Üç Kelime

İrem Erten

ÜÇ KELİME –

Üç kelime. Sadece üç kelimesi ve tek bir amacı vardı. Üç kelimeden öykü yazmak bu kadar zor olmamalıydı. Pide, hurma, davul. Pide, hurma, davul. Bu üç kelime sanki beyninin içinde horon tepiyordu. Üç kelime, üç yüz kurgu. Hep böyle olurdu. Eğer çok fazla seçenek varsa ve tek bir şeye odaklanıp yoğunlaşması gerekiyorsa düşündükçe beyni algılarını kilitler, dururdu. Belki de bir sıkıntısı vardı. Kimbilir. Bu yazdığı şey neydi şu an o da bilmiyordu. Sadece saat 5’e geliyordu ve iki gündür yüzlerce kurgusu olmasına rağmen bir türlü aklını toparlayıp yazamamıştı. Bu akıl tutulması, bu karmaşıklık. Ona çok tanıdıktı. Sevgili eleştirmen yine başköşeye oturmuş, kendisi hakkında ileri geri konuşuyordu. İstenilen bu değildi evet ama hiç olduramamaktansa böylesi bir şey yapmak, yapmaya çalışmak, yahu en azından denemek de bir şeydi. (Değil mi?)

Pidenin fırında başlayıp sofrada devam eden yolculuğunda hurma ile konuşmalarını, gece olunca davul sesiyle huysuz huysuz uyanmasını en sonunda ev sakinleri tarafından mideye indirilmesini anlatan bir öykü müydü yazmak istediği? Yoksa KPSS çalışırken tarih hocasının geçenlerde anlattığı göç olayından etkilenip kaleme alsam nasıl olur dediği Ermeni küçük bir çocuğun Müslüman bir mahallede geçirdiği ilk Ramazanın tadını yıllarca unutamadığı biraz dramatik biraz romantik bir şeyler miydi? Ya da ekstra zorluğu kullanıp gündüzleri pidecide çalışıp geceleri düğünlerde davul çalan adamın cüzdanındaki hurma çekirdeğine bakıp hayatı sorgulamasını mı yazmalıydı? Tüm bunlar beyninde dolandı durdu. Fantastik bir şeyler de olabilir miydi? Elbette olabilirdi. Onu ne engelleyebilirdi ki? Onu engelleyen her zamanki gibi kendisi olmuştu. Kendi önünden kendini kaldırabilse, yolun ortasına heyula gibi atmasa kendini ah neler olurdu neler…

Bütün bunlar beyninde dolanırken güzel bir şeyler ortaya çıkaramamanın eksikliği vardı içinde. Kendinden beklentisi hep arş-ı aladaydı çünkü. Belki de açlıktan böyle oldu diye düşündü, saat ilerliyordu. Fırına gidip bir sıcak pide alsa hiç fena olmazdı. Yolda giderken eve gelince yiyeceği yemekleri düşünüyordu. Ortada yemek yoktu henüz ama ağzına atacağı ilk lokmanın hurma olacağını biliyordu. Fırında iki tane çocuk ellerinde oyuncak davul. Davulun bağlı olduğu çubuğu avuçlarında bir ileri bir geri yaparken çıkardıkları ses başına vuruyordu. Pide, hurma, davul. Pide, hurma, davul. Üç kelime yeniden halaya durmuşlardı. Ekstra zorluğu kullanmış mıydı? Ne kadarı gerçek ne kadarı kurguydu bu hikayenin? Belki asıl soru bir hikaye olmuş muydu?