İnsanı çürüten şeyin gözle görülmeyen nanometrik sayılarla belirtilen yaratıklar olmadığını biliyordu. Hasta olmadan da hasta olunabilirdi mesela, yatağa düşmeden de bitkisel hayata girilebilirdi. Bu illet çıkmazdan evvel hasta olmuştu o. Günler ve hatta haftaları bulmuştu evdeydi. Çalışmak, okumak, müzik dinlemek, açıp bir şeyler izlemek… Hepsi epeydir yapmaya dair içinde ufacık istek uyandırmayan eylemlerdi. Bir yere kapanıp uzun süre her şeyden ve herkesten uzak inzivaya çekilmek istiyordu. Ne bir görüntü ne de en ufak bir ses. Ama bu lanet apartmanda kendinle kalmak bile mümkün değildi. Her gün zile basan kapıcı, üst kattaki komşunun çocukları, sokaktan geçen eskicinin sesi… Daha önce defalarca bu mahalleden ona malzeme çıkmayacağını söylese de dinletememişti adama. İnatla her gün sokaktan geçiyordu pencerelere çarpan çığırtkan sesiyle. Belki de umutla. Adını bile unutmuştu bu kelimenin. Hissiyatı ise bilmem kaç milyon ışık yılı kadar uzaktaydı.
İçerinin havasızlığı soluğunu kesmeye başladı. Tam 45 dakikadır uyanık olduğu halde gözlerini tavana dikmiş yatıyordu. Ciğerlerini zorlayarak derin bir nefes aldı ve yatağında doğruldu. Her yeri tutulmuştu. Başını ellerinin arasına aldı. Dağılan saçlarını geriye doğru sıvazlarken telefonu çaldı. Garip bir şekilde onu rahatsız etmeyen tek sesti bu. Onu kaçmaya çalıştığı hayata bağlayan tek tını buydu çünkü. Varlığını, arandığını sevildiğini, hatırlıyordu bu sesle. Merakına yenilerek aldı telefonu eline. Çağrıları, mesajları teker teker kontrol etti. Aradığı bir isimdi oysa. Karısı. Yine bulamadı. Henüz yeni uyandığından afyonunun patlamamış olmamasına verdi. Biraz kendine geldikten sonra tekrar bakacak ve bu kez görecekti karısının mesajını.
“Annem hasta, çorba yaptım, verip döneceğim.”
Telefonu tekrar komodinin üstüne koydu. O esnada yanındaki iğnelere takıldı gözü. 3 tüp ilaç, 3 adet şırınga. Karısı şeker hastasıydı. Yıllardır insülin tedavisi görüyordu. İğnelerini yapmak başta pek zor gelse de zamanla alışmıştı. Şimdi hasretle yolunu gözlüyordu.
Vücudunun uyuşukluğuna daha fazla dayanamayıp güçlükle ayağa kalktı. Mutfağa gidip çorba içmek niyetindeydi. Salondan geçerken ortalığın dağınıklığı gözünü tırmaladı. Ortalık savaş alanına dönmüştü. Alışkın değildi evi böyle görmeye. Toparlamaya yeltendi. Fakat kasları hareketlerine direnç gösteriyordu. Mutfağa döndü. Karısının annesine yaptığı çorbadan nasiplenmekti niyeti. Bir kaşık aldı. Ama tadı bir tuhaftı, devam etmedi. Kaşığı tezgâha bıraktı. Yüzünü salona çevirdi ve kargaşayı anlamlandırmaya çalıştı. Evde yalnız olduğunda kapıya kilit üstüne kilit vurduğunu bilmese hırsız girdiğini sanacaktı. Kapı halen kapalı olduğuna göre güvendeydi. Salondaki en temiz noktayı buldu, köşe koltuğunun üstündekileri aşağıya attı ve koltuğa kuruldu. Özlemin yerini şimdi korku almıştı. Çorba o ellerden değildi. Ev o ev değildi. Karısı ortalarda yoktu. Aylardır yaptığı hep aynı şeydi. Her gün köşesinde, gözleri kapıda onu bekliyordu. Ama ne gelen vardı ne giden. Bütün günler birbirinin aynısıydı.
Saat geceye yaklaşmıştı. Koltuğundan kalkıp yeniden yatağına döndü. Sırtüstü yattı ve gözlerini kapattı. Umudunu canlı tuttuğu tek an buydu. Sabah uyandığında ya telefon yahut kapı çalacak ve hasreti son bulacaktı.
Kulakları uğuldadı, beyninde onlarca yabancı ses dolaştı. Gözlerini güçlükle açtı. Yoğun ışık gördüklerini anlamlandırmasına engel oluyordu. Kendini Türk filmlerinde gibi hissetti. Etrafında beyaz giyimli insanlar telaşla dolaşıyordu. Yüzlerinde endişeyle karışık bir heyecan ve mutluluk vardı. Bir kadın kolundaki hortuma iğneyle sıvı enjekte etti. Diğerleri doktor olduğunu düşündüğü kişiye birtakım sayılar söylüyordu. Sol tarafına döndü. Komodinin üstünde 3 şırınga, 3 tüp de ilaç vardı. Onların yanında da telefonu. İleride bir koltuk ve hemen önünde bir masa vardı. Masada üstünden yalnız bir kaşık alınmış bir tas çorba duruyordu. Ortalık savaş alanı gibiydi. Odada hemşireler olmasa hırsız girdiğini sanacaktı. Başını sağa çevirdi. Perdeleri yukarı kaldırılmış camın arkasındaki bir çift göz ona bakıyordu. Yanaklarındaki damlalar yanıltıcı olsa da mutluluğu gözlerinden okunuyordu. O bakışları nerede olsa tanırdı. Karısı dönmüş, hasret sona ermişti. Güçlükle gülümsedi ve gözlerinden bir damla yaş düştü.