Ejderha

Muhammed Yasir Okumuş

Muhammed Yasir, @MYasirOkumus

Köroğlu Öykü Atölyesi Üçüncü Hafta

Kelimeler: fesleğen, alarm, hapis

Ek zorluk: Öyküye belirtilen cümle ile başlandı.

Not: Boşlukları doldurmak için önceki iki öyküyü de okumalısınız.

“Buraya kadar boşuna gelmişsin dedi ejderha bana, kükremeye benzeyen kahkahasının ardından.”

“Ne diyor lan bu?” arkasında duranlara dönüp meraklı gözlerle baktı Hüsrev.

“Ejderha diyorum. Bana kelimesi kelimesine böyle söyledi.” diye devam etti Süleyman.

“Ne anlatıyorsun lan? Dalga mı geçiyorsun?” sesi iyice hiddetlendi.

“Bilakis, son derece ciddiyim.”

Hüsrev sinirden deliye dönmüştü. Bir Süleyman’a bir arkasında duran adamlarına bakıyor, yumruklarını sıkıyor, saçlarını çekiştiriyor, homurdanıyor, ama hiçbir şey yapamıyordu. Süleyman umursamaz biçimde anlatmaya devam ediyordu.

“Odaya girdim, iğneyi aldım. Alarmı tetiklemiş olmalıyım ki bekçiler doluştu. Bir arbede yaşandı aramızda ama sıyrılmayı başardım. Ben önde, sen ve adamların arkada koştukça koştuk. Yorulmak bilmeden kovaladınız beni. Ta ki bin üç yüz yirmi bir numaralı sokaktaki dükkana kadar. Alt kattaki tuvalette de yakaladınız. Buraya kadarını biliyorsun zaten.”

Süleyman durdu, gözlerini kapattı. Zihnini toparlamaya çalıştı. Boğazını temizledi, devam etti,

“Bilmediğin ve öğrenmek için can attığın kısmını anlatıyorum işte. İyi dinle Hüsrev. Tuvaletin kapısından girdim. Ben tuvalete diye girdim ama gözlerimi kamaştıran bir ışık hüzmesiyle sersemledim. Üç beş adım attım, gözlerimi araladım. Alabildiğine çorak topraklar sardı etrafımı. Bir o yana baktım, bir bu yana. Heyhat, uçsuz bucaksız arazilerden başka bir şey göremedim! Ne çıkarsa bahtıma deyip başladım yürümeye. Az gittim, uz gittim, uzadıkça uzayan yolları tükettim. Zamanın ipini kaçırmıştım ki bir gece vakti ufukta bir ışıltı gördüm. Koştum, koştum, nihayet ışıltının kaynağına ulaştım: Heybetli bir çınar ağacının altında çömelmiş bir adam.

‘Seni bekliyordum, gözüm yollarda kaldı beyim’ dedi bana. Önce anlamsızca sağa sola baktım. Benden başka kimse olmadığına kani olunca ‘Niçin bekliyordun beni?’ diye sordum. ’Sana rehberlik edeceğim beyim, menzile ulaştıracağım.’ Adam ilerlemeye başladı, ben de düştüm peşine, o nereye ben oraya.

‘Menzil nereye?’

‘Ejderin diyarına.’

‘Ejder?’

‘Emaneti ona vereceksin beyim. Ancak o yardım edebilir sana.’

Emanet dediği belli ki iğneydi. Ancak kimdi bu adam, nereden biliyordu iğnenin bende olduğunu? Hem bu ejderha nereden çıkmıştı? Bir sürü soru vardı aklımda, belli ki cevaplarını zamanla bulacaktım. Ses etmeden yürümeye devam ettim. Bu uzun yürüyüş bizi günün ilk ışıklarına getirdi. Yeryüzü aydınlandı, çorak topraklardan fesleğen kokulu bahçelere gelmiş olduğumuzu fark ettim. Öyle bir fesleğen kokusuydu ki bu bilincimi kaybettim.

Rehberin sesiyle kendime geldiğimde bir mağaranın önündeydim. Fesleğen kokusu duyulmuyordu artık. Karanlık mağaranın içine girdik, rehberin feneri aydınlatmasına rağmen el yordamıyla ancak yolumu bulabiliyordum. Birkaç yüz metre yürümüş olmalıydık ki rehber durdu.

‘Buradan sonra yalnızsın.’ dedi.

Devam ettim. Yürüdükçe bir hırıltı ilişti kulağıma, yürüdükçe artan bir hırıltı. Nihayet yürüdüğüm dar koridorun bittiğini fark ettim. Şimdi ne olacağını kestirmeye çalışırken bir çift göz belirdi karşımda. Alev rengi devasa gözler. Donakaldım.

‘Neden geldin insanoğlu?’ diye kükredi gözlerin sahibi.

‘Menzilim sensin.’ dedim.

‘Korkmadın mı? Çekinmedin mi hiç?’

‘Düşünmedim.’

‘Kork gafil!’ mağara yıkılacak sandım. Öyle bir kükremeydi bu defa.

‘Sana bir emanet getirdim.’ dedim başımı öne eğip. ‘Ancak sen yardım edebilirmişsin bana. Öyle buyurdu rehber.’

‘Ben insanoğlundan emanet almam. Buraya kadar boşuna gelmişsin.’ dedi ejderha, kükremeye benzer bir kahkaha attıktan sonra.

İğneyi çıkardım cebimden, başım önde, gözlerine bakmadan uzattım. İrkildi, geriledi. “Bu” dedi, sesi titredi. Az önce kükreyen devasa yaratığın korktuğunu fark ettim. “Bu iğne, bu iğne… Nasıl?’

‘Nasılı seni ilgilendirmez. Bu emaneti saklayacak mısın? Onu söyle bana.’

‘Başka çarem var mı? Saklamaya mecburum. Zulmün bitmesi için mecburum.’

Verdim iğneyi ejderhaya, aldı ve kayboldu mağaranın karanlık derinliklerinde. Ben de gerisin geriye düştüm yollara. Mağaradan çıktım, fesleğen kokulu bahçelerden geçtim, ulu çınarın gölgesinde soluklandım, çorak toprakları aştım ve gözümü bu odada, hapiste açtım. İşte her şey böyle oldu.”

Süleyman’ın sözünü kesmeden dinleyen Hüsrev yumruğunu masaya indirdi. “Bu herif bizimle alay ediyor yahu! Başka izahı yok. Ejderhaymış! Biz de oturduk dinliyoruz bu deli saçmasını. Alın ulan bunu, alın götürün. Gözüm görmesin. Adam akıllı anlatana kadar aç bırakın. Aklı başına gelsin.”