kuşların da kanatları var neden onlarla gitmiyorsun, onlar da seni her yere getirebilir.’ dedi anneme benzeyen kadın. Yine cevapladım.

‘Bir kuşla her yere gidemem. Mesela penguenin benimle ne işi var sahilde? Kuşlar beni her şeyden koruyamaz ki, ejderhalar hem güçlü hem dünyaya hükmediyor hem de soğuk bir yere gittiğimizde ateş üfleyip orayı ısıtabilir.’

‘Bunları nereden biliyorsun sen? Bunlar doğru değil, ejderhalar da gerçek değil.’ dedi. Nasıl doğru değil, nasıl ejderhalar gerçek değil? Kitabımda yazıyor, ejderhalar var, biliyorum. İnsanlar yalan söyler, kitaplar değil.

Kostümlü buruşuk adamın kükremeye benzeyen sesini duyuyorum sanki. Hayır hayır bu ondan daha çirkin bir ses. Bip, bip, bip… Kostümlü adam değil, sinyal değil, gemim de değil. Alarm. Hayır olamaz, daha ejderhaları bulamadım. Uyanmak istemiyorum.