Kelimler: Fesleğen. Alarm. Hapis.
Zorluk: Bu cümle ile başlayacak öykü. “ Buraya kadar boşuna gelmişsin dedi ejderha bana, kükremeye benzeyen kahkahasının ardından.”
Derya Kuru
hüküm.
Buraya kadar boşuna gelmişsin dedi ejderha bana, kükremeye benzeyen kahkahasının ardından. Kendime geldim. Bir şey demedim. Ama içimden yooo boşuna değil dedim sana öyle geliyor. Hem zaten ilk defa da gelmiyorum ki diyorum, kendime dedim. Kahkaha attıkça ağzından alevler tükürüyor. Ağzındaki ateşler yağmur damlaları gibi sıçrıyor. Yağmurun insanları bazen neden yaktığını daha iyi anlıyorum. Yooo boşuna gelmedim. Kabul her seferinde de kayboluyorum ama boşuna gelmedim. Bir gün erişeceğim. Yine aynı yerdeyim. Güzel kokuların yayıldığı, bağ toprağından olma sıcak kumlu bir yol. Yalın ayaklarım ve kum parmak aralarıma doldukça sivrisinek ısırıklarından kaşıyarak büyüttüğüm yaralarımı yakıyor tuzuyla. Koşmaya başlıyorum. Evet, her seferinde. Onu görür görmez koşarak kaçmaya başlıyorum. Beni her gece kovalıyor. Bir Alaca inek benden ne isteyebilir ki diyorum, kaçmasam diyorum, durur mu? Vazgeçer mi kovalamaktan beni? Kaçarken geriye bakıyorum zaman zaman. Ejderhanın sesi geliyor. Kahkaha sesi. Hala geliyor mu, aramızdaki mesafe uzadı mı kısaldı mı anlamak için. Bugün epeyce doymuş. Koştukça süt dolmuş memeleri oradan oraya savruluyor. Memeleri de alaca. Beni kovalarken akan sütü beyaz bağ toprağında ıslak ve yine kısa sürede kuruyacak bir iz bırakıyor. Kimsenin ejderhadan başka göremeyeceği bir iz. Sütü taşan memelerine sinekler ve arılar yaklaşıyor. Pıtraklar yapışmış kuyruğunu hızlıca savuruyor. Yoruluyor ve soluklanıyor. Burnundan soluyor. Geviş getirdiği ağzından kocaman salyalı dilini çıkarıp burun deliklerine sokuyor hızlı hızlı. Yolun kokusunu alıyorum, durup bir an nefes alınca. Tam yaklaşmışlık hissi doluyor kalbime ki ejderhanın sesini duyuyorum yine. Korkunç kahkahasının ardından, boşunaaaaaa, boşunaaaaaaa, daha değil boşuna, ha ha ha ha hah gülüyor. Nedense O’ndan, Alaca inek kadar ürkmüyorum. Ürkmüyorum. İçimden hep aynı kelimeyi geçirmeyi de ihmal etmiyorum. Bu bilinçli yaptığım bir şey de değil üstelik. Sadece tiksiniyorum ondan. Kahkahasında kalbimi ekşiten bir şey var. Alaca inek soluyor burnundan. Ben koşmaya devam ediyorum. Koşuyorum. Bazen daha hızlı koşuyorum.
Kayboldum yine ve yine nasıl çıkacağımı bilmiyorum. Saçlarım yanmaya başlıyor. Ejderha gülerken oldu. Yağmur gibi bir damla. Sıçradı ve saçlarıma düştü. Sarı saçlarım tutuşuyor ve plastik bir çubuk gibi eriyorlar. Küçük küçük kara yuvarlaklar olup başımın derisine yapışıyorlar. Başımın derisiyle yolamıyorum onları. Geçiyorum. Patika yoldan da geçerek büyük halamdan aldığım iki saksı fesleğen ile dönüyorum eve ve çocukların toplanıp neler yaptığına dalmadan önce ya da sonra. Hangisi önce oldu hangisi sonra hatırlamıyorum. Burada hep kayboluyorum. Nenemin dışa çıkıntılı, kirece boyalı penceresinin önüne bırakıyorum saksıları. Koşarak yanlarına gidiyorum çocukların. Kömürlüğü temizliyoruz komşunun. Eski ve işe yaramayan ne varsa ejderhaya atıyoruz. Bir hamlede yutuyor. Dans ediyor sevinçten ve yuttukça bir şeyler, çıtır çıtır çıtırdayan dişlerinin birbirine vuruşlarını duyuyorum. Ağzına hiçbir şey vermeden yanına yaklaşamam biliyorum. Plastik bir şişe veriliyor elime kapağı açılarak. Öyle hayran ve dalgın bakıyorum ki yanına varana kadar bir açıp bir kapatı veriyorum şişeyi. Yaklaşınca fırlatıyorum. Geri çekilip, koşmaya başlıyorum geri geri. İzlemek istiyorum şişeyi yutuşunu. Ejderhayı besledim diye bağırırken, sesimi bastıran bir patlama sesi işitiyorum. Patlayan şişenin kapağı başıma, düşüyor. Tükürüyor başıma. Saçlarım tutuşuyor. Kahkahalarını duyuyorum. Bağıramıyorum. Gözlerimi kapatıyorum sadece. Bir adam beni belimden tutup bir çeşmenin altına sokuyor. Kafam cossssluyor. Duyuyorum. Gözlerim kapalıydı ama güzel kokuyordu etraf. Çeşmenin yanındaki taşa oturdum. Oturttu beni. Yüzümü yıkadıkça siyah sular süzüldü. Tekrar et çocuğum, hadi tekrar et söylediklerimi ağlama emi, geçti. Ağlıyorum. Ama geçmedi. Ejderhanın kahkahalarını duyuyorum. Hadi tekrar et söylediklerimi, hadi evladım, hadi konuş evladım. Söyle. Benim adım, hadi çocuğum bak, geçti bitti. Başımda sıcaklar var. Söylüyorum, duymuyor. Ejderha saçlarımı ve sesimi aldı. Ejderha benim sesimle taklidimi çıkarıyor. Duymuyor beni. Tekrar tekrar, tekrar et diyor. Ben, ejderhanın elinden, sesi ve saçları alındıktan sonraki kalanıyım, diyorum. Beyaz ve pembe çiçekleri var kokusu gelenin. Konuşmuyorum. Koşuyorum. Erişemeyeceksin ona, ha ha ha ha hah. Kafamın içinde koşmaktayım. Sıcak küçük tümseklerini aşmaktayım. Hem kafamda, hem de kafasında koştuğum bir yol olamaz. Onu görüyorum. Yağmur damlacıkları gibi ateşler saçıyor. Saçlarımı yaladı pis dili. Tümseklerimi aşmaktayım. Onu görüyorum. Onu görebildiğime göre onun dışındayım ve o da sesimi ve saçlarımı alabildiğine göre benim dışımda.
Dolunay olduğu için gökyüzü oldukça aydınlık. Güneş doğacak birazdan ve dağların arasında kaldığımızı bir kez daha hatırlayacağım. Aydınlık. Yağmur yağmaz böyle zamanlarda. Alarm çalıyor ve giyinmeye başlıyorlar. Burası bir açık hapishane. Restoranda çalışıyor mahkumlar. Sadece restoranda çalışabilecek ve bahçeyi süpürecek ve bahçeye bakacak kadar açık mahkumlar. Ben bir açık mahkum değilim. Sanırım kapalı da değilim. Ne olduğumu bilmiyorum. Önemli değil. Pencereden bakıyorum sadece ve bu oldukça önemli. Gökyüzü aydınlanıyordu ve onu şimdi görmekte olduğum gibi görebilselerdi, diye düşünüyorum. Kafam kaşınıyor ve bir tümsek tespit ediyorum. Bu yeni olmalı, daha önce yoktu. Parmaklarım sık gezinir kafamda. Beynimdeki hangi hücrenin hatası sonucu bu açık hücredeyim ve gerçek olamayacak kadar güzel bir bahçedeyim? Bu görüntü, onu gerçek olamayacak kadar güzel bulan gözlerimin düştüğü nasıl bir düş? Güvende miyim? Alaca inek dağların ardında mı? İkinci alarm çalıyor ve açık hapishanenin bahçesinde tek sıra halinde diziliyorlar. Siyah kumaş pantolonları, koyu bordo ceketleri ve bordo papyonları var. Ütülü beyaz gömleklerinin göğüs cebinde bordo iple ince ince işlenmiş “mahkum” yazılı. Mahkum hizmetçi garsonlar. Onlar mahkumlar ve çünkü gerçeği yaşamaya mahkumlar. Kendilerini nasıl hissettiklerini bilmiyorum ama mahkum gibi hissetmediklerinden eminim. Duygularının olduğunu sanmıyorum, ve duyguları onları bu açık hapishanede güvende hissetmelerine engel olmuyor. Yok olmuş duygularla var olmuş garsonlar hepsi. Birbirinin aynısı. Bakışları bile aynı. Aynı nezaket içerikli cümleleri kuruyorlar. Tabi efendim, hayat güzel efendim, içecek olarak ne alırsınız? Sonra şöyle diyor, daha çok çalışınca mutluluk var ha ha ha hah, tabi efendim yanına mezelerimizden alır mıydınız? Almayız, biz hep geliyoruz. Siz mahkumsunuz ve burada yemek ucuz. Evet nezaketiniz de ucuz. Almayalım, teşekkür ederiz garsonbeyefendibordapapyonlu.
Koşuyorum. Sizi, ve hepinizi, aynı şeyleri, başka korkularla yüzleşmek zorunda bırakacak, başka yollarda ve başka topraklarda adımlanacak, güvensiz yolların uzağının da ötesinde sorulmayan soruların bağlarında bekliyorum. Nenem sesleniyor, gel gitme yanlarına ateş yakıyorlar, bak sana neler anlatacağım. Bu yaprakları güzel kokulular, büyülü güçlere sahiptir. Fakirleri korur sonra. Nasıl korur? Kokularıyla ya. Bak. Kokladın mı? Sür ellerini bak. Dokundukça kokarlar. Koktukça çiçek de açarlar.
Pencerede, bir şeyi uygun zamanda görememiş olmanın pişmanlığını duyduğum oluyor. Göremeyişimin duyuluşu endişelendiriyor beni. Ejderhayı ve ruhu doğru düşünüyorum. Bu çok erdemli bir şey değildir. Alaca ineği hiç düşünmüyor ve sadece kaçıyorum ondan, değildir. Bir Alaca inek insana ne yapabilir ki? Neden kaçıyorum ondan? Bilmiyor muyum? Gerçekten bilmiyor muyum? Herkesten an be an çalan ejderhayı bilmiyor muyum? Alaca ineğin ölüm gözlerini görmüyor muyum? Bir güzel koku uğruna yaşamıyor muyum? Sorular olduğu için korkuların, korkular olduğu için soruların olduğunu bilmiyor muyum? Açıyorum kulaklarımı bahçeye... Bakıyorum sonra. Ağaçlara. Kuşlara ve Çiçeklere. Pencereden evet pencereden. Her çiçeğin bir yaprağı, her yaprağın canı var, diyorum.
Açık hapishanenin bahçesinde, mahkumlardan bihaber iki çiçek oynaşıyor. O O’ndan kaçıyor, öteki O'nu yakalamaya çalışıyor. Birine pembe giydirmişler, pîrîne beyaz. Kovalaştıkça kokuları yayılıyor. Yüzümü yıkıyor adam. Yıkadıkça yüzümün karası akıyor. Ağlama evladım, geçti. Hadi tekrar et söylediklerimi. Hadi çocuğum konuş benimle. Konuş benimle evladım. Sür ellerini bak. Dokundukça kokarlar. Konuş benimle evladım. Adını hatırla. Sür ellerini, bak güzelliğe. Konuş kendinle evladım. Bak güzelliğe. Üçüncü alarm çalıyor ve kapatıyorum pencereyi. Açık havalarda yağmaz. Bir tümsek daha aşıyorum. Gözümden bir ateş süzülüyor, yüzüme. Yüzümde bir hatırlama! Dökülüyor. Burası ''d,b''ağ’ların arasında bir açık hapishane. Bir hatırlama, dökülüyor Deniz'e. Güzellikten kuruyabilir çiçekler, diyor bir kısık ses. Sürüyorum ellerimi. Bütün mahkumlar tek tek geliyor ve soyunuyorlar. Soyunuyor ve uyuyorlar.