Zodyak

Esra Erman

Kelimeler: Pide- Hurma- Davul

Ek zorluk uygulanmamıştır.

zodyak

Maruf dünya tarihinin milattan sonraki bir diliminin, Asya ile Avrupa'yı birleştiren coğrafi konumla kesiştiği bir noktada olanlara dair bizce malum olup okuyucuya olmayan anonim bir şehadettir.

Bütün dünya canlı yayına kilitlenmiş bekliyorduk. Mübalağa etmiyorum. Hiçbir canlı yayında milyarları görmemiştim. Şu an izleyici sayısı 1.001.483.479 oldu. Gelmeye devam ediyorlar. 1.001.483.480. 1.001.483.489. 1.001.483.511. 1.001.483.564. 1.001.483.892... Son değişimden bugüne beş gün geçti. Yayının duyurusu üç gün önce yapılmıştı. Yüzlerce ülkeden milyonlarca kişi tarafından paylaşıldı.

Değişimler, onaylanır onaylanmaz ülkeler bazında yaptırım uygulanıyor, ayrıca kullandığımız ağlar tarafından tarih otomatik atanıyor. Ekranım 4 Aralık 2033 tarihini gösteriyor ama kol saatim 9 Ağustos (2031)’ta, kol saatimi düzeltmediğim sürece böyle devam edecek. Rüzgarlı, buz gibi bir hava var dışarıda, kar yağıyor, böyle giderse tutacak. Kızım takviminde Ağustos’un 9’unu işaretliyor, tatil programının takvimi. Gün gün dolduruyoruz. Öğretmeni vermişti. Günlük faaliyetlerini işliyoruz. Onun aklı ermiyor olanlara, daha beş yaşında ama saymayı biliyor, sayıları tanıyor. 9 sayısının üstüne bir çarpı attıktan sonra karda oynamak için yalvarmaya başlıyor. Hadi anne! Hadi ama! Zıplıyor. Zıp zıp. Onun takvimiyle benim kol saatimi saymazsak dünya başka bir zamana sıçradı. Kızım bir ay, bir haftada, ikibuçuk yıl yaş aldı. Çünkü kimliği yedibuçuk yaşında olduğunu söylüyor.

Her şey alt üst oldu. Bizim gibi yaz tatilinde olan ülkeler, okullar için yeni düzenlemeler getirmek zorunda kaldılar. Yıllık vergiler, zamlar, ödemeler. Üretim ve ticaret zinciri, ithalat ihracat, her şey yeniden düzenlendi. Ama en çok tarım zarar gördü bu olanlardan. Ülkemiz, Mars’a göndereceği yeni uzay aracı için son hazırlıklarını tamamlamıştı. Aracın, görevine başlamasına 21 gün kalmıştı. Elbette iptal oldu. Temmuz ayında, Dünya ve Mars’ın en iyi konumda olacağı zamanı, 23 Temmuz'u kaçırmıştık. İlk değişim 21 Aralık akşamına taşımıştı bizi.

Her şeyin nasıl başladığını anlamaya çalışıyor dünya, buna neyin neden olduğunu…

Ailecek, Kilimli’de çadır kurmuştuk. Yılda birkaç kere gelir kamp yaparız. Pek kimse bilmez burayı, hele hafta arası gelenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Kızımla sudaydık. Güneş yükseliyordu. Isıtıyordu. Eşim kahvaltı hazırlıyor, oğlum ona yardım ediyordu. Yanımızdaki koyda hareketlilik başlamıştı. Birden karardı ortalık. Buz gibi esmeye başladı. Neye uğradığımı şaşırdım. Ağlamaya başlayan kızımı kucakladığım gibi sudan çıktım. Donuyorduk. Eşim fenerle yolu gösterdi. Kar yağıyordu. Lapa lapa kar yağıyordu. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Öyle korkmuştum ki! ‘Güneş tutulması’ aklıma gelen tek açıklamaydı ama ortada ne ay vardı, ne güneş. Çocukları soğuktan korumak için yanımızda ne kadar eşya varsa üst üste giydirdik. Örtünmek için getirdiğimiz pikelere sarıp arabaya bindirdik. Aceleyle kampı bozup yola çıktık.

Trafik felç olmuştu. Sabah evlerinden işlerine gitmek için yola çıkan insanlar panik halinde geri dönmeye çalışıyorlardı. İnternet de telefon da çökmüştü. Sonunda radyoyu açmayı akıl ettik. Olan ne idiyse her yerde olmuştu. Henüz resmi bir açıklama gelmemişti. Bütün kanallarda insanlara sakin kalmaları tavsiye ediliyordu. Eve vardığımızda mahalleyi balkonlarda camlarda bulduk. Kar yağmaya devam ediyordu. Saat öğleni gösterirken gökyüzü, zifiri bir geceydi, ay neredeydi! Herkes olanları konuşuyordu. Çok geçmeden durumun global ölçekte gerçekleştiğini öğrendik. Dünyanın dört bir yanından yayın yapan ulusal kanallarda, gecenin birdenbire güne dönüşünü gösteriyorlardı, günün geceye.. Biz kışı yaşarken şimdi, Güney yarımküre yazı yaşıyordu. Yani çok kötü değildi. Kıyamet kopmayacaktı. Güneş dürülmemişti. Mutlak bir karanlık değildi üstümüze çöken. Ne olduysa yalnız bize olmuyordu, herkese oluyordu, bütün dünyaya. Öyledir ya, ne kadar kalabalıksan o kadar normalleşir çünkü. Nasıl olduysa olmuş, gün geceye, gece güne dönmüş, mevsimler değişmişti.

Türkiye saatiyle sabah 9:36, ayın ikisi, Temmuz’un, birdenbire. Tabii ben o sırada saate bakmadım. Son dakika haberi olarak verilen görüntülerde gördüm. Tam olarak 09:36:28. saniyede olmuştu değişim. Aniden. Doğudaki ülkelerden gelen görüntüler çok kötüydü. Oralarda öğleden sonra olduğu için sokaklar caddeler, parklar, avm’ler doluydu. Yaşanan panik yüzünden önemli kazalar oldu. Batıda günün erken saatleriydi, insanlar yataklarından yeni kalkıyorlardı, durumları görece sakindi. Gece yarısında değişimi yaşayan ülkeler ise öğlen güneşinin tepede olduğu ‘sabah’ haberlerinden öğrenmişlerdi olan biteni, bir de pencerelerinin dışındaki hava durumundan.

Ertesi gün sabah saatlerinde ilk resmi açıklama yapıldı. 2 Temmuz gününden, 21 Aralık gününe atlamıştık. Topyekun. Güneş, ay, gezegenler, hep birlikte, comburlup. Kızım kullanıyordu bu kelimeyi, hoşuma gidiyordu. Gözlemevleri, merkezler ve uydulardan eş zamanlı veriler dünyalılarla paylaşıldı, grafikler gösterildi, simülasyonlar oynatıldı. En aptalımızın bile anlayacağı şekilde anlattılar. Kısaca, zaman yolculuğu yapmıştık. Göz açıp kapayana kadar A noktasından B noktasına gitmiştik. Bütün bir güneş sistemi yapmıştık bunu, hep birlikte. Yörüngeleri, dönüş hızları, eksenleri farklı farklı olan sistemimizdeki her bir unsur 21 Aralık tarihinde tam olarak nerede olmaları gerekiyorsa orada olmuşlardı.

Takvim değişikliği ilan edildi. Ne olduğunu biliyorduk artık, ama neden olduğunu, nasıl olduğunu, tekrar olup olmayacağını bilmiyorduk. Dünyanın birçok noktasından art arda yeni haberler geliyor, her geçen saniye yeni bir teori ortaya atılıyordu. Hükümetler güven sağlamaya çalışırken, uluslararası araştırmalar, yeni istasyonlar, uydular, projeler hız kazanıyordu. Binlerce sesin içinde, Diyanet İşleri Başkanımız bir basın toplantısı düzenledi. Değişim sonrası tespit edilen yeni tarihin Ramazan ayının ilk gecesine tekabül ettiğini söyledi. Müslüman ülkelerden benzer açıklamalar duyuldu. Ramazan ayındaydık. İki gündür içinde bulunduğumuz alarm durumundan yavaşça sıyrılıp atmosferi ve ritüelleriyle bizi sarıp sarmalayan Ramazan ayının aşina kucağına bıraktık kendimizi. Birden ortaya çıkan hurma ihtiyacı, hazırlıksız yakalanan ithalatçı firmaları harekete geçirirken, pide kuyruklarının mimarı fırıncılar başta olmak üzere küçük esnafın yüzü güldü. Zekatımızı hesaplamaya çalışıyordum. Oysa zekatımızı yedi ay önce vermiştik. Ramazan ayında. Ama şimdi üstünden bir sene geçtiğini söylüyorlardı. İki gün gecikmeyle oruca başladık. Mevsim değişikliği ile günlerin kısalmış olması dışında her şey normal seyrindeydi. Üretimin aksamaması gerekiyordu. Önce başka seçeneği olmayanlar işine gücüne giderken zamanla herkes kıyamet beklentisinden kurtulup normale döndü. Ülkemizde ve dünya genelinde bilim adamları bu değişikliğe neyin neden olduğunu anlamaya çalışırken biz hemen adapte olan televizyonlarımızdaki programlarımızla, mukabele, teravih ve iftarlarımızla ramazanı yaşıyorduk.

İftar ve sahur programlarının arasında her akşam başka konuklarla hep aynı konu konuşuluyor, internet üzerinde de sayısız yayın yapılıyordu. Gelişmeleri ilgiyle takip ediyorduk. Bilim adamlarına göre her şey birdenbire olmuştu. Dünyanın çevresinde karıncalar gibi çalışan uydulardan alınan veriler incelenmiş ama buna neyin neden olduğuna dair bir bilgiye ulaşılamamıştı. Oysa böyle büyük bir değişimin öncesi ve sonrasında mutlaka iz bırakması beklenirdi, büyük güneş fırtınaları, depremler, tsunamiler filan olması gerekirdi ama yoktu. Bütün bir zodyak birdenbire bir konumdan diğerine ışınlanmıştı sanki. Yeni gözlem uyduları gönderilmiş, istasyonlar kurulmuştu. İnsanoğlunun karşılaştığı en büyük gizemle ilgili gelişmeleri takip ederken bir sürü yeni kelime öğrenmiş, astronomi terminolojisine vakıf olmaya başlamıştık ki sayılı gün çabuk geçti. Arefe günü gelip çattı. Yarın bayramdı. Ramazan ayına veda edecektik, buruktuk biraz da.

Arkadaşım köyünden getirdiği cevizleri kırarken ben hamuru tutuyordum. Duamızı kadir gecesine yetiştirmiş, temizliğimizi yapmış, günümüzü baklava için ayırmıştık. Eşim oğlumla çarşıdaydı, ayakkabı bakmaya çıkmışlardı. Öğlen civarıydı. İkinci değişim o zaman oldu. Tam şerbeti ocaktan indiriyordum ki, karardı ortalık. Yine korktuk ama önceki kadar değil, insan alışan bir varlıktı. Emaneti taşıma cüretini gösteren bir yaratıktan başka ne beklersiniz. Haberleri açtık. Eşim de biraz sonra geldi. Kısa sürede bilgiler doğrulandı. Zodyak’ta yeni bir atlama olmuştu. Şimdiki tarih 10 aralık 2032’yi gösteriyordu. Hemen, Ramazan ayına denk geldiğini düşündüm. Hani herkes bilir, hicri takvim ayın evrelerine göre belirlendiğinden Ramazan ayı miladi takvime göre her sene 11 gün öne gelir. Parmaklarımla hesapladım, doğruydu. Ramazanın birinci gününe gelmiştik, yine. Bayram yapacağız derken, Ramazan hilalini görmüştük. O gece teravihe gittik. Doldu taştı camiler. Rabbim, Ramazan ayını hakkıyla ağırlamadan salmayacaktı bizi.

İki sıçramanın da müslümanların kutsal ayı Ramazanın başlangıç gününe denk gelmesinin tesadüf olamayacağını sorgulamaya başladı dünya. Bu sorgu, ardından, bunu yapanların müslümanlar olduğu yargısını getirdi. Çatlak sesler duyulmaya başladı. Tartışmalar sürerken, ertesi gün bayram yapmaya hazırlanan 2 milyar müslüman Ramazanın ilk sahuruna kalktı, yeniden. Tam bir ay içinde 1,5 yıl ileriye gitmiş ve iki ramazanın ilk gününü yaşamıştık. Takvimlerin her seferinde Ramazan ayının başlangıcına sıfırlanması -ki aslında sıfırlanma diyemeyiz çünkü her seferinde bir sonraki Ramazan ayına zıplıyordu, daha çok yetişme diyebiliriz.- Ay takvimine göre bizlere farz kılınan tarihleri kovalıyordu güneş sistemi, tam da bir sonraki ramazan olacakları pozisyona yetişiyor yerini alıyor ve ramazanı başlatıyordu. Ramazanın ne olduğu, islamiyetteki yeri, orucun diğer dinlerdeki uygulanış biçimleri, dünyada astrofizikten daha çok ilgi çekmeye başlamıştı.

Yeni, yepyeni, en son Ramazan ayının üçüncü gecesi sahuru yapmış sabah namazını beklerken mukabele okuyorduk ki, son dakika bildirimleriyle öğrendik yine bir atlama olduğunu. Bir şey fark etmemiştik. İmsak vaktiydi, henüz gün doğmamıştı. Çok geçmeden dünyadan haberler gelmeye başladı. Her seferinde ramazanın başlangıcı sayılan akşam namazı vaktine evriliyordu dünya. Bu vakit Türkiye’nin koordinatları ile örtüşüyordu. Eşzamanlıevrenselzamana göre değişim hep aynı saatte başlıyordu. Hava birden açıldı, gün doğuyor gibiydi, sonra karardı, doğacak diye beklediğimiz güneş battı. Henüz oruca niyetlenmişken iftar ettik, sabahı beklerken akşam namazlarımızı kıldık. Biz müslümanların ibadetlerimiz zamana koşulluydu. Mükellef olmamız için vaktin girmesi gerekiyordu. Geç olmadan net tarih bilgisi yayınlandı 29 kasım 2033. Henüz geceydi. Hiç bitmeyen bir ramazan yaşıyorduk. Ülkede oruçsuz müslüman kalmamıştı. Mutluydum.

İki gün sonra da, işte bu yayının haberi yapılmaya başlandı, ulusal kanalların hepsine çıktı adam, yetkililere başvurduğunu ama kimseyle görüşemediğini söylüyordu. İnternet üzerinden gerçekleştireceği otomatik tercüme yapan bir yayınla iddiasını ispatlayacaktı. Değişimi yapan oydu, yine yapacaktı. Bu sayede yetkililerin onu ciddiye alacaklarını ve bu konuya bir açıklık getireceklerine inanıyordu. İşleyişin nedenlerini o da bilmiyordu, bu olanın nasıl olabildiğini bilmiyordu. Buna bir son verebilirdi elbette, bir daha yapmazsa olmazdı ama burada büyük bir bilinmeyen vardı, insanoğlu bunu çözmek zorundaydı. Bunu çözmek kozmozdaki birçok sırrı aydınlatabilirdi.

İki milyarı aşan izleyici kitlesinin canlı olarak izleyeceği yayın Türkiye saatiyle 13:00 de başlayacaktı. Bu saati özellikle seçmişti ki, dünyada değişim sırasında gece saatlerini yaşayan lokasyonlardaki ülkeler de canlı olarak görsün. Bursa’da yaşıyordu. Yayına başladığında yanı başında bir davul vardı. Bir ramazan davulu. Yabancı ülkelerden katılanlar ne düşündüler bilmiyorum ama ben ramazan dolayısıyla o davulun yanında durduğunu sandım.

Dedesinden kalan evde tadilat yapmak üzere yaz başında köyüne gittiğini, evin uzun süredir kullanılmayan damında bu davulu bulduğunu söyledi önce. Köyde birkaç hane kaldığını, yaşlılardan en son ölenin dedesi olduğunu, davulun neden dedesinde olduğunu öğrenemediğini söyledi. İlk değişimin yaşandığı gün, oğlunun davulla oynadığını, ona göstermek için bir tokmak aradığını, yerde bulduğu kırık bir ağaç dalından yaptığı tokmağı, bak böyle çalınır diyerek davula vurduğunu anlattı. Bir vurmuş ki vurmasıyla gün geceye dönmüş, mevsim değişmiş. Garip bir titreşim olmuştu tokmak davula değince, dedi. Aklımın bir köşesinde kaldı ama davuldandır demedim, hayatımda ilk kez bir davula vuruyordum nihayetinde, nasıl olması gerektiğini bilmiyordum.

Gerisini hepimiz gibi yaşadığını, gelişmeleri herkes gibi takip ettiğini anlattı. İkincide, yani yeniden davula vurduğu gün aynı şey olunca, düşünmeye başladım dedi, acaba mıdır, öyle midir, bu mudur diye. Birkaç kişiye danıştım. Tabii saçma buldular düşüncemi, deliymişim gibi baktılar yüzüme, e haksızlar mı, haklılar. Resmi bir başvuru yapmak istiyordum ama önce emin olmalıydım. Derken beş gün önceki o son takvim değişimini bile isteye yaptım, kasıtlı, herkes bayramı beklerken daha çok ilgi çeksin, dinleneyim istedim, denedim, artık emindim. İlgili, yetkili, her makama başvurdum bir sonuç alamadım. İşte buradayız. Nedenini bilmiyorum.

Dünyadaki her dile çevrilen yayında adam şöyle sürdürdü sözlerini. Beni izleyen herkese sesleniyorum, bu elimdeki bir ramazan davuludur. Yüzelli yılı aşkın süredir ülkemizde kullanılmaktadır, çünkü biz geleneklerimizi sürdürmeyi severiz. Takvimlerimizi her seferinde ramazanın başlangıcına getiren güç bu davuldadır. Ayağa kalktı. Davulu sol koluna taktı, sol bacağına dayadı. İşte, dedi. Bu tokmağı şimdi dördüncü defa sizin gözlerinizin önünde vuracağım. Müslüman kardeşlerim, yeni bir ramazanın ilk gününe hazır olun, diğer dünyalı kardeşlerim de kendilerini yeni bir yıla hazırlasınlar. Bismillah dedi yüksek sesle ve tokmağı vurdu. Gerçekten de karardı ortalık ve gerçekten de sesi… bilmiyorum, belki adam hissettim dediği için etkilendim, ama bir tını vardı içinde, bir tınlama, titreşim, değişik, bilmiyorum.

Bizce malum olup, okuyucuya da anonim anlatıcıya da olmayan, bazı bilim insanları, kimi hükümetler ve bir takım memurlara olan malumata dairdir.

Adam doğru söylüyordu. Uzay ve zamanı büküyordu davul. Davulu aldılar. Araştırdılar, ustasını buldular. Ölmüştü. Sahibini buldular. Ölmüştü. Bir deliden emanet kalmıştı dedesine. Zamanının gazetelerinde yazmıştı. O gece uyuyakaldığı için köyünü sahura kaldıramayan, kaldıramadığı için çıkan yangın yüzünden helak olan bir köyün davulcusuydu sahibi. Delirmişti sonunda. Davulunu döve döve, dört gün dört gece yürümüş, dedesinin köyünde, dedesinin kucağında ölmüştü. Ölürken emanet aldığı davulu atmamıştı dedesi. Bugüne kadar damda saklı kalmıştı. Dünyanın çeşitli ülkelerinin katılımıyla, bilim adamlarından oluşturulan bir ekibi gözlemci olarak davet ettiler. Derisini, kasnağını incelediler, aleladeydi. Rezonans noktalarını ölçtüler. Frekans hareketlerini, titreşimlerini hesapladılar. Parçalarına ayırdılar. Sayısız deney yaptılar. Türkiye Atom Enerjisi liderliğinde üretilen Atlas dedektörleri eşliğinde yeni bir tarih değişimini bile denediler ama sonuç alamadılar.

Bayramı gördü İslam alemi sonunda. Üç bayram daha gördül. Dünya davulu unutmuştu. Her şey olağan seyrinde ilerliyordu. Geceler gece, gündüzler gündüz kalıyordu, mevsimler de. Ama bilimadamları pes etmediler. Onbeş kere ayırdıkları davulu, otuzbeş kere birleştirdiler. Gözlemciler dağıldı, ülkelerine döndüler. Gizli davul üretimleri yapıldı, sayısı gizli, gizli sığınaklarda, bütün bu çabalara rağmen güneş sistemini bir milim yolundan saptıramadılar.

Bahsi geçen tarih ve coğrafyada, -ki burada lise müfredatı kast edilmemektedir- olanlara dair bizce malum olup okuyucuya ve anonim anlatıcıya ve dahi bilim adamları, hükümetler ve memurlara olmayan ama altı yaşında bir çocuğa olana dairdir.

Adamın, o zamanlar üç yaşında olan oğlu, altı yaşına girmişti bu zaman zarfında, fakat davulu unutmamıştı. Adam bile unutmuştu ama oğlu unutmamıştı. Birkaç ay, hatta neredeyse bir yıl boyunca çok popüler olmuş, sayısız mülakat vermiş, hakkında onlarca dava açılmış, birkaç kere devlet tarafından alıkonulmuş olmasına rağmen adam unutmuştu ama oğluna unutturamamıştı. Dükkanı kapatmış öğle yemeği için evine dönerken köşede yeni açılan oyuncakçının kapıya koyduğu sepetin içindeki oyuncak davulu görünce aldı hemen, koşarak evine gitti. Kapıyı açan oğluna uzattı davulu. Babasının gözlerine baktı çocuk, hayal kırıklığını sakladı babasından. O muhteşem davulun yerine bunu mu getirmişti! Aldı yine de, boynuna taktı. İnce iki çubuğu kaldırıp vurdu. Sevmedi bu sesi. Attı elinden bagetleri. Bahçeye çıktı. Bodrumda, tuğlaların altındaki gizli yerine uzattı elini. Babasının yıldırım düşen incir ağacının altında bulduğu yarısı yanmış daldan yaptığı tokmağı çıkardı. O gün, siyah arabalarıyla, siyah gözlüklü adamlar davulu almaya geldiklerinde saklamıştı oraya, arada gelip bakıyordu. Sağ elini kaldırdı havaya, bismillah dedi babası gibi, tokmağı indirdi. Karardı ortalık.