Sayıklama

Esra Abaoğlu

Uzuuuun bir nefes alıyorum. Alabildiğince yeşil bu tarla, üzerimde uzanan sonsuz gök, ciğerlerime dolan fesleğen ve dağ kekiği kokusu bana kendimi tazelenmiş hissettiriyor. Toprağa kök saldığımı, gökyüzüne uzandığımı, genişlediğimi, büyüdüğümü, doğayla bir olduğumu ama ondan farklı olarak ona hükmettiğimi hissediyorum. Ellerim benim ama aynı anda göğe uzanıyor, ayaklarım bana ait ama aynı zamanda yerin katmanlarına ilerliyor. Bundan sonra bana kaygı yok, korku yok, ölüm yok.

Bir nefes daha alacakken öksüre öksüre sıçrıyorum. Tepemde güneş yok, yatağın içindeyim, camdan sabah saat sekizi kırk üç geçiyor ışığı sızıyor. Ellerime bakıyorum yıllardır aynı olan eller, hırsla yorganı çekip atıyorum üzerimden, aynı şekilsiz ayaklar sinsice sırıtıyor bana. Hala ikna olmayarak kalkıp öfkeyle cama ilerliyorum, perdeyi aralayıp dışarı bakıyorum. Hiçbir şey değişmemiş, aynı birbirine girmiş binalara aynı köşe başından ve aynı zamandan bakıyorum: evet, ekşi maya çağından.

Her şeyin bir kurgu olduğu gerçeği ve gerçeklerin de kurgulardan bir kurgu olduğunu düşünmeye başladığımdan beri hayatımın kurgusuna hükmedemiyor olmak beni adeta delirtiyor. Geçmiş ve gelecek böyle değil; ikisini de sonsuz kombinasyonla değiştirmek mümkün. Ama an öyle mi? Yine bu bedende, yine bu evde, yine bu zaman içinde uyanmak beni kendime sanki hapismişim gibi hissettiriyor. Camın önünden somurtarak geri çekiliyor, yatağımın üzerine oturuyorum.

“Her şey aynı” diye mırıldanıyorum. Oysa bir süreden beri özünde fantastik olmayan ama pratikte aşırı tuhaf zamanlardan geçiyoruz. Yıllardır aynı devam eden ve hep devam edecekmiş sandığımız adına da “normal” dediğimiz birçok şeyi askıya aldığımız bir dönem bu. Çocuklar okula, erkekler işe gitmiyor ama kadınlar yine deli gibi çalışıyor. Bilhassa evlerde. Çünkü kadınların normali öyle kolay kolay değişmez. Sosyal bilimciler kadınların aleyhine olan bu değişmeyen normale “ataerkil düzen” diyorlar. Sosyal bilimciler böyledir. Her sosyal duruma ad bulurlar da bu, çoğu zaman o düzen içinde yaşayan çoğunluğa pratik bir anlam ifade etmez.

Bu hislerin verdiği sinirle yataktan kalkıyor, odamda volta atarken buluyorum kendimi. Kadınlar bu değişmeyen normale boyun eğmemeli. “Bir kadın olarak ataerkiye savaş açmalı, başkaldırmalı, kişilik haklarının sonuna kadar savaşçısı olmalısın” diye bağırıyorum, sanki karşımda Mualla Teyze var. Yükselerek ekliyorum: “Bülent abi de kocaman yetişkin bir erkek, bırak artık yakasını”. Her şeyi kendiliğinden anlayan ve kavrayan, teskin ve teselli eden, Anadolu irfanının tecessüm etmiş hali Mualla teyze bile beni anlamıyor “sakin ol yavrum, kete pişirdim yeni, çay da koyarım şimdi, gel içeri sıkılmışsın dinlen biraz” falan diyor. Mualla teyzenin bana hüzünle bakan hayaline arkamı dönüyorum, biraz bekliyorum, olduğu yere tekrar dönüyorum, evet gitmiş. Rahat bir nefes alıyorum.

Yatağın kenarındaki koltuğa oturuyorum. Tavana bakarak “tek mesele kadınların değişmeyen normali değil elbette.” diye düşünüyorum. Değişen her şeyle birlikte çağ atladığımıza inanıyorlar. Öfkeyle “düşünebiliyor musun çağı atladığımıza inanıyorlar!” diye haykırıyorum. O esnada evin alarmı çalmaya başlıyor. Bu alarm böyle. Harekete, kokuya ve sese duyarlı. Eve çok misafir gelince, mutfakta soğan kavurunca veya aşırı yüksek sese çalıyor. Hep Bülent abi’nin işleri; yangın, araba ve hırsız alarmının hepsini birden çalıştıran bir devre kurdu çünkü eve. Sabahın köründe ciuuuuv ciuuuuv ciuuuuuv diye öten alarmı telaşla kapatıyorum ve ona fısıldıyorum “çağ dediğin öyle atlanınca bilinecek bir şey değil ki…” Alarmdan ses yok, beni ciddiye almamasına kırgın, kollarım iki yana düşmüş, ayaklarımı sürüyerek salona ilerliyorum. Kanepem kollarını açmış “gel uzan” diyor, sözünü dinliyorum.

Çağ atlamışmışız. Tarihi periyodlara bölmek ve onlara çeşitli adlar uydurmak sadece o dönemlerin çalışılmasını ve anlatılmasını kolaylaştırmak için yapay olarak üretilmiş bir sosyal bilimci icadı. Sanıyorlar mı ki İstanbul’da Latin külahı görmektense Türk sarığı görmeyi yeğleyen Bizanslılar, Fatih İstanbul’u alınca çağın değiştiğinin farkındaydı?

Huzursuzca pozisyonumu değiştirirken, “tabii bunlar hep cahillik” diye mırıldanıyorum. Anlatı tarihçilerin, çağ değiştirme padişahların işi.

“Bu çok sabit bir görüş” diye cevap veriyorlar zihnimin içinden. “Sonuçta aslolan değişimin kendisidir ve buna yol açacak olan araçlar çeşitli olabilir. Ki geçmişte de böyle olmuştur. Fatih bir çağdan diğerine sayfa çevirir gibi geçmedi, bilhassa teknoloji ve strateji buna sebep oldu. İlk, orta, Yeni veya Yakın’dan daha orijinal bir isim zaten Ekşi maya.”

Gözlerim kapanıyor… “diyelim ki çağ değişti”… Esniyorum… “Buna ekşi mayanın adını verecek değiliz.” “Bu payeyi ekşi mayaya kaptırmayacağız.”

“Herkesin bu günlerde ortaklaştığı eylem…” diyorlar, “ekşi mayalı ekmek yapmak mı o? Ekşi mayalı ekmek mi yapmak!” Diye araya giriyorum. Devam ediyorlar: “…pekâlâ külli değişim halini nitelemek için kullanılabilir.” Karşılık olarak “Direneceğiz”… diyiyiyorum… Gözlerimin kapanmasına engel olamıyorum.

Gözümün önüne bir kavanoz geliyor. Üstüne un takviyesi yapan kadınlar görüyorum. Maya kabarıyor, kavanozdan taşıyor, tezgâha dökülüyor, kadınlar onu toparlamak için üzerine biraz daha un atıyor maya mutfağı ele geçiriyor, mayanın üzerine su döküyorlar, evden binaya, binadan sokağa yürüyor. Maya ekşi kokusuyla beraber pencerelerimi zorluyor. Korkuyla kalkıp tüm pencerelerin kapalı olduğundan emin oluyorum, o esnada alarm çalmaya başlıyor, kapıya gidiyorum, kapının altından sızan maya tüm antreyi kaplamış vaziyette. Ekşi maya yerden göğe her yere uzanıyor. Ekşi mayaya artık kaygı yok, korku yok, ölüm yok.

Esra Hocam,

1. Başlık yok. Olmak zorunda değil. Yorumu oraya yapıştıracaktım, öyle fark ettim.

2. Nasıl başarıyorsun? Bir öykü mü yazıyorsun, yoksa gerçeği mi anlatıyorsun kestiremiyorum çoğu zaman. Ben bu kahraman bakış açılı anlatılara pek ısınamıyorum -ayrı mesele- ama sen anlatınca oluyor.

3. İlk üç paragrafta üç ayrı tarz var. Birincisi ikinci maddenin alanına giriyor, öykünü okuma kararını pekiştiriyor. İkincisi daha düz, ilk paragraftaki anlatım gücü düşüyor. Üçüncüsü ise aforizmik (böyle bir kelime yoksa dahi olmalı).

4. Bazı argümanlarına karşı çıkabilirim, ama çıkamam. Senin öykün, senin kuralların.

5. Bazı yerlerde müdahale ediyorsun, dipnot veriyorsun. Emre Hoca bunu postmodernliğe yoruyor, öyle dedi bana. Meslek hastalığı gibi bir şey. Metin üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyoruz. Ama sen zaten tanrı anlatıcı değilsin, sen neden müdahale etme ihtiyacı hissediyorsun? Her ne kadar bu tarz senin müdahaleni daha az göze batar kılıyor olsa da, bu post modern davranış üzerine kafa yormalıyız.

6. Önceki atölye sürecinde bir öykü yazmıştım, atölyede paylaştım mı hatırlamıyorum. Bir yerde yayınlanacaktı. Editör öykümde olay olmadığını söyledi. Kızdım. Çünkü olay öyküsü ve durum öyküsü ayrımı var, lisede öğrenmiştik. Şimdi senin öykünü okuyunca o editörü anladım. Bize birazcık olay versen -çok değil- daha bir öyküye benzeyecek. Öykü mü gerçek mi ayırt etmek istiyorum ben. Bu tabii şahsi, herkes katılmayabilir.

7. Teşekkür ederim. Böyle uzun uzun yazdıklarımı kızmadan okuyacağın için. Ve tabii ki eline sağlık.

Öykünün başlığı varmış dosya adında. Özür.

Yorum yapıştırdığım kelimeye nisbet edercesine “uzuuuun” olmuş.

Esra Hanım Merhabalar,

Neden öykünüzün başlığı yok merak ettim. Başlıkların öyküler kadar önemli olduğunu düşünüyorum.

Dosya adına yazıyorum başlıkları. Bunun adı “Sayıklama” Teşekkür ederim yorumlarınız için. <3

Merhaba,

Dilin müsait, bence bundan çok daha iyilerini yazabilirsin. Ne yazık ki bu metni sevmedim. Öykü gibi başlayıp bir denemeye dönüşüyor, ardından tekrar öykü olmaya çabalıyor, tekrar eden cümlelerle baş-son/kurgu bütünlüğü de kurmuşsun ama her şey için çok geç.

Üstelik benim için fazla didaktik. Bu denli didaktik öyküler yazmaya kararlıysan, fikrini öyküne çok iyi yedirmeye gayret etmeni öneririm. Böylece üslubun, belki üzerine sos olur da o lokmayı afiyetle yutarız. :)

Son olarak birkaç ufak hata gördüm. Gereksiz sözcük kullanımından kaynaklı anlatım bozukluğu vesaire. Umuyorum onları düzeltirsin. Genelde en süslü zannettiğimiz yerlerde olur bu hatalar.

Yazabileceğini düşünerek, daha güzel öyküler yazman dileğiyle.

bu paragrafı çok beğendim.

İçinde bulunduğumuz dönemi anlatan güzel bir öykü olmuş elinize sağlık. Ve bu dönemden sonra herşey aynı kalsa daha iyi olacak galiba

bu günlerin genel özeti.

Çok sevdiğim bir şeymiş ama o çok sevdiğim şeyin böyle de bir ismi olduğunu öğrendim :)

Çok iyiydi bu kısım

Ne güzel ifade etmişsiniz :))

? hikayeyi baştan son çok beğenerek okudum elinize sağlık. hangi cümleyi daha çok beğenceğimi de şaşırdım.

Esra Hanım Merhabalar,

Elinize sağlık öncelikle. Dilerim daha güzel öyküler de okuruz. Öykü yazmak yazı vs. konusunda tecrübeli olduğunuzu düşünüyorum. Başka bir öykünüzü daha okumuştum. Sadece dil ve anlatım bu öyküde ağdalı geldi. Atmosferi de oldukça kasfetli olmuş.

güzel olmuş,kaleminize sağlık. kafamı onaylarcasına salladığım birçok nokta oldu :)

hikayenizi okudum,

emeğinize sağlık