Elmas Dağın Türküsü

Ahmet Kırtekin

(ön açıklama: öyküyü yazarken bir hile yaptım. kolay bulunacak bir hile, bu yüzden atılmam gerekirse buna baştan razıyım. ikinci açıklama da aynı renkli metinler birbirini tekrar ediyor. biçimde başka bir numara yapmaya vaktim yok, okuyuculara eziyet olmasın diye renklendirmeyi uygun buldum. belki de uyarmamak doğru olurdu, emin olamadım.)

0

buraya kadar boşuna gelmişsin dedi ejderha, kükremeye benzeyen kahkahasının ardından. bedeni kontrol edemeyeceği kadar yorgun ve gergindi. bir şey söylemek ister gibi dudaklarını araladı, sıkılı dişleri görünür gibi oldu. sonra bir anda sanki bilinci yerinde değilmişçesine dağı yumruklamaya başladı. elmas dağa attığı her yumrukta belli ki kemikleri un ufak oluyordu. ellerinden dökülen çamur kan ve toprağın karışımıydı. her vuruşta daha büyük bir acı ve daha büyük bir çığlık yükseliyordu. ejderha kükremiş miydi yoksa kahkaha mı atmıştı, bunu anlamak kolay değil. elmas dağı dövüldükçe o da sanki bedenine hakim olamıyordu. solumaları sıklaştı. kanatlarını gerdi, dişlerini bir gösterdi hırlayan her vahşi hayvan gibi. kulakları sağır eden bir ses duyuldu, her şey yok olmadan önce sanki alarm son kez çalıyordu, tüm hesapların kapatılması için bir anlık son bir fırsat. sonra biraz geri çekilip başını göğe doğrulttu ve olanca gücüyle alevler saçtı dört bir yana. elmasın güzelliğine meftun olanlar bu ana şahit olsa alevlerin içine koşarak dalarlardı. yere düşen çamur parçaları bile pişmiş geriye bir şey kalmamıştı. ejderha sanki uzun bir koşuyu bitirmiş gibi uzun uzun soludu. kaslarına hala hükmedemiyor gibiydi, en son başını yeniden göğe doğrultup korkunç bir şekilde kükredi. sonra usulca dağına sarılıp derin bir uykuya daldı.

-1

sonra ıslık sesleri ile uyandı ejderha. umursamadı. yavaş yavaş yaklaşmasını bekledi. ormanda avlanacak bir çok hayvan bakılması gereken bir çok yeni bitki vardı. yavaş yavaş büyüyordu orman. dağın önüne kadar yayılmıştı. her tarafta nasıl olduysa fesleğenler peydah olmuştu. ıslık yaklaştıkça bir şekilde fesleğenlere çarpıyor ve koku da süzülerek ejderhaya gidiyordu. bu tuhaf kokuyu adını bilmeden ve sorma ihtiyacı da hissetmeden benimsemişti ejderha. orman büyüdükçe bir çok koku ortaya çıkmıştı. ama fesleğen bir duyulup bir kayboluyordu. güzel bile olsa sinir bozucu bir etkisi vardı. ne ki ejderhanın nefesi ormanı yakmaya yetmiyordu. orman ile dağ arasında çiçek tarlaları vardı ve çiçekleri yaktığında ateş ormana kadar gidemiyordu. çiçek tarlaları da hızla yenileniyordu. çiçek tarlalarına da bakarak yedinci günün sonunda yeniden ejderha ile yüz yüze geldi. buraya kadar boşuna gelmişsin dedi ejderha, kükremeye benzeyen kahkahasının ardından. bedeni kontrol edemeyeceği kadar yorgun ve gergindi. bir şey söylemek ister gibi dudaklarını araladı, sıkılı dişleri görünür gibi oldu. sonra bir anda sanki bilinci yerinde değilmişçesine dağı yumruklamaya başladı. elmas dağa attığı her yumrukta belli ki kemikleri un ufak oluyordu. ellerinden dökülen çamur kan ve toprağın karışımıydı. her vuruşta daha büyük bir acı ve daha büyük bir çığlık yükseliyordu. ejderha kükremiş miydi yoksa kahkaha mı atmıştı, bunu anlamak kolay değil. elmas dağı dövüldükçe o da sanki bedenine hakim olamıyordu. solumaları sıklaştı. kanatlarını gerdi, dişlerini gösterdi hırlayan her vahşi hayvan gibi. kulakları sağır eden bir ses duyuldu, her şey yok olmadan önce sanki alarm son kez çalıyordu, tüm hesapların kapatılması için bir anlık son bir fırsat. sonra biraz geri çekilip başını göğe doğrulttu ve olanca gücüyle alevler saçtı dört bir yana. elmasın güzelliğine meftun olanlar bu ana şahit olsa alevlerin içine koşarak dalarlardı. yere düşen çamur parçaları bile pişmiş geriye bir şey kalmamıştı. ejderha sanki uzun bir koşuyu bitirmiş gibi uzun uzun soludu. kaslarına hala hükmedemiyor gibiydi, en son başını yeniden göğe doğrultup korkunç bir şekilde kükredi. sonra usulca dağına sarılıp derin bir uykuya daldı.

-2

ejderha elmas dağının üzerine dolanmış derin bir uyku çekiyordu. yanan bir şey yoktu ama kesif bir duman her yanı kaplamıştı. bir canlının nefes alması mümkün değildi. nereden geldiği belli olmayan bir rüzgar havayı değiştirene kadar rüyaları bile aynı kaldı. sonra her şey değişti.

ağaçların cılız gövdeleri zamanla uzayıp kalınlaştı, dalları budaklandı. her şeyi gördü ejderha. kıraç toprağın sürüldüğünü, kazıldığını ve yağmur olmazsa kanla sulandığını. kesif hava görüşünü engellerken bile kokusunu almıştı. bu bile onu kızdırmaya yeterken burnunun dibinde yükselen orman nefretini körüklüyordu. öncesini hatırlamadığı bir zamandan beri burada hazinesiyle tek başına duruyordu. şimdi biri hazinesine göz dikmiş olmalıydı. belleğini zorlasa nefretinin sebebini hatırlayabilirdi. daha önce de birileri hazinesini çalmak istemişti. hepsi keskin nefesi ile hayatını kaybetmişti. orman böylece yok olmuş zamanla toprakta yaşayan bir hiç canlı kalmamıştı. ıssızlığın ortasında ejderha ve hazinesi artık özüne işlemiş nefreti ile yalnız kalmıştı. sonra orman büyümeye başladı. zamanla içinde türlü türlü hayvan gezdi. toprağı süren, tohumu eken her aşamada kendine düşman büyütüyordu. hem ormanda hem de dağda. zamanla orman dağa yaklaştı ve bir yerde durdu. sonra çiçekler görülmeye başladı. önce cılız birkaç tane sonra binlerce ve daha fazlası. hava açıldı iyice. kuş sesleri olmasa da ormanın uğultusu ulaştı dağa. sonra bir gün ormanın içinden bir adam dağa doğru yürümeye başladı. koku ve ses daha arada uzun bir mesafe olduğunu söylüyordu. uykusuna bir süre daha devam etti bu yüzden. sonra ıslık sesleri ile uyandı ejderha. umursamadı. yavaş yavaş yaklaşmasını bekledi. ormanda avlanacak bir çok hayvan bakılması gereken bir çok yeni bitki vardı. yavaş yavaş büyüyordu orman. dağın önüne kadar yayılmıştı. her tarafta nasıl olduysa fesleğenler peydah olmuştu. ıslık yaklaştıkça bir şekilde fesleğenlere çarpıyor ve koku da süzülerek ejderhaya gidiyordu. bu tuhaf kokuyu adını bilmeden ve sorma ihtiyacı da hissetmeden benimsemişti ejderha. orman büyüdükçe bir çok koku ortaya çıkmıştı. ama fesleğen bir duyulup bir kayboluyordu. güzel bile olsa sinir bozucu bir etkisi vardı. ne ki ejderhanın nefesi ormanı yakmaya yetmiyordu. orman ile dağ arasında çiçek tarlaları vardı ve çiçekleri yaktığında ateş ormana kadar gidemiyordu. çiçek tarlaları da hızla yenileniyordu. çiçek tarlalarına da bakarak yedinci günün sonunda yeniden ejderha ile yüz yüze geldi. buraya kadar boşuna gelmişsin dedi ejderha, kükremeye benzeyen kahkahasının ardından. bedeni kontrol edemeyeceği kadar yorgun ve gergindi. bir şey söylemek ister gibi dudaklarını araladı, sıkılı dişleri görünür gibi oldu. sonra bir anda sanki bilinci yerinde değilmişçesine dağı yumruklamaya başladı. elmas dağa attığı her yumrukta belli ki kemikleri un ufak oluyordu. ellerinden dökülen çamur kan ve toprağın karışımıydı. her vuruşta daha büyük bir acı ve daha büyük bir çığlık yükseliyordu. ejderha kükremiş miydi yoksa kahkaha mı atmıştı, bunu anlamak kolay değil. elmas dağı dövüldükçe o da sanki bedenine hakim olamıyordu. solumaları sıklaştı. kanatlarını gerdi, dişlerini gösterdi hırlayan her vahşi hayvan gibi. kulakları sağır eden bir ses duyuldu, her şey yok olmadan önce sanki alarm son kez çalıyordu, tüm hesapların kapatılması için bir anlık son bir fırsat. sonra biraz geri çekilip başını göğe doğrulttu ve olanca gücüyle alevler saçtı dört bir yana. elmasın güzelliğine meftun olanlar bu ana şahit olsa alevlerin içine koşarak dalarlardı. yere düşen çamur parçaları bile pişmiş geriye bir şey kalmamıştı. ejderha sanki uzun bir koşuyu bitirmiş gibi uzun uzun soludu. kaslarına hala hükmedemiyor gibiydi, en son başını yeniden göğe doğrultup korkunç bir şekilde kükredi. sonra usulca dağına sarılıp derin bir uykuya daldı.

1

-2

ejderha elmas dağının üzerine dolanmış derin bir uyku çekiyordu. yanan bir şey yoktu ama kesif bir duman her yanı kaplamıştı. bir canlının nefes alması mümkün değildi. nereden geldiği belli olmayan bir rüzgar havayı değiştirene kadar rüyaları bile aynı kaldı. sonra her şey değişti.

ağaçların cılız gövdeleri zamanla uzayıp kalınlaştı, dalları budaklandı. her şeyi gördü ejderha. kıraç toprağın sürüldüğünü, kazıldığını ve yağmur olmazsa kanla sulandığını. kesif hava görüşünü engellerken bile kokusunu almıştı. bu bile onu kızdırmaya yeterken burnunun dibinde yükselen orman nefretini körüklüyordu. öncesini hatırlamadığı bir zamandan beri burada hazinesiyle tek başına duruyordu. şimdi biri hazinesine göz dikmiş olmalıydı. belleğini zorlasa nefretinin sebebini hatırlayabilirdi. daha önce de birileri hazinesini çalmak istemişti. hepsi keskin nefesi ile hayatını kaybetmişti. orman böylece yok olmuş zamanla toprakta yaşayan bir hiç canlı kalmamıştı. ıssızlığın ortasında ejderha ve hazinesi artık özüne işlemiş nefreti ile yalnız kalmıştı. sonra orman büyümeye başladı. zamanla içinde türlü türlü hayvan gezdi. toprağı süren, tohumu eken her aşamada kendine düşman büyütüyordu. hem ormanda hem de dağda. zamanla orman dağa yaklaştı ve bir yerde durdu. sonra çiçekler görülmeye başladı. önce cılız birkaç tane sonra binlerce ve daha fazlası. hava açıldı iyice. kuş sesleri olmasa da ormanın uğultusu ulaştı dağa. sonra bir gün ormanın içinden bir adam dağa doğru yürümeye başladı. koku ve ses daha arada uzun bir mesafe olduğunu söylüyordu. uykusuna bir süre daha devam etti bu yüzden. sonra ıslık sesleri ile uyandı ejderha. umursamadı. yavaş yavaş yaklaşmasını bekledi. ormanda avlanacak bir çok hayvan bakılması gereken bir çok yeni bitki vardı. yavaş yavaş büyüyordu orman. dağın önüne kadar yayılmıştı. her tarafta nasıl olduysa fesleğenler peydah olmuştu. ıslık yaklaştıkça bir şekilde fesleğenlere çarpıyor ve koku da süzülerek ejderhaya gidiyordu. bu tuhaf kokuyu adını bilmeden ve sorma ihtiyacı da hissetmeden benimsemişti ejderha. orman büyüdükçe bir çok koku ortaya çıkmıştı. ama fesleğen bir duyulup bir kayboluyordu. güzel bile olsa sinir bozucu bir etkisi vardı. ne ki ejderhanın nefesi ormanı yakmaya yetmiyordu. orman ile dağ arasında çiçek tarlaları vardı ve çiçekleri yaktığında ateş ormana kadar gidemiyordu. çiçek tarlaları da hızla yenileniyordu. çiçek tarlalarına da bakarak yedinci günün sonunda yeniden ejderha ile yüz yüze geldi. buraya kadar boşuna gelmişsin dedi ejderha, kükremeye benzeyen kahkahasının ardından. bedeni kontrol edemeyeceği kadar yorgun ve gergindi. bir şey söylemek ister gibi dudaklarını araladı, sıkılı dişleri görünür gibi oldu. sonra bir anda sanki bilinci yerinde değilmişçesine dağı yumruklamaya başladı. elmas dağa attığı her yumrukta belli ki kemikleri un ufak oluyordu. ellerinden dökülen çamur kan ve toprağın karışımıydı. her vuruşta daha büyük bir acı ve daha büyük bir çığlık yükseliyordu. ejderha kükremiş miydi yoksa kahkaha mı atmıştı, bunu anlamak kolay değil. elmas dağı dövüldükçe o da sanki bedenine hakim olamıyordu. solumaları sıklaştı. kanatlarını gerdi, dişlerini gösterdi hırlayan her vahşi hayvan gibi. kulakları sağır eden bir ses duyuldu, her şey yok olmadan önce sanki alarm son kez çalıyordu, tüm hesapların kapatılması için bir anlık son bir fırsat. sonra biraz geri çekilip başını göğe doğrulttu ve olanca gücüyle çırptı kanatlarını. ne zamandır dövüldüğü belli olmayan elmas dağ sonsuz darbeden sonra toz gibi dağılınca ejderhanın bütün bedeni tüm heybetiyle ortaya çıktı. zamanın öncesinde nasıl olmuşsa elmas bir dağın içine hapsedilmiş olduğunu o bir anlık hafiflik ile anladı ejderha. alevler saçmaya hazırlanırken birden ne yapacağını bilemedi, hızla çırptığı kanatları ile birden havalandı. kendi etrafında bir kaç tur attı, göğü kül etmek ister gibi tutkuyla kükrüyordu. yerdeki karaltıyı görüyor benliğinin merkezinde hissediyordu. geri dönmeyi düşünmedi, hapisten kurtulan her kuş gibi. bir yön seçmeden kanat çırpmaya başladı ki sûr gibi bir ses yeri göğü inletti. eskiden dağının olduğu yere yönelip her zamankinden yüksek bir sesle çığlıklar attı ve tüm gücüyle alev saçarken baştan ayağa ateşe kesti. gökte dönüp duran ateşten bir ejderha. varlığı uzun süre dayanamadı ateşe, özündeki cevher açığa çıkmak için kılıçların çizemediği derisini mum gibi eritiyordu. koca gövdesi parça parça ateş olup her yana dağıldı. çiçek tarlaları ve ormana da büyük bir pay düştü. eskiden elmas dağın olduğu yerde ayakta durmaya mecali olmayan başını göğe kaldırmış olanları dehşet içinde izliyordu. bunca ömrün bunca çilenin sonunda olanları aklı almıyordu. üzerine ateş yağarken duyduğu eski acıları anımsamadı bile. onlar tenini yakarken şimdi ruhu tutuşuyordu. alev birden kapladı tüm varlığını. ayağa kalktı. korkunç bir çığlık ile kendi etrafında dönmeye başladı. o döndükçe çığlık önce kükremeye sonra da devasa bir aleve dönüştü.