Gümbede Güm

Rabia Hilal Bilgin

Yorulmuş ve acıkmıştı. Pide yemeliyim diye düşündü. Kuşbaşılı bir Karadeniz Pidesi. Bunu düşünmek midesindeki gurultuları çoğaltmıştı. Yakınlarda bunu güzel yapan bir yer biliyordu. Mütevazı bir yerdi. Dükkanın önüne geldiğinde boynunda küçük bir davul asılı olan biri durdurdu Faruk'u.

"Sonunda gelebildin" elindeki iki çubukla davuluna vurdu. Davul küçüktü ondan pek ses çıkmıyordu ama adam bir yandan bağırıyordu.

"Gümbede gümbede güm" Hurma çıkartıp Faruk'a uzattı sonra.

"Al koy cebine yakında lazım olur" O sırada pidecinin sahibi geldi Faruk'un yanına. Eskiden kalma bir ahbaplıkları vardı.

"Gel Faruk'um gel. Meczup o, bir süredir buralarda takılıyor. Sevdiklerine hurma verir bazen. Gerçi ilk defa görüyorum yeni gördüğü birine hurma verdiğini. Sevdi seni belli ki." Faruk köşedeki masaya oturdu.

"Abi kuşbaşılı pideni özledim atsan ya bir tane."

Pidesini getiren kızı daha önce hiç görmemişti burada. Pideye yer açmak için eşyalarını kenara çekmek isterken yere düşürdü. Eli ayağına dolandı bir anda. Bu Faruk için yeni bir devrin başlangıcıydı ama henüz farkında değildi.

O günden sonra Faruk, Harun abisinin yanına her gün uğrar oldu. Harun fark ediyordu Faruk'un halini ama ses etmiyordu. Faruk dersi biter bitmez geliyor, bir tane pide alıp kepenkler inene kadar o pideyle oyalanıyordu. Kulağında meczubun sesi, "Gümbede gümbede güm" kalbinde oradan oraya koşturan o kız… Kafasını kaldırıp bakamıyordu da kıza ama gelip her gün orda oturmaktan vazgeçmiyordu.

İyice süzülmeye başlamıştı Faruk. Aldığı pideyi yemiyor arada içerse Harun'un getirdiği çaydan içiyordu. Durum bu hale gelince Harun işe el atmaya karar verdi. Kızı bir yere yolladı, aldı Faruk'u karşısına "Oğlum bir derdin varsa söyle, süzüldün kaldın iyice." Harun Faruk'un derdini biliyor ama kendi söylesin istiyordu. Faruk sustu. "İçimde benden bir tane daha var, ben böyle otururken o yerde kıvranıyor" diyemedi. "Onu her gördüğümde ilk defa sigara içmiş gibi başım dönüyor" diyemedi. Daha bunun gibi bir çok şeyi söyleyemedi. Uzun bir sessizlikten sonra yine Harun konuştu.

"Ferya değil mi?" Adını duyunca kızardı Faruk.

"Anlamıştım" dedi Harun. " Anlamıştım da neden kendini heba ediyorsun onu anlamıyorum. Konuş kızla. Ne biliyorsun belki onun da sende gönlü vardır. Durduk yere yazık etme kendine"

"Ah be abi" dedi içinden Faruk. "Söylemesi ne kolay. Adını duyunca nefesim kesiliyor, yanıma yaklaşınca elim ayağım birbirine dolanıyor. Ben karşısında konuşamam ki. Korkuyorum. Hiç muhatap olmamışken, hiç göz göze gelememişken beni bu kadar mahvettiyse… Bir de konuşsam, bir de karşısına geçsem… Yüreğim kaldırmaz abi" İçinden bunları söylerken dışından cılız bir "Korkuyorum" döküldü. Ne zaman yanlarına geldiğini anlamadıkları meczup lafa karıştı "Korkunun ecele faydası yok. Ben de korkardım yaşarken. Gümbede gümbede güm. Şimdi rek-lam-laar" deyip ayrıldı yanlarından. Harun ve Faruk arkasından bakakalmışlardı ki koşa koşa geri döndü. Harun'a dönerek "Sakla bunları, delikanlı için" dedi ve davuluyla birlikte bir avuç hurmayı boş bir masaya bırakıp gitti.

Aradan birbirine benzer birkaç gün geçti. Meczup geri dönmedi. Ferya bir buçuk hafta içerisinde işi bırakıp Adana'ya dönmesi gerektiğini art arda özürler dileyerek söyledi Harun'a. Harun üzüldü. Hem alışmıştı kıza, iyi bir kızcağızdı. Hem de Faruk'a üzüldü ne dese nasıl söylese bilemedi. Kızla konuşmaya karar verdi. Faruk gelmeden aldı karşısına. "Kızım" dedi "Beni yanlış anlama kardeşim gibisin. Adanaya neden dönüyorsun bilmiyorum anlatmak istersen dinlerim. Burayı seviyorsun diye biliyorum…….." diyerek Faruk'tan bahsetti Ferya'ya.

"Abi" dedi kız. "Bizim evde bu işler biraz farklı yürür. Nasıl desem bilemiyorum. 2 ay sonra düğünüm var benim, evleniyorum. Bu daha biz çocuk sayılacak yaştayken verilmiş bir söz." Yutkundu Harun. Ne diyeceğini bilemedi. Birkaç saniye sessizlikten sonra hıçkırık sesiyle ikisi de kapıya doğru döndü. Faruk her şeyi duymuştu. Felç geçirmiş gibi hareketsiz dikiliyor, sadece arada kesik kesik hıçkırıyordu. Ne kadar olduğu belirsiz bir süre sonra yürüdü, arka taraftaki dolabı açtı. Meczubun bıraktıklarını koydukları dolap. Davulu ve hurmaları aldı. Bir tane hurmayı kızın önüne koyup, hiçbir şey demeden oradan uzaklaştı. Harun şaşkınlıktan hiçbir şey yapmamıştı.

Bir süre haber alamadılar Faruk'tan. Adana'ya gittiğini duymuşlardı sadece. Harun defalarca aramasına rağmen ulaşamamıştı.

O günden sonra bir daha hiç duymadığı sesi tekrar duyunca merakla sokağa koştu Harun.

Ben Faruk. Geçenlerde bir büyüğümden kalan mirasımı aldım. Önce eve kapandım, sonra her şeyi bırakıp Adana'ya gittim. Cebimde hurmalarla sokaklarda dolaştım ama kimseye de vermedim. Verecek kimseyi bulamadım yani göremedim. Adana sandığımdan daha büyük ve daha küçüktü. Bir zaman sonra evde beni bekleyen mirasa özlem duymaya başladım ve geri döndüm. Günlerce bakıştık. Böyle bir mirasla ne yapılır henüz bilmiyordum. Birkaç gün sonra miras dile geldi. "Benimle ne yapacağını biliyorsun" dedi bana. "Biliyor muyum?" dedim. "Biliyorsun" dedi tekrar. O tekrar edince emin oldum. Biliyordum. Astım davulu boynuma. Dede mesleğimi icra edecektim. Ta ki mirasın yeni sahibini bulana kadar. Çıktım sokağa başladım bağırmaya. "Gümbede gümbede güm"