Her sabah uyandığınızda yüreğinizin yanıp kavrulduğunu pişmanlıklardan gözyaşlarınızın aktığını ve tekrar bir bedene sığmak zorunda kaldığınızı hayal edin.
Dünyam elimden alınıp beni arafta bırakan güya kalp hırsızlığı diye nitelendiren bir hayat hikayesi. öyle yazdı gazeteler...
Dört duvar arasında nefes almaya mahkum bırakılan ben, 24 yıl cezayla, vicdanlar rahatlayacak, her şey unutulacak umuduyla biçilen mahkumiyet. Benim en büyük huzurum bir dar ağacı olmalıydı.
Elleri pamuk kokusu cennet yavrum seni koruyamadım, eğer o gün biraz daha sarılsaydım sana, uyurken bir dakika daha izleseydim seni, belki zaman bu talihsiz karşılaşmayı es geçecek, sen de bana kalacaktın.
19 yaşında ilk kalp çarpıntısını, kelebekler gibi heyecanını o gün görmemek mümkün değildi. Benim kızım aşık olmuştu, meleğimin hayalleri şekilleniyor, gözleri gülüyor, iki kişilik hayallerinde mutluluğu yüzünden okunuyordu. Sık sık kahkahalarla şenlenen odasından zaman geçtikçe hıçkırıklara şahit olduğumda endişem artıp yanına gittiğimde sana artık ihtiyacım yok demesinden anlamalıydım. Çaresizliği öyle büyük ki ben bile derman olamayacaktım. Tedirgin çaresiz geceleri huzursuz hıçkırıklarla bölmektense ne olursa olsun takip etmeli olayın içine dahil olmalıydım.
13 mart perşembe evden çıkarken gözlerini kaçırdı, öpmedi, Allaha emanet etmedi. Hoşçakal dedi. Kalbim acıdı, ellerim buz kesti, dayanılmaz sancı ile ayaklarım peşinden gitmeye başladı. Ben arabayı nasıl sürdüm, neden ağlıyordum, neden yavrumu sarıp sarmalamak istiyordum, hiç bir fikrim yoktu. Anne olmanın verdiği hisle amaçsız yol almaktı bu.
Yolun sonu köhne bir sokak. Üsküdarın en tenha, ürkütücü, hırsızların kol gezdiği Selamsız. Çıkmaz bir sokak, sokağın girişinde yerde yatan bir kadın, çiseleyen yağmur, karşılaşağım manzarayı şekillendirmeye, beni boğmaya başlamıştı. Ne arıyordu burada bahçeli müstakil bir viranede. Kapıyı açan kimdi neden ağlıyordu meleğim. Bekledim tam 58 dakika bekleyebildim. Arabadan indim, yürürken dizlerim boşaldı, yüzüme vuran yağmur tanecikleri tenimle birleşirken buhar oluverdiğini hissettim ama yürüdüm.
Bahçeye girdiğimde minik köpeğin havlamasıyla irkilip gücüme güç kattım. Kapının tokmağı bozuk, ittirsen açılacak, kapıyı gördüğüm halde istemedim açmak. Allahım bu nasıl bir yüzleşme! Güç ver rabbim, kızım duvarın arka kısmında….
İçeri girdiğimde kıyameti gördüm, evet kıyameti gördüm. Meleğim bir çekyata uzanmış yanında şırınga, plastikten bir kordon kolunda gevşemiş, saçları yüzünü örtmüş, gözleri yarım açık, bunun adı kıyamet değilde nedir biri anlatsın bana. Hayallerine dahil ettiği, aşık olduğu, hayatını solduran mahlukat bir elinde kaşık bir elinde afyon küçük bir tüpte yavrumu zehirlemeye çalışan kişiyle göz gözeydim artık. Tek yapabildiğim masadaki ekmek bıçağını alıp dakikalarca neden neden diye seslenip saplamam oldu. Kendime geldiğimde ellerim kan, kızıma zarar veremeyeceksin diye dudaklarımdan dökülen soluk oldu hissettiğim . Nefesi bitmişti, huzurla kendime geldim, derin bir nefes çektim, bitmişti.
Meleğim gözlerini açtı, bana baktı, doğruldu, çığlıkları arşa yükseldi. Kurtuluş diye gördüğüm cesedin üzerine kapanmış ağlıyordu. Kulağımla duyduğum tek soluk, seni asla affetmeyeceğim oldu. O beni iterken sarıldım, kokladım, canım… Bitti dedim. Gözlerini kaldırıp şimdi bitecek dedi, sakinleşti, bırak dedi, bıraktım, yürümeye başladı, kendini banyoya kilitleyip, şimdi bitecek anne dedi, şimdi bitecek.
Bütün gücümle vurdum, yalvardım, açılmadı, açılmıyordu. Çığlıklarla yardım istedim, sesim sanki çıkmıyordu, her seferinde daha çok bağırdım, canım yanıyordu.
Sonra sirenler, ışıklar, koşturmalar, üniformalar... O gün köhne viraneden 3 ceset çıktı.
Meleğim ve azraili toprak altında, ben ise dört duvar arasına. Meleğim, yanıyorum kuzum, her gün bir bedene hapsolup gözümü kapattığımda tek duam, Allahım beni de al.
Kızımla konuşmam yarım kaldı….