KAÇIRILAN (Usta - Çırak Öyküleri 3)
Mehmet Faruk Kurt
Gecenin bir vakti, usta çırağa elindeki siyah taşlarla bir şey göstermek üzereyken kapı çaldı. Kapının çalması pek alışılageldik bir durum değildi. Çırak ustasına baktı. Usta gözleriyle kapıya bakmasını işaret etti. Çırak basamakları hızla inip kapının önüne vardı. Yerde kapının altından atılmış bir zarf duruyordu. Zarfı eline aldı. Kapıyı açıp başını uzattı, sağına soluna baktı. Karanlıktan başka hiçbir şey yoktu sokakta. Kapıyı kapattı, zarfı alıp yukarı çıktı.
Usta zarfın üstündeki mührü görünce heyecanlandı. Mührü bozmadan üzerindeki şekli çırağa gösterdi. “Bu şekli aklında tut.” dedi. Masasının üstündeki mektup açacağıyla zarfı açtı. İçinden bir dal taze fesleğenle bir mektup çıktı. “Fesleğen paroladır.” dedi çırağa dönüp, “Bu mühürle bir zarf gelirse içinden taze fesleğen çıkar. Fesleğen kurumuşsa mektup vaktinde eline ulaşmamıştır. Hiç çıkmazsa o mektubu gönderen başkasıdır. Muhtemelen sana tuzak kurulmuştur.”
“Bu mektup kimden geliyor peki?” diye sordu çırak. “Öğreneceksin.” diye cevap verdi usta, ardından zarfı açtı. Mektubu sesli olarak okumaya başladı: “Alarm verildi, vakit geldi. Çırağınızı da alarak derhal malum yere geliniz.”
Mektuptan kaldırıp çırağa çevirdi başını, “Seni de çağırmışlar.” dedi, “Hazırlan, üzerine siyah kaftanını giy, gidiyoruz.”
“Nereye” diye sordu çırak. “Bunu sormaman gerekiyor.” dedi usta, “Bu konuda baştan anlaşmıştık.” “Haklısın usta.” dedi çırak, “Özür dilerim.”
Kapıya geldiler. Çırak duvardaki peykede duran gaz lambasını eline aldı. Yakmaya niyetlenmişti ki usta “Yakma,” dedi, “şehirden çıkıncaya kadar mümkün olduğu kadar sessiz ve görünmez olmalıyız. Sonra yakarız.” Çıktılar.
Ay yeni ay vaktinde olduğu için yıldızların sönük ışıklarından başka sokakları aydınlatan hiçbir şey yoktu. Bu gibi durumlara çoktan alışmış olan usta, yolu gündüzmüşçesine rahat yürüyordu. Çıraksa ustasının adımlarını takip ederek izini kaybetmemeye çalışıyordu. Bu halde uzun süre yürüdüler. Şehrin dışına çıktılar. Ormanlık bir alana geldiler. Usta çıraktan lambayı yakmasını istedi. Ormanlık alanı geçtikten sonra lambayı söndürdüler. İleride, bir tepenin başında parıltılar gördüler. Eliyle orayı işaret ederek “Oraya gidiyoruz,” dedi usta, “daha yolumuz var.”
Yürümeye başladılar. Yavaş yavaş yolları yokuşa dönüyordu. Çırak sordu, “Anlatmayacak mısın usta?”
“Anlatacağım” dedi usta, “sormasan zaten anlatacaktım ama her şeyden önce seni bu konuda tekrar uyarmam lazım. Ben bir şeyi anlatmam gerekirse anlatırım. Bu kadar çok soru sorma.”
Çırak seslenmedi. Usta devam etti: “Bu ülkedeki tek usta ben değilim. Başka ustalar da var. Benimle beraber on yedi usta. Diğer ustalardan biri şu karşıda parıldayan tepede hapis. Haftalardır bugünü bekliyorduk. Beş usta bu gece toplanıyoruz. Arkadaşımızı kurtaracağız.”
“Nasıl?” diye sordu çırak. “Sormasan anlatacaktım” dedi usta, “ama anlatmıyorum, gidince görürsün.”
Yokuş iyice dikleşmişti. Ağır ağır, yukarıdan bakan nöbetçilere görünmemek için eğile eğile yürüyerek yokuşu çıktılar. Tepeye yaklaştıkça nasıl bir yere varmaya çalıştıkları daha çok seçiliyordu. Varmaya çalıştıkları yer, dışı büyük kayalarla örülmüş küçük bir kaleydi. Tepedeki nöbetçiler belli belirsiz seçilmeye başladığı sırada durdular. “Bekleyeceğiz.” dedi usta, “Burası ülkenin en korunaklı zindanı. Bizden birkaç nesil önceki ustalardan biri buranın inşaatında çalıştığı için içerinin planını adımız gibi biliyoruz. Seninle benim vazifemiz içeri girip hapisten arkadaşımızı kurtarmak değil. Bunu bugün gelen arkadaşlarımız yapacaklar. Her bir ustanın uzmanlaştığı bir alan var. Bir usta arkadaşlarını nöbetçilere görünmeden kalenin dibine götürecek, bir başkası kayalardan birini ses çıkarmadan unufak edecek. Diğer iki arkadaşımız içeri girecekler. İçeri girdiklerinde biri tek tek her yeri dolaşmadan ustanın kaldığı hücreyi bulmalarını sağlayacak. Diğeri yaptığı iksirle gardiyanı bayıltacak. Anahtarı alıp hücreyi açacaklar. Girdikleri gibi de geri çıkacaklar. Ustayı buraya getirecekler, onu biz koruyacağız.” Ustasını dikkatle dinleyen çırak başını salladı. Beklemeye başladılar.
Biraz sonra kalenin tepesinde hareketlilik sezildi. Nöbetçiler alarma geçmişlerdi. Usta arkadaşlarının başaramadıklarını düşünerek telaşa kapıldı. Çok geçmeden yakınlarda ayak sesi işittiler. Bir adam koşarak onlara doğru geliyordu. Saklandıkları yerden çıkmadılar. Usta elini çıkarken çırağa fark ettirmeden yanına aldığı hançerine götürdü. Hançeri kınından çıkardı. Gelen adam onların olduğu yere geldiğinde yavaşladı. O sırada usta saklandığı yerden fırlayıp adamın boğazına hançeri dayadı. “Parola?” diye sordu. “Fesleğen.” dedi adam. Usta hançeri yerine yerleştirip “Gidiyoruz.” dedi. Geldikleri tarafa doğru koşmaya başladılar. Tepeyi indiklerinde arkalarına baktılar. Onları takip eden kimse görünmüyordu. “Ustalar” dedi gelen adam, “farklı farklı yönlere dağıldılar. Hepimizi birden takip etmiş olamazlar.”
Geldikleri ormanı geçtiler. Şehre girmeden önce usta çırağa döndü. “Geldik senin vazifene.” dedi, “Burada ayrılıyoruz. Evden iki kişi çıktık, iki kişi olarak geri döneceğiz. Bu ormanı sınırını takip ederek yürü. Diğer ustalardan biri seni alacak. Parolayı sorduğunda fesleğen de. Eğer kimse seni almazsa bir aksilik olmuştur. Ormanın bitiminde bekle. Kimse gelmezse üç gün dayanman gerekecek. Üç gün içinde ustayı buradan göndermiş olurum. Sonra eve dönmüş olmazsan gelip seni ben alacağım.” Hançerini kınıyla beraber çıkarıp çırağa uzattı. “Bu lazım olabilir.” dedi, “Ayrıca kaftanını çıkarıp ver. Ustayı onunla kamufle edeceğiz.”
Sonra iki usta şehre doğru yol almaya başladılar. Gecenin bir yarısı iki kişinin çıktığı eve, sabah gün doğmak üzereyken iki kişi girmekteydi.
(Dördüncü usta-çırak öyküsü: https://docs.google.com/document/d/17ULt0K1gOGQzMvhq1lRYGoeMT7279zmMM3jzLO2zW1s/edit )