Katlanmış Peçete

Emine Genç

“Ömer nerdesin be oğlum?”

“Saat sekizi beş geçe hazırlanmaya başladım ancak gelebildim. Amma da uzakmış sizin köy. Çok geç kalmadım inşallah.”

“Yok yok, kaynanan da seviyormuş hani. Tam yemeğe geldin.”

Masaya oturdum. Önümde yemekler gelirken, aklıma da çok eskilerden bir hatıra, son çocukluğum geldi.

***

“Saatin büyüğü beşte küçüğü sekizde, annemler gelecek” diyerek koşmuştum pencereye. Daha perdeyi kaldırmadan Aysun abla popoma bir tane şaplatıp beni odama göndermişti. Ona göre beşinci kattan aşağı bakıp pekmezi akıtmak istiyordum. Mecburen odama gidip kapı sesini beklemeye başladım. Anahtarın sesini duyup odamdan fırladığımda annemin hiç görmediğim bir yüzüyle karşılaştım.

Aysun abla gitmiş, babam henüz gelmemişti. Karnımda davullar çalıyor ama annem bir türlü masayı hazırlamıyordu. Ona Aysun ablanın yaptığı mantıdan bahsediyordum, ne yapsam konuşmuyor, öylece etrafı seyrediyordu. Neyse ki çok geçmeden babam gelmişti, hemen boynuna atladım. Beni öpüp annemin yanına geçti, omzunu sıvazladı. Niye garip davranıyorlardı anlamadım. Babam “hadi bugün sofrayı beraber hazırlayalım” dedi. Ne olduğunu anlamasam da kesinlikle garip bir şeyler olduğu belliydi. Kimsenin konuşmadığı, çok şey anlatılan bir gece olmuştu. Babam “ömer, sana harika haberlerim var, yemekten sonra Samsun’a gidiyoruz” deyince sevinçten masadan kalkıp zıplamaya başladım. Samsun’da anneannemler vardı. Dedemin fırınına gidip börekler yemek çok eğlenceli olacaktı. Yandaki berberin çırağıyla bakkala gidip bir sürü çikolata alacaktık.

Hemen odama geçip çantamı hazırlamaya başladım. En sevdiğim kısa kollumu, arabalarımı, boyama kitabımı çantama koydum. Kurşun askerleri de yanıma almam lazımdı. Ama bir türlü bulamıyordum. “Annee dedemin verdiği kurşun askerler nerde?” diye sorunca annem ağlamaya başladı. Babam hemen yanımıza geldi “baba valla ben bir şey yapmadım” desem de zaten babam bana bakmıyordu. Çabucak valizleri hazırlayıp arabaya yerleştirdik. Kurşun askerleri bulamamıştım ama çok üzülmedim çünkü babamın dediğine göre evimizi koruyacaklardı.

Yolda bir güzelce uyumuştum, gözlerimi açtığımda kuş heykelinin önünden geçiyorduk. Demek ki anneannemlere çok az kalmıştı.

“Heyy gelmişiz oleyy be, babaa saat kaç?”

“Sekizi beş geçiyor oğlum”

“Yani saatin büyüğü sekizde küçüğü beşte”

“…”

Annem konuşmuyor, elindeki ıslak peçeteyi katlıyordu. Niye katlıyordu anlamadım hem bir kere değil açıp defalarca katlıyordu. Oysaki onu çöpe atmalıydı, çöplerle oynanmazdı hani pisti onlar. Herhâlde canı sıkılmış ve onunla oyun oynuyordu. Annem de iyice garip olmuştu.

Ben bunları düşünürken eve gelmiştik, evin önüne kocaman beyaz bir çadır kurulmuştu. Üstünde bir şeyler yazıyor ama okuma bilmediğim için anlamıyordum. Kesin dedem benim için yapmıştı. Ev kalabalığa benziyordu.

“Aa herkes bizi ne kadar özlemiş, baba bak berberin çırağı da gelmiş, babaa adı neydi onun”

“ ..”

Bizi karşılamaya gelen insanlar pek mutlu gözükmüyordu. Anneannem bizi görünce ağlamaya başladı, herhalde bizi çok özlemişti, hep ağlardı zaten. Karnım kurt gibi acıkmıştı mutfağa koştum. “Gözlerime inanamıyorum, dedem bu kadar pideyi bizim için yapıp eve mi göndermiş.” Hemen alıp yemeğe başladım, kıymalı, peynirli canım dedeciğim beni ne kadar seviyordu.

Sonra dolapları karıştırmaya başladım, anneannem bir sürü çikolata almış olmalıydı. Abur cuburdan eser yoktu ama bir paket hurma vardı. Paketi açıp bir tane yedim. İşte o anda aklıma harika bir fikir geldi. Hemen dedemin bizim için yaptığı pidelerden aldım.

Bahçedeki özel çadırıma geçtim. Bazı insanlar da vardı. Yere oturdum pideden gemime, hurmadan kurşun askerlerimi yerleştirmiş, savaşa hazırdım. Büyük mücadele, düşman askerlerde ölümler vardı. Tam o anda uzaktan ‘düm düm’ diye bir davul sesi, yani kurşun askerlerin attığı bombalar. Arkada neden ağladığını bilmediğim insanlar, yani yaralı askerler. Çocukken oynadığım son oyundu.

Derken içeri kocaman bir kayık geldi yani bir tabut. Ben şaşkın gözlerle ona bakarken, ağlama sesleri artıyordu. Dedem de içindeymiş, napıyordu ne işi vardı orada denize mi gidecekti?

“Babaa ben de dedemin yanına binmek istiyorum beni de öyle omuzlarınızda taşıyın.”

***

Nereden aklına geldi bunlar diyeceksiniz, arkadaşım Halil’in düğünündeyim şimdi. Bir köy düğünü, herkes çok mutlu, halaylar çekiliyor. Kocaman bir çadır kurulmuş, yemek dağıtılıyor. Önümdeki plastik tabakta pilav, kıymalı pide, hurma duruyor. Karşımda halaya eşlik eden davul ‘düm düm’ vuruyor. Arkamda gittikçe artan gülüşmeler duyuluyor. Saatin büyüğü beşte küçüğü sekizde. Bense elimdeki peçeteyi katlıyorum.