Buraya kadar boşuna gelmişsin dedi ejderha bana, kükremeye benzeyen kahkahasının ardından.
“Ne demek boşuna gelmişim. Ne kadar umutla çıktım bu yolculuğa biliyor musun?” diye çıkıştım ejderhaya. Sağ elimi çingene gibi bel boşluğuma koymuş, yedek ayakkabılarımı sallandırıyordum. Sol elimdeyse çıkınım. Tam o sırada dağın öteki tarafından bir ses duyduk. İkimizde başımızı o yöne çevirmiştik ki... Alarmımın sesiyle karakomedi bu absürt rüyadan uyandım. Elimi yüzümü yıkadım. Ne zaman kanepede uyuyakalsam ya başım ağrıyor ya da bu kâbusların etkisiyle kendimi halsiz ve bıkkın hissederek uyanıyorum. Yine de uykuya direnemiyorum. İşten gelir gelmez odama bile geçmeden kanepede öylece kıvrılıp uyumak istiyorum.
İnsanlarla bir arada olmak o kadar yorucu ki. Sürekli senin kontrolün dışında bir şeyler gelişiyor. Biri sana söz söylüyor, biri yanında beliriyor, biri yapman gerekenleri sıralıyor, biri senin merak dahi etmediğin saçma sapan detaylarla dolu cümlelerine maruz bırakıyor. Hepsi o kadar stres yapıyor ki dayanamıyorum. Ne var beni yok saysalar. İşyeri hapis geliyor belli bir dakikadan sonra, yoruluyorum aralarında bunu anlamıyorlar inatla. Halbuki benim için aralarında 'ne kadar sessiz, asosyal, hiç konuşkan' diyecek kadar tanıdıklarını da biliyorum. Elimi yüzümü yıkamak kâfi gelmedi. Duşa girdim. Şu ara iç sesimle ne zaman diyaloga başlasam konuşup konuşup uzlaşamayan, sonunda yüksek sesle tartışıp odalarına çekilen karı-koca misali oluyorum. Kendimi, iç sesine kulak vererek âlemi(ni) keşfedebilecek dervişâne bir ruh halinden, koca dünyaya sığamayan tüm emekliliğini tek koltukta geçirecek kadar sıkıcı, bohem, mutsuzluk ibtilası birine dönüşmüş halde buluyorum. Duştan çıkıyorum, giyinip aynaya bakarak saçlarımı kurulamaya başlıyorum. Sonra yine düşüncelere dalıyorum. Sanırım mutluyken değil mutsuz hissettikçe aynaya bakmayı daha çok seviyorum. Mutluyken aynaya baktığımda, mutluluğu kendime yakıştıramamaktan korkuyorum. Adeta üzerimde fazlalık gibi duruyor görünmesinden, mutluluğumun uçup gidecek olmasından endişeleniyorum. Yoksa çok az mı mutluyum? Mutsuzken aynada kendime bakarak kendimi teselli ediyorum. Acıyorum, seviyorum, gözlerimle şefkat akıtıyorum. Ah! Cazibesini yitirmiş bir güzellik diyorum sonra. Hüzünlenmeye bahane arıyorum adeta. Üşümemek için çıkmayacaktım fakat biraz başım ağrımak üzere. Başım ağrıyor gibi olduğunda balkona çıkıp fesleğenimin başını okşuyorum. Oda armağan olarak bana ferah kokusunu sunuyor. Çok ilginçtir sanki baş ağrıma engel oluyor gibi hissediyorum. Bilimsel bir gerçekliği var mı bilmiyorum. Dengesiz, belirsiz hislerle dolu ruhumun küçük argümanlarla bile asude oluşunu hayretle karşılıyorum. Hayretin, enerjik ve diri tutuşuyla uzun bir süre ruh halimi stabil tutabiliyorum. Derin nefes alıyorum balkonda. Bedenim de nihayetinde ruhumla senkronize olmaya hazır. Gözlerimi kapatarak tekrar nefes alıyorum ve uyku beni karşılıyor.
“Buraya kadar boşuna gelmişsin.”
“Ne demek boşuna gelmişim. Ne kadar umutla çıktım bu yolculuğa biliyor musun? Onu bulabilmek için o kadar yoruldum ki, karşıma çıka çıka çıkan şey ise Ejderha! Üstelik kızıl bile değilsin! Hadi yeşil olsaydın bari! Böylece büyük bir kertenkeleye benzerdin en azından.
"Aradığını hiç bir zaman bulamayacaksın." dedi ejderha.
"Her karşına çıkan senin tasvir ettiğin gibi mi olmak zorunda? Hayatta herşey gücüne gidiyor farkında mısın?" dedi içine ak sakallı kaçmışcasına.
"Hayata karışamaman, kendini sürekli birşeylerden soyutlama hırsının seni sadece yorduğunu farkına var. Ve gözünü aç. Orda. "
dediği anda uyandım. Etrafa bakındım istemsizce. Tabii ki kimse yoktu. 42 yıllık ömrümün neredeyse yarısı olmuştu. Yalnız yaşıyordum. Artık onu, kalan ömrümü, emekliliğimi birlikte geçirmek istediğim adamı bulmak, kavuşmak istiyordum. Bir hafta rüyamın etkisinden çıkamadım. İç sesimle
kavga bile etmedik bu bir hafta. Kendimi uzaklara dalarken buluyordum sürekli. İş yerindekiler bile anlamıştı sanki dalgın olduğumu. Fazla yanaşmıyorlardı yanıma. Sonra farkettim. O vazgeçmemişti. Dalgın görüntüm onu ürkütmemiş aksine meraklandırmıştı. Ejderha haklıydı. Gözüm açılmıştı. O ordaydı.