Hurma Çekirdeği

Tuğba Uzunosmanoğlu

-zırrrrr

-zırrrrr

- Oğlum, geliyorum ya evde yoksun ya da sızıp kaldığından duymuyorsun. Kira diyorum, geçen ayı da vermedin zaten. Benim de başka gelirim yok, ya öde ya da başka yer bul. Daha bekleyemem.

Kapıyı kapattığında ev sahibinin sesi hala geliyordu. Söylene söylene iniyordu merdivenleri. Haklıydı kadın ama o da istemezdi ki böyle olmasını. İşten çıkarılmayı o mu istemişti? Başvurduğu işlerden ret cevabı duymak hoşuna mı gidiyordu? Şu koca şehirde başı sıkıştığında çalacak bir kapısının olmaması onun canını acıtmıyor muydu? Ama durum buydu işte. Çabaladıkça daha da kötü oluyordu sanki her şey. Oysa ne umutlarla gelmişti bu şehre. Köyde kıt kanaat geçen zamanlarda büyük şehre gidip çok çalışarak, kazanmayı kafasına koymuş, annesini güç bela da olsa ikna etmişti. Anası hiç istememişti dizinin dibinden ayrılmasını, toprak cömertti, çalışanı aç bırakmazdı ama oğluna dinletememişti. Anasının elini, kardeşlerinin gözlerini öpüp çıkmıştı yola. İlk başta biraz zorlansa da kurmuştu iyi kötü bir düzen. Az da olsa her ay anasına biraz para gönderebiliyordu. Ama her şey bir anda altüst oldu. Bozulan ekonomi garibanı vurmuştu yine, fabrika işçi azaltmış, piyango da ona vurmuştu. O günden beri birçok yere başvurmuş ama geri dönüş alamamıştı. Kirayı ödemeyi bırak, yiyecek için bile parası kalmamıştı. Anacığının elleriyle yuğurduğu tarhananın da dün sonuna gelmişti. Açlıktan karnı guruldamaya başladı, gitti çeşmeden biraz su içti. Üstünü giyindi, iş aramalıydı, ne olursa olsun bir iş bulmalıydı. Pantolonunun arka cebine koymak için masada duran cüzdanını aldı, gayri ihtiyari açtı. Cüzdanın yıpranmış astarından başka bir şey yoktu. Tam kapatıyordu ki gözü en dibe kaçmış, ucu görünen hurma çekirdeğine takıldı. Sıkıştığı yerden çıkarttı, aldı eline, baktı. Üç dört yıl önce köydeki kapı komşuları Fatma Teyze Hacca gitmiş, dönüşünde mevlit yapmış, konu komşuya zemzem hurma ikram etmişti. Fedakâr anası ikram edilen hurma ve zemzemi eve getirmiş, çocuklarına azar azar da olsa pay etmişti dualar eşliğinde. Tabaktaki çekirdekleri atmaya yeltenmişti ki, anası durdurmuştu. “Hurma çekirdeği berekettir oğul, getir cüzdanını koyalım içine bir tane”. Anası yine duayla koymuştu çekirdeği, ne kadar da ağzı dualıydı anacığı. Burnunda tüttü, şimdi anasının dizinin dibine yatsa, o da okşasaydı başını, bütün sıkıntısı, derdi geçiverirdi. Derin bir iç çekti, “Ah be anacım, bereketi bırak, ekmek alacak param bile yok” diye geçirdi içinden, gözleri yaşardı. Çekirdeği atacak gibi oldu, kıyamadı koydu yerine. Cüzdanı kapatıp, arka cebine soktu, çıktı evden. Ara sokakları geçip, büyük meydana doğru yürüdü, bugün mutlaka bir iş bulmalıydı. Ana cadde üzerindeki dükkanları tek tek gezdi, ilan arayanlara, aramayanlara sordu bir bir. Kendi nasipsizliği miydi, bozulan ekonominin bitmek bilmeyen etkisi mi bilmiyordu ama iyiyi bırak, kötü de olsa bir iş bulamıyordu. Dolana dolana akşamı etmişti, açlığının bedenine verdiği zarardan ziyade, umutlarının yıkılışının ruhuna verdiği zarar daha çok acıtıyordu. Ayaklarını sürüye sürüye eve doğru yola koyuldu, ara sokaklardan geçiyordu yine. Uzaktan davul sesi duyuluyordu, yürüdükçe ses de yakınlaştı. Köşeyi döndüğünde Türk Bayrağı sırtında bir genç, etrafında da yaşıtları gençleri davul zurna eşliğinde oynarken gördü. Asker uğurlamasıydı belli ki, durdu biraz izledi. Kendi uğurlaması geldi aklına. Köyde aynı böyle coşkuyla uğurlamışlardı onu da. Anasının akrabalarının ellerini öpüp gitmişti vatani görevin yapmaya. Bunları düşünüp dalmışken biri dokundu omzuna. İrkildi bir an, etrafına bakındı sesler susmuş, insanlar dağılmıştı. Omzuna dokunan elin sahibine baktı, gülümseyen bir amca. “Gel evlat, uğurlanan asker benim oğlum, duasını okutup yemek vereceğiz, gel sen de buyur hanemize.” Yok amca, hayırla gidip gelsin oğlun, sağolasın ama ben gelmeyeyim dediyse de amcayı ikna edemedi. Doğrusu direnecek gücü de yoktu. Birlikte amcanın evinin bahçesine girdiler. Kurulmuş masaların birine oturttu onu, hoca dua ediyordu, birkaç kişi misafirlere ikramları dağıtıyordu. Hoca duasını bitirip âmin deyince, ev sahibi nur yüzlü amca gelenlerin hepsine afiyet olsun deyip, buyur etti. Önündeki tabağa baktı, iki parça pide, ayran, iki tane de tulumba tatlısı. Gözleri doldu, nasıl olduğunu bile anlamamıştı, ne güzel lütuftu bu. Sabahki düşünceler geldi aklına, hurma çekirdeğinin sırrı…Bereket işte buydu, boş cüzdan sahibini bile aç koymayan Allah’ın büyüklüğü. Yedikleri ile karnını doyurmasının yanı sıra, hikmeti fark etmesiyle ruhu da doyuyordu. Ümitleri tekrar yeşeriyordu, anasının dualarına olan inancı unutulduğu yerden geri dönüyordu. Bir hurma çekirdeği meğer nelere kadirdi, yeniden iman ediyordu…