Mualla teyzenin karşısında oturuyorum. Çünkü içim okunsun, anlaşılsın ve bana tercüme edilsin istiyorum. Mualla Teyzeler bu günler için var. Ama galiba bundan Mualla Teyze’nin haberi yok. Yoksa bana oğlu Bülent’in yoluna girmeyen işlerinden bahsetmezdi.
“Şimdi de davulculuk işine gireceğim” diyor. “Yüzde yüz yerli ve milliymiş.” “Mütedeyyin mahallelerin nostalji ihtiyacını karşılayacağız diyor.” “On beş arkadaşına beş on tane mani ezberletmiş” “Bir gece rast, bir gece mahur, her gece farklı bir makamla efe kıyafetleri içinde adamlar, mahallelerde davul çalacaklarmış” “Oğlum diyorum akılını başına a…”
“Ben de bunun için geldim” diyerek sözünü kesiyorum Mualla Teyze’nin. “Bülentle bir de sen mi konuşacaksın?” diyor bana umutla. “Yok” diyorum mahcubiyetle, “konuşulması gereken benim.”
Laciverte çalan gözleri, gözlerime odaklanıyor. Yüzünde ciddi bir ifade. Bana sonsuza doğru uzuyormuş gibi gelen bir sessizlik aramızda büyüyor, yayılıyor, genişliyor. Bu bana rahatsız olduğum bir şeyi hatırlatıyor.
Boğazımdaki kurulukla başa çıkmak için önceden ikram ettiği Gilaboru suyundan yardım almaya çalışıyorum, ağzımda kekremsi bir ekşilik. Bu da bana rahatsız olduğum bir şeyi hatırlatıyor.
Sessizliği bozmak için “Yoğurt getireyim mi? Kalıp gibi tuttu. Dün mayaladım” dediği an, patlıyorum.
“Yeter! Dayanamıyorum!”
Mualla teyze şaşkın, yoğurt almak için kalktığı koltuğa tekrar oturuyor.
“Pide’nin nesi var ha? Somunun? Simitin? Tost ekmeğinin ne suçu var?” diyorum çatlak bir sesle.
Mualla teyze sessiz.
“Önce sağlıklı beslenme adına sinsice milletin mutfaklarına sızdılar. Sadece bir yuva istediler, yetmedi isim istediler. Düşünebiliyor musun hepsinin adı var!” Yetmiyor bakım istiyorlar, sürekli beslenmek istiyorlar. Ama suç onları besleyende, onların bu işgalci tarafını önceden sezemediler ki! Belki de insanlar “bir şeyleri besleme” ihtiyaçlarını onların varlıklarıyla tatmin ettiler. Peki ya onlar? Misafir olduklarını unuttular! Gaflet içindeki insanlara hıyanetle karşılık verdiler.”
“Tövbe ya rabbi, kim bunlar yavrum…” diyebildi Mualla Teyze. Dehşet içindeydi.
“Kim olacak” dedim hırsla. “Ekşi maya anaları!”
Mualla teyze gündemi takip ederdi. “Politik bir grup mu?” dedi, “Hani şu haftalık protestolar yapanlardan?”
Ben kendimi açıklama derdine düştüm.
“İnsanlar ‘bir kere denemekten ne çıkar ki?’ diyerek başladı bu işe. Hijyen takıntısı, evde ekmek pişirme tatmini, bir ekmeğin üç kişilik aileye bir hafta yetmesi, herkesin başını döndürdü”
“Evlere ekmek götürerek mi eylemde bulunuyorlar?” diye cevapladı Mualla Teyze.
“Sonra insanlar evden çıkamaz olunca, sıkıntıdan bu iş bir modaya dönüştü. Herkes evinde deli gibi ekşi mayalı ekmek yapıyor!”
Konuyu anlamış gibi arkasına yaslandı Mualla Teyze, “herkese bir çeşit ekmek yaptırıyorlar, diyorsun?” dedi.
“Tadı da güzel değil. Nutellaya yakışmıyor. Sert. İçi çok yoğun. Ekmek değil de adeta kek. Zeytinlisi, peynirlisi…” “hatta…” dedim dehşet içinde “hurmalısı bile var!”
Mualla teyze gözlerini kocaman açmış başını aşağı yukarı sallayarak beni dinliyordu. “Peki, bunda seni rahatsız eden ne? Sonuçta insanlar politika yapmakta özgür olmalılar?” dedi.
Sırtımdan bıçaklanmışçasına acı duydum, gözlerimi kıstım, dilimle dişim arasından tane tane konuştum.
“D ü n y a y ı e l e g e ç i r e c e k l e r!” dedim.
“Şimdiden yeni girdiğimiz çağa, “Ekşi maya çağı” adı verilmesi düşünülüyor. Önümüzdeki günlerde fırıncılar işsiz kalacak. Damak tadımız bozulacak. Ya çocuklar? Onlar fırından ekmek almaya gönderilip eve dönerken ekmeğin köşesinden bir parça koparma zevkinden yoksun olarak büyüyecekler. Tüm tarihimiz, mukaddesatımız, medeniyet değerlerimiz tehlike altında, görmüyor musun Mualla teyze” diye ciyakladım.
Sükunetle pencereden dışarı bakmaya başladı. Sonra sakin bir sesle “Peki, ne yapmayı düşünüyorsun?” dedi.
Ona geçen sefer zihnimde canlanan hareket planını bir çırpıda özetledim. Beni dinlerken yüzündeki sükûnet yerini önce tedirginliğe sonra dehşete bıraktı. Sözlerimi bitirdiğim zaman, o öfkesini zor kontrol eder bir tarzda.
“Bu düpedüz zorbalık, bu...” Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. “Buuu…hırsızlık!” dedi.
Yerinden kalktı, gilaburu suyunun boş bardağını aldı, arkasını dönecekken hüzünlü bir sesle “Unutma, ekşi mayanın da olsa cennet, anaların ayağının altındadır!” dedi.