Evsiz

Ahmet Can Altun

Her sabah ve her gece ve aslında her an aklımda. Hala nasıl oldu, neden oldu bilmiyorum belki biliyorum da inanmak istemiyorum. Hiçbir zaman olmaz gibi gelmişti. Aslına bakarsanız oldu mu ne oldu onu da bilmiyorum. Ama içimden bir şeyler eksildi. O yok artık. Her sabah, her gece ve aslında her an bunu düşünüyorum, onu düşünüyorum.

Bugün bir süredir olduğu gibi kendi kendime uyandım. Birinin seslenmesiyle, bir öpücükle veya ne bileyim bir sarsılmayla, su damlalarıyla uyanmadım. Kimse “Hadi yüzünü yıka kahvaltı hazır. Kapıcı sıcak sıcak pide getirdi soğutmadan yiyelim.” demedi. Kimse içeri havalansın diye pencereyi de açmadı mesela. Yataktan kalktığımda pencereyi açayım diye düşündüm. Sonra biraz tavanı izledim.

Yataktan kalktım. Daha doğrusu kalkmaya çalıştım. Başım döndü. Oturdum. Sanki günlerdir yataktan çıkmıyordum. Gerçekten çıkmamış mıydım yoksa? Bilemedim. Yüzümü yıkamaya gittim. Aynaya baktım. Her geçen gün daha da zayıflıyorum. Elmacık kemiklerim gittikçe belirginleşiyor. Elimi sakallarımda gezdiriyorum. Çok uzamış. O hiç sevmezdi uzun sakalımı. “Yüzünün güzelliğini kapatıyor.” derdi. Saçlarımdaki beyazlar da artıyor gün geçtikçe. Onun da saçlarının beyazı çoktu. Ben dert edinmeyi ondan öğrendim. Kına yakardı bazen saçına o zaman kıpkızıl olurdu saçları.

Etrafıma baktım. Ne için gelmiştim ki buraya? Evet yüzümü yıkamaya geldim doğru. Elimi yıkayıp yüzüme üç defa su vurdum, sonra kollarımı dirseklere kadar yıkadım, başımı mesh ettim. Bir dakika! Abdest almayacaktım ki yüzümü yıkamaya gelmiştim sadece.

Bir süredir böyleyim. Bir şeyler yapacağım diyorum unutuyorum. Bazen alakasız işler yaparken buluyorum kendimi. Evet buluyorum çünkü kayboluyorum. Geçmişte, yaşanmışlıklarda…

Banyodan çıkıp yüzümü kuruladım. Havluyu yıkamalıyım diye düşündüm. Sahi ne zamandan beri çamaşır yıkamıyorum? Dün de aynı soruyu sormuştum kendime. Bugün yıkayayım en iyisi. Ama önce bir şeyler yemeliyim. Mutfağa gidiyorum. Tahmin edeceğiniz üzere bir sürü bulaşık birikmiş. Ketıla su koydum. Kirli bulaşıklar içinden bir bardak alıp sudan geçiriyorum. Ağız kısmından elimle geçiyorum. Evet şimdi temiz oldu. İçine bir sallama çay koyup tezgâhta bıraktım. Bir titreme geldi. Mutfak diğer odalara göre daha soğuk bizim evde. Bir süredir daha da soğudu. Hırkamı giymeye tekrar odaya gittim. İçeri hâlâ uyku kokuyor. Çünkü pencereyi açmamışım. Pencereyi açıp derin birkaç nefes aldım. Biraz dışarıya bakıp mutfağa döndüm. Mutfağın soğukluğunu tekrar hissedince odaya hırkamı almak için gittiğimi hatırladım. Bu sefer başka bir şey düşünmeden hırkamı alıp mutfağa geldim. Dolabı açtım. Yumurta kalmamış. Bir süre öncesine kadar hiç eksik olmazdı oysaki. Çok severdi. Ben de severdim. Çok güzel omlet yapardı. Menemeni de çok güzeldi, aslında tüm yemekleri çok güzel yapardı. Benim tabağıma özellikle fazla koyardı. Bittiğinde de kendi payını vermeye çalışırdı. Sadece bana değil herkese böyleydi. Paylaşmayı ondan öğrendim ben.

Dolabın sesiyle irkildim. Ses kesilsin diye kapısını kapatıp tekrar açtım. Raflarına bakındım biraz. Çok bir şey kalmamış. İçinde birkaç tane zeytin olan tabağı, bir de kurumuş birkaç parça peynir olan tabağı aldım. O olsaydı peynirin yenisini çıkarırdı. Ama kurumuşları atmazdı “Nimet” derdi “atılır mı hiç? Bunu bulamayanlar da var. Allah yardımcıları olsun.” derdi. Kurumuş peynirleri kendisi yerdi. Ben israf etmemeyi ondan öğrendim.

Dolap yeniden ses çıkardı. Bu dolap da olmasa herhalde kendime gelemeyeceğim. Peynirle zeytini masaya koydum. Ketılın tuşuna basmayı unutmuşum. Ahh kafam ahh. “Aferin oğlum aferin çok iyi gidiyorsun.” O olsa “Aşık mısın?” derdi ben de “Evet, aşığım. Sana aşığım” derdim. Gülüşürdük.

Tuşuna basıp oturdum masaya. Suyun kaynamasını beklemeye başladım. Bir ay öncesine kadar o otururdu karşımda. Oturur tam kahvaltıya başlayacak “Bak unutuyordum yine ilaçlarımı” der kalkar ilaçlarını içerdi. Mide haplarını içerdi sabahları aç karna. İçmese midesi gün boyu yanardı. İçmediğinde bana kızardı “Niye hatırlatmıyorsun” diye. Ketılın tuşu attı. Alıp bardağıma doldurdum. Tekrar yerime oturdum. Bu sefer de ekmek almamışım. Kalktım tekrar masadan. Sepete baktım, yarım ekmek var ama taş gibi olmuş. Yenilir gibi değildi. Anladım ki çoktandır yatağımdan çıkmamışım. Hayat gittikçe yorucu hale geliyor. Kapıya gittim. Diyafondan kapıcıya seslendim. “Bilal abi bana iki ekmek getirebilir misin?” Cevap vermedi. “Bilal abi?” Yanlış tuşa basıyormuşum. Tekrar söyledim, bu sefer duydu. “Tabii ki Selim bey oğlum. Getiriyorum” Mutfağa geçtim. Kurumuş ekmeği ne yapsam? O olsa ekmekler bu kadar bayatlamazdı. Çok nadir. O da unuttuğu için. Yoksa önce bayatları sonra tazeleri yedirirdi. Böyle bayatladığında da suyla biraz ıslatıp balkon duvarının üstüne koyardı kuşlar yesin diye. Hep böyle düşünceliydi. Yavru kedileri kendine alıştırmazdı mesela. Niye diye sorduğumda “Şimdi bana alışırlarsa başka insanların yanına da giderler. Ama her insan bir değil ki. Ya kötü birinin yanına giderlerse?” derdi. Sonra bir sürü çiçeği vardı. Onlara gözü gibi bakardı. Ben merhameti ondan öğrendim.

Ekmeği aldım. Biraz suyun altına tuttum, elimle parçalayıp yere damlata damlata balkona gittim. Davul zurna sesi duydum. Aşağı baktım. Bir evden çeyiz alıyorlar sanırım. Bizim buralarda gelenek böyle. O olsa gülerek izlerdi. Eskiden nasıl yapıldığını, kendi çeyizini anlatırdı. Annesiyle beraber yaptıkları el işlerinden bahsederdi. Rahmetli babamdan bahsederdi. Bir ah çekerdi. Şimdi ben bir ah çekiyorum. İçeriye bir adım attım ki ekmekleri koymadığımı fark ettim. Geri dönüp balkon duvarının üstüne koydum.

Kapı çaldı. Kapım çok çalmazdı. Kim ki bu? Kapıyı açtım. Bilal abi. Aa evet ekmek istemiştim değil mi? “Bir dakika abi parayı getireyim.” deyip içeriye girdim. Bozuk paraları koyduğumuz cüzdanımız vardı. Onu aldım. Elime döktüm. “Abi kusura bakma çok bozuk bunlar da. Al hepsini, fazlaysa çocuklara bir şey alırsın, eksikse yarın vereyim inşallah.” Eline paraları döktüm. Paraların arasında hurma çekirdeği de çıktı. Özür dileyip aldım elinden onu. “Estağfurullah Selim bey oğlum. Eksikse de helal olsun. Bir şeye ihtiyacın olursa utanmadan, çekinmeden söyle hemi oğlum. Bilal abin hep burada” “Allah razı olsun abi. Hayırlı günler” dedim kapattım kapıyı. Elimde hurma çekirdeği. Koyardı böyle cüzdanına. “Berekettir. Bozuk para eksik olmaz cüzdandan o olunca” derdi. Tekrar cüzdana koydum ben de. Ben teslimiyeti ondan öğrendim.

Mutfağa geçtim. Ekmeği masaya koydum. Bardağımdaki çayı unutmuşum. Buz gibi olmuş. Lavaboya döktüm. Neyse ki ketıldaki su yeteri kadar sıcaktı. Yeni bir çay alıp üstünü doldurdum. Birkaç lokma yiyebildim ancak. İştahım kesildi. O olsaydı zorla yedirirdi bana. “Hadi hadi birkaç lokma daha ye. Zayıf kalırsan kızlar bakmaz sana bak diyeyim” derdi. Zoruyla birkaç lokma daha yerdim. Zoruyla birkaç lokma daha yedim. Kalktım masadan. Dışarıdan davul zurna sesi gelmeye devam ediyordu. Balkonun kapısını kapattım.

Salona geçtim. Bir koltuğa oturdum. Mutfakta bulaşık yıkama sesi yok. Koltuğuna oturmuş el işi işleyen biri veya dizine uzandığım, saçlarımı okşayan, eli çamaşır suyu kokan biri de. “Akşama ne yapsam?” diyen de yok. Evde akşam yemek yapan kimse yok. Aç kalmıyorum ama. Yani açlık hissetmiyorum. Hissetsem yerdim.

Televizyonu açtım. Kanallarda dolaşırken onun sevdiği programda duruyorum. Bir süre öncesine kadar durmazsam kızardı bana. “Zaten izlediğim başka bir şey yok ki. Aç hadi aç” derdi. İzlerdik beraber. O programda gördükleri olaylardan dolayı dışarı çıkmama veya ne bileyim arkadaşlarımda kalmama izin vermezdi. Korkardı başıma bir şey gelmesinden. Endişelenmeyi ondan öğrendim ben. Şimdi de o kanalı ben geçmiyorum. Geçemiyorum.

Çok garip. Bir yazarın yazdığı geliyor aklıma. Ona ve onun gibi olanlara ithafen: mutfaktan gelen tabak çanak sesleridir; mutfaktaki su sesi, pencereyi açma sesi, namaz kılarken duyulan fısıltı sesidir; ev sesleri odur derdi. Ne kadar haklıymış. Burası artık çok sessiz. Ve dahi eklenebilir, O: sabahki bir öpücüktür, kahvaltı masasıdır, dolapta kalan kuru peynirdir, kuşlara verilen ekmektir, kedi yavrusuna duyulan merhamettir, çiçektir, cüzdanın içindeki hurma çekirdeğidir, salondaki koltuktur, el işidir, çamaşır suyu kokusudur… Aslında her şey oymuş bu evde. Buranın ev olabilmesi için onun olması gerekiyormuş. Her şey o var diye anlamlıymış. Her şey oymuş. O olmayınca her şeysiz kalınıyormuş. O her şeymiş…

Ahmet Can