Altın İğne

Esmanur Satıcı

Otuz şehrin otuz bahçesinde otuz limon ağacında otuz altın iğne sararır parlarmış, üç bin yılda bir

Her kim görse iğneyi değse eli iğneye ya yakar ya yanarmış

Ancak bundan azade temiz bir yürek ak pak olanmış

Her kim sahibim dese yalanmış her kim aşikar etse zararmış

Güzele güzeli çirkine çirkini çekermiş bu sır

İster inan ister inanma efsane bu ya

Otuz şehrin otuz bahçesinde otuz limon ağacında otuz altın iğne varmış.

- Yarın Ustanın vefatının seneyi devriyesi, mezarına gidelim, dua okuyalım.

- Doğru dedin çok emeği var üstümüzde rahmetlinin.

Talat ve Mehmet, bir ustanın iki çırağı şimdinin yetenekli iki ustası iki dost. Biri Terzi Talat diğeri Terzi Mehmet, birinin işi diğerinden iyi değil, kıyas mümkün değil, ikisi de memnun

buna, müşteri daha memnun.

Birbirlerini pek severlerdi de, Talat bir başkaydı Mehmet için. Mehmet her türlü adamı tanır her pisliği bilirdi, Talat’ın yanına yakıştıramazdı kendini. Ne bir kötü söz ne yalan ne hile hiçbiri mi olmaz bir insanda? Peygamber torunu musun Talat? derdi gülüşürlerdi.

Talat’ın aşığı bile çok olurdu, Mehmet buna şaşırırdı.

Kadınlar bir gelir iki gelir üç gelir, Talat durumdan işkillendi mi “Ben bu işi anlamam Mehmet ustanın eli daha iyidir,iki sokak aşağıda dükkanı.” der yol verirdi.

- Yarın görüşürüz, diyerek çıktı Mehmet dükkandan.

Üç beş adım attı atmadı, Ayşe’yi gördü. Ayşe de onu gördü mü? Bahar bu kızın gözlerinden taşıyor olmalı dünyaya, bana bir baksa, bakmasa mı? Merhaba, ben Mehmet. Öyle hiç tanımadan, yoldan çevirip bir güzel kadını, çarşının ortasında konuşmak. Oğlum Mehmet kendine gel lan, ne der esnaf, hem ya kız paylarsa seni?

Derken bir rüzgar gibi geçti Ayşe. Mehmet dükkana zor attı kendini.

- Bir bardak su, Allah aşkına bir bardak su, gözünü seveyim bir bardak su. Bir bardak, iki bardak, üç bardak içti de içti, ateşi geçti mi, geçer mi?

Mehmet o gün Talat’ın dükkanından çıkmadı, olur da yoldan tekrar geçer diye bekledi durdu adını bilmediği kadını. Ertesi gün oldu, sonraki gün oldu, daha sonraki gün oldu. Mehmet dükkanın yola bakan köşesinde bir sandalyede, Ayşe’ye bakıyor, Ayşe ona bakıyor mu ? Kanı çekiliyor Mehmet’in, güneş kafasına geçiyor, Mehmet dükkanda, güneş kafasında, güneşe kafa atıyor Mehmet. Bir bardak su, Allah aşkına bir bardak su, gözünü seveyim bir bardak su.

Mehmet günleri saymadı, Talat iki üç cumaya ya gitti ya gitmedi. Talat Mehmet’in haline anlam veremedi.

Mehmet sandalyesinde, Ayşe iki insanla dükkana girdi. Mehmet ayağa kalktı. Ayşe’ye bakıyor, yüzüne, boynuna dökülen saçlarına. Ayşe onu gördü mü? Merhaba ben Mehmet, sizi bekliyordum, nerede kaldınız? Afedersiniz, beklediğimi bilseniz elbette daha erken gelirdiniz, patavatsızlığımı hoş görün. Merhaba ben Mehmet. Ayşe onu gördü mü?

- Ne zaman hazır olur

- Haftaya denemeye gelebilirsiniz

- Teşekkür ederiz, hayırlı işler.

İki insan ve Ayşe dükkandan çıktılar. Mehmet çıkamadı.

- Fatma Hanım haber gönderdi, Ayşe yarın Talat’a uğrasın ablaları ile, bir görsünler birbirlerini, beğenirlerse oturur bir çay içerler diyor. Talat, tamam gelsinler dedi annesine. Ben Ayşe’yi uzaktan gördüm, denk geldik çarşıda, hanım hanımcık kız diyemedi. O gece uyuyamadı. Sabah telaşlıydı. Ölçüler kumaşlar siparişler birbirine girmişti.

Ayşe Talat'a bakamadı ilkin. Bir ara Talat'ın gözü kumaştayken fırsat bu fırsat, kaldırdı gözünü, bu nasıl bir hoşluk nasıl bir sıcaklık baktıkça bakası geliyor Ayşe'nin, edeptendir deyip gözlerini alamadı. Ayşe ve ablaları çıktılar dükkandan.

Hayırlı iş, ertelemeye gelmez, ertesi gün buluştu Talat ile Ayşe. Talat haline şaşkın, otuz yaşında adamsın kendine gel diyor içinden, kendimdeyim diyor içinden, ne oluyor lan bana ne oluyor diyor içinden, kuş olup uçacağım. İki aşık ailelerine müjde diye döndüler, iki haftaya düğün var, eşe dosta komşuya uçan kuşa haber verdiler.

Mehmet haberi Talat'tan aldı, dükkana gelen kızın Ayşe olduğunu öğrendi, iki haftaya evleneceklerini. “Darısı sana” dedi Talat. “Altın iğnemiz yok ki” dedi Mehmet. “Annemin hediyesi ya hu, bilmiyormuş gibi sen de, hem her evlenenin altın iğnesi mi var?” dedi Talat.

Mehmet sustu.

Mehmet’in Talat'a güveni kalmamıştı. Altın iğnemiz yok ki dedi. Çırağı bakkala iki soda almaya gönderdi, "Ustamın Cezmi’ye selamı varmış de." dedi .Cezmi eski kulağı kesiklerden, Hırsız Cezmi. Hedef belli, altın iğne. Cezmi bu işi bedavaya yapacak değil ya, istediği para iğnenin ederinden pahalı. Cezmi’nin aklı işe ermedi, peşine de düşmedi. Nasıl olur, ne olur, ne zaman olur, bundan kolay ne var, insan şeytana kulak vermeye görsün zehir akar zekasından zehir gibi akar insan.

Talat evden koşarak çıktı, komşular haber verdi, dükkan yanıyor. Neden, nasıl bilen yok. Yılların birikimi kül oldu saatler içinde, itfaiye yangını söndürünce bir harabe kaldı Talat’ın önünde.Yanında Ayşe ve Mehmet, cana geleceğine mala gelsin, Allah beterinden saklasın dedi. Geçmiş olsun dedi Mehmet içindeki alevi saklayarak.

Evine dönmeden Cezmi ile buluştu Mehmet. Şimdi aşkına kavuşan o olacaktı,altın iğnesini aldı.

Mehmet eve döndü. Halısı masası kanepesi ters dönmüş, perdeler yerde, ayakkabılar ters dönmüş. Koşarak çıktı evden, gömleğinde altın iğnesi.

Mehmet nereye gideceğim ne oluyor diye düşünemeden komşuların sesine koştu ,dükkan yanıyor, Terzi Mehmet’in dükkanı yanıyor.

Bu kez alevler Mehmet'in içindekinden de büyüktü. Talat da oradaydı, bu işte bir iş var ama dedi. Mehmet duymuyordu. Mehmet’in önünde bir harabe kaldı.

Gün ışımasına birkaç saat vardı, Mehmet ayakta dikili. Sabah olunca koşmaya başladı Mehmet. Cezmi'nin evine koştu. Eve giremedi, ev kalabalık, çevresi kalabalık, feryat figan yükseliyordu. Cezmi ve kardeşi kasılarak ağızlarından köpükler çıkarak can vermişler.

Cezmi'nin cesedini uzaktan gördü Mehmet, o dağ gibi adam yay gibi gerilmişti, yüzünde çektiği acının çizgileri görünüyordu.

Mehmet her türlü adamı tanırdı. Afyon buldu birinden. Harabe dükkanına döndü, aklını kaçırmamak için rahatlamak istedi. Afyonu çiğnedikçe çiğnedi yetmedi tekrar çiğnedi.

Altın iğnesini çıkardı iç cebinden gömleğin. Gözlerinden zehir akıyordu şimdi iğne sağ elinde, gözüne götürdü, deşecek, sol eliyle tutmaya çalıştı sağ elini, gücü yetmedi, önce sağ sonra sol gözüne sapladı iğneyi. Sonra yuttu. Yuttu yutmasına da iğne büyüyor içinden yüz bin iğne olmuş saplanıyordu. Ağzından köpükler çıkmaya başladı.

Otuz şehrin otuz bahçesinde otuz limon ağacında otuz altın iğne sararır parlarmış, üç bin yılda bir

Her kim görse iğneyi değse eli iğneye ya yakar ya yanarmış

Ancak bundan azade temiz bir yürek ak pak olanmış

Her kim sahibim dese yalanmış her kim aşikar etse zararmış

Güzele güzeli çirkine çirkini çekermiş bu sır

İster inan ister inanma efsane bu ya

Otuz şehrin otuz bahcesinde otuz limon ağacında otuz altın iğne varmış.