İllüzyon

Cevher Nefise Yazıcı

Alarmın sesiyle uyandı. 08.45. Hafta sonları bu kadar erken uyanmaktan nefret ediyordu. Üstündeki yeşil yorganı iteledi, yataktan çıktı. Yüzünü yıkamak için banyoya gitti. İşini bitirip odasın geri döndü. Burası yine savaş alanı gibiydi. Yerdeki kıyafetler, masada kitaplar ve bir kıyafet yığını daha. Sandalyesini askı olarak kullanmayı acilen bırakması lazımdı. Neredeydi bu takım? Kahverengi dolaba ilerledi. Zaten bu kargaşa içinde yer alıyorsa bitmişti. Yok. Belki bir ihtimal diyerek kapının arkasındaki askıya bakmaya giderken bir şeye takılıp sendeledi. “Hay ben senin.” İşte tüm bu tantananın sebebi. Davul. Bando davulu. Gösterisi, provası, kıyafeti, hafta sonlarının katili.

Annesinin sonradan edindiği alışkanlıklardan bir yenisi daha. Ne olurmuş bir faaliyete katılsa, hem yeni okuluna alışırmış, herkesin çocuğu bir şey yapıyormuş, arkadaşları konuşurken o ne anlatacakmış, rezil olurmuş, hatrı içinmiş, oğluşu göğsünü kabartsınmış… Sonu gelmeyen bir konuşma. Tamam. Tamam demişti Murat en sonunda. Bando takımın tek tip kıyafetini giydi.

“Muraaat oğluşum gel kahvaltı et hem şunların bir tadına bak.” Bir yeni adet daha. Sonu gelmeyen atölyeler, workshoplar, eğitimler. Annesinin yeni meşgaleleri. Murat artık her hafta yeni bir atölyeye başlayan annesini takip etmekte zorlanıyordu. Neydi bu aralar annesinin yeni gözdesi? Ekmek atölyesi. Yok tarihsel gelişimi, yok buğdayın keşfi, yok ekşi mayalı ekmeği… Bugünkü kurban yanlış hatırlamıyorsa pideydi. Allah affetsin nimete bir şey demek istemiyordu ama evde pide yapmanın nasıl bir faydası olabilirdi, bunun atölyesi olur muydu, fırıncılar ne güne duruyordu?

Yine de tüm bunları annesine söylemiyordu Murat. Babasının işleri beklenmedik şekilde açılmıştı. Dedesinin talihsiz vefatı sonrasında tüm mal mülk tek çocuk olan babasına yani kendilerine kalmıştı. Bu ekonomik değişim haliyle annesi Gülcan Hanım’ı biraz heyecanlandırmıştı. Annesi bu durumu sosyal sınıflarının değişmesi olarak yorumlamış ve harekete geçmişti. Kızamıyordu. Heves ediyordu kadın. Önce taşındılar, sonra Murat yeni bir okula başladı. Annesi yeni arkadaşlar edindi. Kendi tabiriyle bu ufak cemiyet hayatına hızlı bir giriş yaptı. Ama olmuyordu. Yani nasıl anlatsa bilemiyordu Murat ama bir şeyler olamıyordu. İnsan eski alışkanlıklarını, olduğu kişiyi öyle bir anda değiştiremiyordu. Evler, kıyafetler bir yere kadardı bir şeyler sırıtıyor bazı parçalar yerine oturmuyordu işte.

“Muraaaat oğluşuum.” Annesinin sesiyle kendine geldi. “Geldim anne geldim.” Salona geçti. Masaya oturdu. Bir yanda gösterişli şamdanlar, bir yanda son model bir LCD, öte yanda danteller. Tam da bunu kast ediyordu. Birbirine uyumsuz parçalar. Evlerinin salonları kendi karmaşalarının bir aynasıydı. “Ay yavrum şunun bir tadına baksana workshopta öğrendik geleneksel bir tat.” Kırk yıllık pide nasıl workshoplarda öğrenilen geleneksel lezzet olmuştu bir anda. Hızlıca kahvaltısını etti. “Ellerine sağlık anne” deyip ayaklandı. Yarın çavdarlı ekmek deneyeceklermiş, modern bir dokunuşmuş.

“Oğluşuum davulunu unutma” diye son kez seslendi annesi. Odasına yöneldi. Davulunu omzuna çapraz bir şekilde astı. Aşağıya indi. Prova saat 12’deydi. Daha zaman vardı. Bu kadar erken kalkmasının esas nedeni Cemal’i görmekti. Eski mahalleden arkadaşıydı Cemal. Aynı sınıftaydılar. Lise üç. Sonra malum. Taşınma falan bir şeyler olmuştu.

Cemal bildiği gibiydi. Hafta sonları abisi Kemal’e yardım ediyor biraz da para kazanıyordu. Kemal abi halden meyve alıyor, kamyonla mahalle mahalle dolaşıp satıyordu. Artık hangi meyvenin mevsimiyse kamyondakiler ona göre değişiyordu.

Adımlarını hızlandırdı. Köşeyi dönünce Kemal abinin kamyonu göründü. Cemal elinde megafonla bağırıyordu: “Hurmaaa, cennet hurması bunlar. Gel abla gel taze geldi, kilo 7 lira.” Davulu bir kenara bırakıp Cemal’e yardım için kollarını sıvadı. Paketledi, tarttı, paraları aldı verdi, teyzelerle şakalaştı. Eskiden Murat da hafta sonları bu işi yapardı. Mahalleden ayrılınca biraz zor oluyordu gerçi, daha çok yürümesi gerekiyordu. Paraya da eskisi kadar ihtiyacı yoktu ama seviyordu Cemal-Kemal kardeşler ile zaman geçirmeyi. Burada tüm parçalar birbirine uyuyordu. Evdeki hayat illüzyonundan kurtuluyordu Murat. Biraz lafladılar. Cemal “hala aynı terane mi parlak oğlanlara döndün iyice” diyerek haftalık repliğini tekrarladı. Sanki bilmiyordu. Eh. Yapacak bir şey yok. Saate baktı. 11.30. Ancak giderdi. Davulunu omzuna aldı. Düğmelerini ilikledi. Selam vermek için döndüğü sırada Kemal abi ona bir hurma fırlattı. “Al bakalım parlak oğlan. Allah zihin açıklığı versin.” Murat hurmayı yakaladı. Şöyle bir baktı. Eh evdeki deneysel yemeklerden daha iyi en azından diye düşündü. “Hadi eyvallah” diyerek okula doğru ilerledi.