Kuyruk

Sahra Tahiroğlu

Henüz yetişemedik, daha altıncı sıradayız. Biz, hepimiz, tüm insanlar. Her ay bir sıra ilerliyoruz. On iki sıra bu kuyruk. Benim de on ikinci kez bu kuyruğa girişim. On iki yaşımda yerimi aldım. Herkes on iki yaşında yerini alıyordu. Daha önce girmek istemiştim, çocukluk heyecanı ile. Annem olmaz demişti, henüz küçüksün. Vücudum kaldıramazmış, bitkin düşermişim. Haklıymış tabi. Hatırlıyorum ilk girdiğimde bu kuyruğa, yolun yarısından sonra, beni babam taşımıştı sırtında. Yürümeye mecalim kalmamıştı. Yavaş ilerliyorduk aslında. Bu yorgunluk niye derdim anneme. Annem vücudun küçük derdi sadece. Anlatamazdı belki de, belki de anlatılacak bir şey değildi. İyi de besleniyordum açıkçası. Günde yedi sekiz öğün yiyordum, patlayacak kadar hatta. Meyveler, sebzeler, tatlılar, şerbetler, ne istersem. Ama ilginçtir ne kadar yersem yiyeyim doymuyor ve şişmanlamıyordum. Yürürken mi yakıyordum onca yemeği? Doğrusu buna verecek hala bir cevabım yok.

Biz, hepimiz, tüm insanlar aynı sıradaydık ve aynı hizadaydık. Ne kadar büyüktü ki bu kuyruk, biz sığabiliyorduk? Rutin hayatımızı yaşayabilecek kadar sığabiliyorduk. Evimiz bizimleydi mesela, eşyalarımız. Bir sonraki sıraya evimizle geçiyorduk. Hayır, evimizi taşımıyorduk, uyanınca kendimizi her şeyiyle bir sonraki sırada buluyorduk. Yoksa bizim gücümüz yetebilir miydi ki buna? Her şeye gücü yeten Bir vardı, bu düzeni koyan. O, sıralar arası da vardı, sıralar öncesi ve sıralar sonrası. Her şeye gücü yetiyordu çünkü sadece bizim evimiz yoktu burada. Herkesin evi buradaydı. Evleri hatta, hatta arabaları. Düşündüğümden de güçlüydü demeye başladım sırada ilerledikçe. Tek bir eşyamızın bile geride kalmadığını gördükçe. Herkesin evi yoktu tabi. Geceyi sokakta geçiren insanlar da vardı, sabaha sokakta uyanan. Ve sayıları hiç de az değildi. Bazı insanların verdiği yemeklerle doyuyorlardı, verdiği paralarla geçiniyorlardı. Annem de onlardan biriydi. Çok uzun yürüyüşler yapardı, bir öğün yemek götürebilmek için. Birçok anne bunu yapardı. Ahh, verebileceğimiz bir evimiz olsaydı keşke derlerdi. Ama gördüm, ikinci bir evi olduğunda vermezlerdi.

Biz, hepimiz, tüm insanlar aynı sıradaydık ve aynı hizadaydık. Hizayı bozmaya çalışanlar olurdu. Bunlar birden fazla evi olanlardı. Evlerini evlerinin önüne, arabalarını arabalarının önüne koymaya çalışırlardı. Sonradan anladım, önde olmak isterlerdi. Kimin daha çok evi varsa o en önde. Fakat O, adaletliydi. Bir sonraki sıraya girdiğimizde evlerini evlerinin arkasında, arabalarını arabalarının arkasında bulurlardı. Hiza aynı kalırdı. Net hatırlıyorum sıraya sekizinci girişimdi. İki evi olan bir adam, daha yeni ikinci evini almış bir adam, ikinci evini birinci evinin önüne dikti. Bir sonraki sırada arkasında buldu. Her sırada arkasında buluyor, o tekrar tekrar önüne dikiyordu. Bunu yaparken ona yardım eden de evsizlerdi. Küçük bir miktar para için yapıyorlardı. Dokuzuncu sıraya girişimde bu adam hala aynıydı, onuncu girişimde de üçüncü bir evi daha olmuş, ikincinin önüne dikiyordu. Bir sonraki sıra ve bir sonraki sıralarda da. İşleri iyi gidiyordu demek. Birçok evsiz bu işlerde çalışıyor, eve ekmek götürecek para kazanıyorlardı. Onlar için hem üzülüyor, hem seviniyordum. Bir sonraki sıraya girişimde ise bu adam, herkesçe takdir gören bir fikir bulmuştu. Madem evlerini öne doğru koyamıyordu, üst üste koyup en yükseklerin sahibi olabilirdi. Bu da onu soyut olarak hizanın önüne taşıyabilirdi. Birden fazla evi olan herkes ona nasıl yaptığını soruyor, o da bu konuda bilgi vermeyip işi kendi, kendi işçileriyle hallediyor, evinin üzerine ev katıyordu. Bir sonraki sırada evlerin üst üste kaldığını görenler, bir koltuk almıştı evinin önüne. Buldukları her boş vakitte oturup kahve içiyorlardı. Mütemadiyen gülümsüyorlardı. Merhamet barındıran bir gülümseme değildi bu, bu gülümseme buram buram evler kokuyordu.

Sıraya onuncu girişimde üniversiteyi bitirmiştim. Babam bir işin olmalı dedi önce, sonra bir eşin. Biz, hepimiz aynı sıradaydık ama aynı hizada değildik. Bunu iş ararken öğrendim. Görünmez bir sıra daha vardı aramızda. Evleri üst üste olan adamlar iş veriyordu, işten atıyordu. Sınavlardan geçiyorduk evler gibi üst üste. Ben geçemiyordum doğrusu. Kimin kapısına gitsem kimin sınavına girsem geçemiyordum. Kalıyordum bazı sorulardan. Kim önde diyorlardı, herkes aynı hizada diyordum, sen önde mi olmak istersin arkada mı diyorlardı, herkesle aynı hizada diyordum. Uymuyorsunuz kriterlerimize, sınavlarımız önemli diyorlardı, en önemli sınav çok uzak değil diyordum. Diyordum demesine de işsizdim. Bu gidişle ne bir eşim ne bir evim olabilecekti. Bir tane evim olsa yeterdi, insanlarla aynı hizada durabileceğim.

On iki sıra vardı. On bir sıra, on ikinci sıra için vardı. Herkes için bu böyleydi. On ikinci sıraya yaklaşırken bir sevinç doğardı içimizde. On birinci sırada hareketlenmeler başlardı her evde. Temizlik yapılır, süslenir, yardımlar hazırlanırdı. Günlerin en zor geçtiği sıra on birinci sıraydı şüphesiz. Hem evsizler için, hem bir evi olanlar için, hem birden fazla evi olanlar için. Üst üste ev kuranların evi on ikinci sırada arka arkaya dizilirdi. On ikinci sıraya uyandığında herkes kendini aynı hizada bulurdu. Evsizler ve çok evliler. Çok evliler bu durumdan rahatsız olur, evlerinin önündeki koltukta kokarak oturamazlardı. Evsizler de sadece bir sıra için bile olsa aynı hizada olmanın oluşturduğu değerli olma duygusunu tatmak için on bir sıra boyunca on ikinci sıranın hayalini kurardı. Bir evi olanlar ise evsiz olanlar için sevinir, onlar için dua ederdi. On ikinci sıranın ilk sabahının ışıkları evleri aydınlatmadan davullara vurulurdu. Herkes sokakta coşkuyla on ikinci sırayı güzel geçirmenin duasını okurdu. Davullara, on ikinci sırada kalınan her gecenin sabaha yakın zamanında vurulur, insanlar duaya davet edilirdi. Bu sıranın bir meyvesi vardı, hurma. Tatlısı mı desem, bilemedim. Yemeğe hurmayla başlardık. Ondan mı bilmem az yer, az içerdik. Ama on bir sıra boyunca çektiğimiz açlık duygusu gider, hep tok hissederdik. Bu tokluk duygusu da bu sırayı büyülü yapan nedenlerden biriydi. Daha rahat uyurduk çünkü, daha rahat yaşardık. Keşke derdik, keşke önceki on bir sıra da on ikinci sıra gibi olsa! Kuyruğun son sırasında bir kuyruk daha oluşurdu. Küçük bir kuyruk bu, her fırının önünde oluşan. Yine sadece bu sırada olan bir ekmek vardı: pide. Keşke derdik, keşke önceki on bir sırada da olsa!

On üçüncü sıra yoktu. On ikinci sıradan sonra birinci sıraya uyanırdık. On üçüncü kez birinci sıraya uyandığımda yine o adamı gördüm. Çoktan evleri üst üste dikmeye başlamıştı, on ikinci sırada yıkılacağını bile bile.