Uzak Yaz

Melike Sülev Aydın

Uçak havaalanına indiğinde tan yeri ağarmak üzereydi. Ayağı toprağa değer değmez yüzüne çarpan sıcak hava, bir an için nefes almasını zorlaştırmıştı. Tanzanya'nın sıcak olduğunu duymuştu ama bu kadarını beklemiyordu açıkçası. Yolcu bekleme alanında, elinde isminin yazılı olduğu kartonu tutan siyahî adamı görünce içi rahatladı. Adama el salladı. Tekerlekli valizini sürükleyerek yanına gidip selam verdi: “Selamün aleyküm.”

Dünyanın her yerinde geçerli olan bir şifre gibiydi bu söz. Ben Müslümanım ve benden sana zarar gelmez. Karşısındaki adam, beklediği kişinin o olduğundan emin olmak ister gibi biraz duraksadı. Sonra da: “Ve alaykum salam” diye cevap verdi. Tokalaşıp gülümsediler birbirlerine.

Kendini karşılamaya gelen kişi, Türkiye'de üniversite okumak isteyen o genç çocuk olmalıydı. Çıkış kapısının önünde bekleyen taksiye bindiler. Taksi yolculuğu yaklaşık yirmi dakika sürmüştü. Galiba hiç Türkçe bilmiyordu. O yüzden yol boyu konuşmadılar. Güneş yükselmeye başlarken kalacağı kampa ulaştılar. İki aylık yaz tatilini bu kampta geçirecekti.

Bu kampta ailesini kaybeden yetim çocuklar eğitim görüyor ve yatılı olarak kalıyordu. Edebiyat fakültesinden mezun olduğu geçen yaz, Cilvegözü sınır kapısındaki çadır kentte ilkokul düzeyindeki çocuklara Türkçe dersi vermişti. Hayatında unutamayacağı anılar biriktirdiği, ilginç bir yaz olmuştu. Bu sene yurt dışına gitme fikri de kuzeni Ahmet Eren sayesinde ortaya çıkmıştı. Ahmet Eren, sivil toplum kuruluşlarında aktif rol alıyor, hangi şehir ve ülkede yardıma ihtiyaç olursa oraya gönüllü olarak gidiyordu.

Taksiden inince Ahmet Eren koşarak yanına geldi. Kucaklaştılar. Yüz yüze görüşmeyeli üç buçuk yıl olmuştu neredeyse. “Aç mısın? Kahvaltı hazırlatıyorum sana” diye lafa girdi kuzeni. Nasılsın diye sormadan aç mısın diye sormasına şaşırdı doğrusu. “En son uçakta bir sandviç yedim” diye mırıldandı.

Tek katlı betonarme binaya girdiğinde, tarif edemediği fakat yağmurdan sonraki toprak kokusuna benzettiği bir koku, burnunun direğini sızlatmıştı. Yüzünü ekşitmemeye çalıştı. İçeride çok az eşya vardı. Kahvaltı sofrasından kastı hasır üzerine serilmiş kareli bir örtü ve üzerindeki üç beş tabaktı. Tabakta pideye benzeyen yuvarlak ekmekler vardı. Biraz yeşillik ve salata. Kendisini karşılamaya gelen siyahî genç de sofraya oturmuştu. Adının Emir olduğunu sonradan öğrendiği gence onlar, Amir diyorlardı.

Kahvaltıdan sonra kalacağı odaya geçti. Eşyalarının olduğu valizi bir kenara koyup, derin bir nefes aldı. Etrafı tanımak için sabırsızlanıyordu. Tanzanya hakkında Google'da yazılanlardan başkasını bilmiyordu. Çok heyecanlıydı.

"Bugün Cuma olduğu için okul tatil. Biz de hurma bahçelerine gidip, ortalığı kolaçan ederiz." dedi Ahmet Eren. "Hurma mı? Medine'den başka yerde hurma yetiştirildiğini bilmiyordum" diye cevap verdi. “Ben geldiğimde bu bahçelerin hiçbiri yoktu. Ama su kuyuları açıldıkça tarımı geliştirmeye başladık. Buranın halkı çok çalışkan. Kadını erkeği hepsi bahçelerde çalışıyor. Haliyle karşılığını da misliyle alıyorlar" diye ekledi.

Bahçeye gitmek için arazi aracına bindiler. Güneş yerini bulutlara bırakıyordu. Tanzanya'daki ilk gününde yağmurda ıslanacağını hiç tahmin etmemişti. Neyse ki bahçe yakındı. Anayoldan gittikleri için etrafta pek kimseyi görmemişti. Bazı kadınlar omuzlarına koydukları kovalarla su taşıyordu sadece. Kadın olmak her yerde zor diye düşündü. Bahçeye girdiklerinde önce domatesler karşıladı onları. Minik yeşil domatesler. Ardında sivri biber ve marul tarzı yeşillikler. Hurma ağaçları en sonda. Boyları iki metre bile değil. Meyve verir mi bu sene, bilinmez.

"Buraları gördüysen artık dönelim geri" dedi Ahmet Eren. Birlikte arabaya binip yola çıktılar. Bu defa köyün içinden geçiyorlardı. İnsanların etrafına toplandığı bir adam, elindeki davulla bir şeyler çalıp, şiir tarzında şeyler söylüyordu. “Her Cuma böyle kutlanır burada” dedi Ahmet Eren, meraklı bakışlarını sezmiş olmalıydı. Cuma'nın bayram olmasının tezahürü olmalıydı.

Güneş batmaya hazırlanırken Tanzanya'daki ilk gününün gayet yorucu, bir o kadar da heyecanlı geçtiğini düşündü. İyi ki gelmişti. Önümüzdeki iki ay kim bilir neler görüp geçirecekti. Allah-u âlem..

Melike AYDIN