Öte Tarafınan yapılmıştır İsmail
Muhammed Yasir, @MYasirOkumus
Köroğlu Öykü Atölyesi İkinci Hafta
Kelimeler: hurma, pide, davul
Ek zorluk: Ramazan ayı ile ilgili bir kurgu yoçşçşğşçş
Süleyman gözlerini hurma ağ ml ç ön ş iş oşşiçppç..aççşçççlarının gölgesinde açtı. Hafif rüzgârlı bir akşam vaktiydi. Bir süre kendine gelmeye çalıştı, afyonun etkisinin geçmesi zaman alıyordu. Vücudunu serbest bıraktı. Rüzgarı hissetti, hurma yapraklarının sesini dinledi. Az zaman sonra doğruldu, saçını sakalını düzeltti. Kalktı, yürümeye başladı. Bahçe kapısının orada bağlı atı gördü. Bağlı olduğu kütükten çözdü, başını okşadı hafifçe. At usulca eğildi, Süleyman’ın binmesi için bekledi. Dört nala koştular şehre uzanan patikada.
Akşamın sessizliğine halel getirmeyecek bir hızla koşuyordu at. Süleyman ğğçöne doğru eğilmiş, boynuna sarılmıştı. Ara sıra yelesinde dolanıyordu parmakları. Gözlerini kapattı, atın insafına bıraktı kendisini. Bu halde ne kadar zaman geçti bilinmez, taş sokaklara vuran nalların sesiyle gözlerini açtı. Dar bir sokağın başında durdu at. Eğildi, Süleyman yolculuğun bittiğini anladı. İndi attan. Önce çöl şş baktı, sonra ata. At başıyla ileri doğru bir hareket yaptı, sokağı gösteriyordu. Süleyman dar sokağın karanlığına daldı.
Yedi numaralı kapı gıcırdayarak açıldı. Süleyman’ı kolundan tutup içeri çekti birisi. Korku ve heyecandan boğazı kurudu Süleyman’ın. Yumruğunu havaya kaldırdı, vuracaktı adama. “Dur hele” dedi adam, sakince. Bu yaşlı adamın yüzünü tam manasıyla görünce indirdi yumruğunu, bir dinginlik hali geldi. Köşedeki mindere çöktü yavaşça. “Az su veriver emmi, içim yandı.” Adam bir tas buz gibi su verdi, kana kana içti Süleyman.
“Sen otur bekle, birazdan gelir” deyip çıktı odadan yaşlı adam, kimin geleceğini sormaya fırsat vermeden. Ayaklarını uzattı, boynunu yastığa gömdü, derin bir nefes verdi Süleyman. Bütün günü koşarak geçirmişti. İğneyi çaldıktan sonra hiç durmamıştı. Hele de Hüsrev peşine düşünce canı pahasına koşmuştu. “Allah’ın cezası herif, nasıl o kadar çabuk öğrendin? Senin ben…”
Kapı aralandı. Süleyman doğruldu, gelenin kim olduğunu görebilmek için öne doğru uzattı başını. Alaca girdi o sırada içeri. “Selamun aleyküm.”
“Aleyküm selam.”
“Hoş geldin Süleyman, epey beklettin.”
“Hoş bulduk, hoş bulduk da…”
“Az dur hele Süleyman, acele etme. Çok şey var kafanda, biliyorum. Bir iki lokma atıştıralım, anlatırım her şeyi.”
Süleyman tekrar yaslandı yastığa, Alaca’yı süzmeye başladı. Otuzlarında, esmer, orta boylu, pazulu bir adam. Alnında yaşına göre fazla çizgi var. Gözleri zeytin karası, göz altları kararmış. Kemerli burnunun altında pala bıyıklı, kemikli bir çeneye sahip. Kirli sakalları yanak çukurlarını saklıyor. Bir baş karakter için sıradan fiziksel hatları var anlayacağınız.
Kapı açıldı, yaşlı adam elinde bir siniyle girdi. Hızlıca sofrayı kurdu. Pideleri bölüp sofranın uçlarına doğru attı, ayranları doldurdu, siniyi ortaya yerleştirdi. “Buyurun hele.”
“Sağ ol emmi, Allah razı olsun.”
“Afiyet olsun Alaca yeğenim. Hele sen de geç buyur Süleyman yeğenim.”
“Eyvallah emmi” dedi Süleyman, bağdaş kurup yumuldu siniye. Pideyi siniye daldırmasıyla ağzına götürmesi bir oluyordu. En son ne zaman boğazından lokma geçtiğini bilemeyiz. Süleyman karnını doyururken ayran tasıyla kenara geçip sordu Alaca: “İğneyi almayı başarabildin mi?”
Başını salladı Süleyman.
“Güzel. İğne bizim için çok değerli. Zorbaların saltanatını yıkmanın yolu meşakkatli, amma iğneyi almamız iyi bir başlangıç. Senin bu işi başarman için çok dua ettim. Yüzümüzü kara çıkarmadın. Eyvallah.”
Süleyman hala yemeye devam ediyordu, elini göğsüne koyup başını salladı, öylece geçiştirdi.
“Beni iyi dinle Süleyman. Bundan sonra bu tarafa geçtiğin zaman bu evde buluşacağız. Küheylan uyandığın bahçenin kapısında seni bekleyecek her defasında. Senin elin ayağındır bundan böyle, ona güven. Seni doğrudan bana ulaştıracaktır. Emmi de büyüğümüzdür, ayrımız gayrımız yoktur.”
Süleyman son yudum ayranı içti, ağzını sildi sofranın kenarıyla, geri çekildi. “Eyvallah. Sağ ol emmi.”
“Bin üç yüz yirmi bir numaralı sokaktaki dükkan ile hurma bahçesi iki tarafın birbirine açılan kapıları. Buralardan kimsenin haberi olmasın. O tarafta çingeneler, bu tarafta Küheylan’dan başkasına güvenme.”
“Şey… Dükkan… Dükkanı buldu komiser. Bu tarafa geçerken… Elini omzuma attı birisi.”
“Nasıl?” hiddetlendi Alaca, “Allah kahretsin.”
“Ne olacak şimdi? Dönünce yakalanmış olacağım.”
“Bu hiç iyi olmadı Süleyman. Seni yakalamışlardır. Dükkanı da bir daha kullanamayız. Hoş, sen ellerinden kurtulamazsan kullanmaya gerek de kalmaz.”
Emmi elinde birer fincan kahveyle böldü konuşmayı. “Hele kahvelerimizi içelim. Bulunur bir hal çaresi inşallah.”
Bir süre sessizlik oldu. Höpürdeterek bir yudum aldı kahveden Alaca, sonra konuştu. “Her şeyin bir hal çaresi vardır emmi, doğru dedin. Buluruz elbet. Sen döndüğün zaman hiçbir şey anlatma. Seni sonsuza kadar tutacak halleri yok ya. Bir şekilde atlatacağız bu sıkıntıyı. Haydi kahveni iç de dön geri.”
“Nasıl?” Süleyman bir şekilde buraya kadar gelmişti ama nasıl döneceği hakkında en ufak fikri yoktu.
“Küheylan seni bahçeye götürecek. Uyandığın hurma ağacının altına uzan. Öte tarafta uyanacaksın.”
“O zaman bana müsade. Sağ ol emmi, yedirdin içirdin.”
“Lafı mı olur Süleyman yeğenim. Sağ salim var inşallah.”
Alaca Küheylan’ın yanına kadar götürdü Süleyman’ı. “Var git, bir hal çaresini bulacağız. Sen hayatta kalmaya, komiserin elinden kurtulmaya bak.”
Küheylan rüzgarı yararcasına atıldı ileri, makul sessizliğini bozmadı dönerken de. Bahçeye varınca Küheylan’ın boynuna sarıldı Süleyman, sonra yol verdi ata. İçeri yürüdü, hurma ağacının altına uzandı. Gözlerini kapadı, beklemeye başladı. Nasıl olacaktı? Nasıl dönecekti öte tarafa? Bir davul sesi yankılandı. Kalbi hızlandı. Bir davul sesi, bir davul sesi daha.
***
Süleyman genişçe bir odada kendisine geldi. Sağına soluna baktı, ne olduğunu anlamaya çalıştı. Yakalamışlar, bir sandalyeye bağlamışlardı. Karşısında dikilen Hüsrev ve adamlarına baktı. “Komiser” diyebildi, “İğneyi bulamayacaksınız, artık çok geç.”