Başlıksız

Tuğba Uzunosmanoğlu

“HIRSIZ, AFYON, İĞNE”

Güneşin son ışıklarının yavaş yavaş kaybolduğu, akşamın tatlı esintisinin başladığı bu saatler Nuran Hanım’ın en sevdiği saatlerdi. Camın önündeki koltuğuna çekilir, bir yandan kitabını okur bir yandan da Seher’e demlettiği kuşburnu çayını yudumlar. Arada da gökyüzündeki renk cümbüşünde gözlerini dinlendirirdi.

Bu konakta hiç değişmeyen düzenin bir parçasıydı bu an da. Seher’in deyimine göre burada her gün bir öncekinin aynısı idi. Nuran Hanım her gün aynı saatte kalkar, kahvaltı masasında her zaman zeytin, peynir, domates salatalık, biraz yeşillik, tahin-pekmez ve ekmek olurdu 1 bardak çay eşliğinde. Kahvaltı bitince kahvesini yine camın önündeki koltukta, gazetelere göz atarken içerdi. Günün geri kalanını da konağın en alt katında bulunan resim atölyesinde geçirir, akşama doğru tekrar salona çıkardı. Bu düzen sadece Nuran Hanım’ın pek sevdiği yeğeni Azra geldiğinde değişirdi. Azra, üniversiteyi kazanarak buraya geleli iki yıl olmuştu. Yoğun geçen ders ve sınav zamanlarını atlatır atlatmaz teyzesine gelir, onun gelmesiyle eve neşe dolardı. Mutlu bir çocukluk geçirdiği her halinden belli olan Azra, teyzesinin unuttuğu gülümsemeyi ne yapar ne eder gün yüzüne çıkarırdı. Nuran Hanım’ın da çok hoşuna giderdi Azra ile geçirdiği vakitler. Onun bitmek tükenmek bilmeyen enerjisine eşlik etmek alışılmadık ve yorucu olsa da, kendi gençliğinde yarım kalan o mutluluğu tamamlamak istercesine kaptırırdı kendini. O günlere dönmek istercesine..

Seher’in boşalan fincanı almasıyla saatin epey geç olduğunu fark eden Nuran Hanım yavaşça koltuktan kalkıp odasına doğru geçmek üzere iken telefonun sesi duyuldu. Seher telefondakinin Azra olduğunu söyleyince içini bir telaş kapladı, hafta sonu gelecekti çünkü daha birkaç gün önce konuşmuşlardı. Tekrar arıyorsa mutlaka bir şey olmuştu.

-Alo, Azra, gelemiyor musun kızım, bir şey mi oldu? Sesindeki tedirginliği bastırmaya çalışsa da engelleyememişti.

-Yok, yok teyzeciğim, geliyorum, merak edilecek bir şey yok. Şey diyecektim.., aslında geçen aradığımda da söylemek istemiştim de yapamadım, şey… bir arkadaşım sizinle tanışmayı çok istiyor, onu da getirebilir miyim ?!................

Nuran Hanım’ın endişeli yüzü gevşemiş yerini tatlı bir gülümsemeye bırakmıştı. Yeğeninin böylesi basit bir ricayı çekinerek ve zorlanarak soruşundan anlamıştı ki, gelecek arkadaş sıradan biri değildi, kalbini açtığı biri olmalıydı. Azra’yı bu mahcup bekleyişten bir an önce kurtarmak için cevap verdi.

-Tabi ki, memnun olurum. Erken gelin ki kahvaltıyı birlikte yapalım.

Azra’nın üzerinden büyük bir yük kalkmıştı sanki, böylesi zorlanarak söylediği şeyi teyzesi çok kolay kabul etmişti. Daha telefonu kapatmadan hafta sonunu hayal edip heyecanlanmaya başlamıştı bile. Teşekkür edip, tam vaktinde geleceklerini söyleyerek telefonu kapattı. İçi içine sığmıyordu. Kısa süre öncesine kadar biri ona aşık olacağını söylese, epey güler, üstüne üstlük ‘beni kendinizle karıştırmayın, benim öyle aşkla meşkle işim olmaz’ derdi. Ama şimdi kendi bile şaşırıyordu aşkın kendi üzerindeki tesirine. Bir anda hayatına giren Ufuk, nasıl olmuştu da bu kadar yer edinmişti yüreğinde? Tabi bunda Ufuk’un da çabasını göz ardı edemezdi. Her türlü terslemesine, istemeyişine, uzak durmasına aldırmadan ısrarla peşini bırakmamış, tatlı yaramaz halleri ile kendini sevdirmeyi başarmıştı. Ve bir anda hayatının merkezi olmuştu. Her şey bu kadar hızlı olmuştu olmasına lakin teyzesinin Ufuk hakkındaki görüşleri de onun için çok mühimdi. Aslında Ufuk’u seveceğine emindi, çünkü Ufuk teyzesinin hayranıydı ve onun çalışmalarını örnek alıyordu. Durum böyleyken iyi bir izlenim bırakmasının zor olmayacağı çok açıktı. Kafasında bunları kurup dururken Ufuk’u arayıp müjdeyi verdi. O güne dair benzer hayalleri birbirlerine dillendirerek, zamanın bir an önce gelmesini umarak telefonu kapattılar.

Cumartesi sabahıydı sözleştikleri saatin çok öncesinde kalkıp hazırlanmıştı. Zaten heyecandan doğru düzgün uyuduğu da söylenemezdi. Her seyin çok güzel geçeceğine olan inancı ne kadar büyükse, bir ihtimal kötü bir şey olacağına olan korkusu da o kadar büyüktü. Neyse ki fazla kuruntuya kapılmasına fırsat vermemişti Ufuk, gelmişti bile. İki sevgili hoş sohbet ede ede yola koyulmuşlardı. Sohbet konusu yine her zaman olduğu gibi teyzesinden açılmış, eserlerinin ne kadar eşsiz olduğunu, onları isteyen galerilere, seçkin kişilere satmayı kabul etse bir servet elde edeceğini anlata anlata bitiremiyordu Ufuk. Azra da her seferinde bıkmadan usanmadan teyzesinin böyle bir isteği olmadığını, onlara çok kıymet verdiğini yanından ayırmadığını söyler dururdu. Tabi bunun sebebinin ne olduğunu kendi de bilmiyor ve çok merak ediyordu ama ne vakit konuyu açmaya çalışsa teyzesi, paylaşımcı bir insan değilim diye latife eder, gülüp geçiştirirdi. Belki Ufuk ile olan sohbette bu konu açılır o da merakını gidermiş olurdu. Neyse şimdilik iyi bir tanışma olması kafiydi onun için gerisi mühim değildi. İşte konak karşılarındaydı. Kapıyı Hilmi Efendi açmıştı. Evin bahçıvanı, kahyası, güvenliği kısacası her şeyi. Eşi Seher Abla ile konakta kalır ve teyzesine yoldaş olurlardı. Onun da gözü arkada kalmazdı böylece. Önceden de yazları sık sık gelip kaldığı teyzesini çok severdi ama, şu iki senedir ona iyice bağlandığını hissediyordu. Anne yarısı dedikleri doğru, annesinden sonra yeri doldurulamaz insandı kendi hayatında. Bu yüzden onun Ufuk’u nasıl bulacağını çok önemsiyordu. Ve işte vakit gelmişti. Ön verandayı geçerek arka bahçeye geçtiler, masa oraya hazırlanmıştı. Teyzesi gülümseyerek karşıladı onları.

Ufuk kendini tanıtıp, heyecanla sıkmıştı elini Nuran Hanım’ın. Azra’nın gözü teyzesindeydi, o da sıcak bir karşılık vermişti şükür. Masaya geçtiler, Seher abla döktürmüştü yine maşallah. Ama bu sefer gelen misafire ayrıcalıklı bir masa olduğu her halinden belliydi. Demek ki teyzesi durumdan onu da haberdar etmişti, kimbilir Seher Abla ne dalgasını geçmişti. Neyse Ufuk gittikten sonra zaten tüm bunlar konuşup öğrenmeye çokça vakit olacaktı. Kahvaltı çok güzel geçmişti. Sonrasında salona geçip kahvelerini orda içerek sohbete devam etmişlerdi. Teyzesi Ufuk’un resimle ilgili olmasın ve kendi çalışmalarını bu kadar iyi bilip tahlil etmesinden dolayı hoşnut görünüyordu tıpkı tahmin ettiği gibi. Sonra hep birlikte atölyeye indiler. Duvarlardaki resimleri inceledi Ufuk, heyecanı mutluluğu her halinden belliydi. Ufuk’un resimlere olan heyecanını gören teyzesi duvardakilerden daha değerli olan, kolay kolay kimseye göstermediği hazinesini göstermeye karar verdi. Bu iyiye işaretti, demek ki ona güvenmiş ve içi ısınmıştı. Tuvallerin arkasında kalan büyük kilitli dolabı açmıştı teyzesi. İçinden ince deriden yapılma, büyük bir dosya kılıfını çıkardı. Her gördüğümde hayran kaldığım üzeri inci detaylı kuştüyü yaka iğnesi kılıfın kapağında tutturulmuş haldeydi yine. Teyzem özenle iğneyi çözüp, kapağı açtı. İçinde sanat çevrelerince bilinen ve dahası bilinmeyen bir çok çalışmasını bir bir çıkardı. Ufuk gözleri parlayan bir şekilde bakıyor, öve öve bitiremediği eserlerin canlılarına bakarak eksik söylemişim diye yorumlarına yorum ekliyordu. Zamanın nasıl geçtiğini farketmeden akşam olmuştu bile, Ufuk müsaade isteyip kalktı. Azra onu geçiriken, bu günün böyle geçmesinden dolayı hissetiği mutluluk yüzünden okunuyordu. Bahçe kapısında vedalaştıktan sonra teyzesinin yanına döndü. Az önceki gülümseyen yüz gitmiş, çatık kaşlı bakışlarla karşılaşmıştı. Bir an için korktu ama fazla uzun sürmedi. Onun endişe ve merak dolu gözlerini gören teyzesi daha fazla kıyamadı yeğenine ve kahkahayı koyuverdi. Azra da şaşkınlığını atarak teyzesine katıldı, kahkahaları sonlandığında, boğazını temizleyerek o malum soruyu sordu. “Ee teyze, nasıl buldun Ufuk’u?”

Nuran Hanım, ilk gördüğü andan itibaren beğenmişti Ufuk’u. Oturması kalkması düzgün, saygılı ve en önemlisi hoşsohbetti. Bir ressam olarak, Nuran Aksoy olarak yani, kendisine duyduğu hayranlık, merak ve ilgi hoşuna gitmedi diyemezdi ama böyle olmasa da çabuk sevebileceği düzgün bir gence benziyordu. Yeğeninin gönlünü çalan kişinin burnu bir karış havada, hoppala biri olacağından çok korkmuştu. Gerçi Azra’yı tanıyordu, öyle birine gönlünü verecek kadar saf bir kız değildi ama ya olduysa diye endişe etmekten de kendini alamamıştı. Gün sonunda kanaati oydu ki Ufuk, yeğeni için uygun bir gençti. Yine de temkinli davranmakta fayda vardı, biraz daha tanıyıp iyi karar vermeliydi. O yüzden bir anda çok olumlu konuşup Azra’nın karar vermesini hızlandırmak istemiyordu. Genel olarak iyi bir etki bıraktığını, ama gerek kendisinin gerek de yeğeninin tanımaya yavaş ve emin adımlarla devam etmeleri gerektiğini bir çırpıda söyleyip, atölyeyi toplamak için aşağı indi.

Azra, teyzesinin bir iki cümle edip kaçmasına bozuldu ama kötü bir şey dememişti sonuçta, can sıkmaya lüzum yoktu. Zaten birlikte geçirdikleri vakitler gerçekten güzeldi, teyzesi muhtemelen aceleci davranmaması için böyle kısa bir açıklama yapmıştı. Bu fikri iyice kabullenip, duraksadığı mutluluğuna geri dönüverdi. Hoplaya zıplaya odasına çıkıp bugünü en başından tekrar tekrar zihninde yaşadı.

O günden sonra, Ufuk sık sık Nuran Hanımlara uğruyor, resimden, sanattan sohbetlerle vakit geçiriyorlardı. Nuran Hanım da iyice alışmıştı Ufuk’a, bir afyonu vardı Ufuk’un bağlıyordu kendine insanı o da ikinci bir yeğen yerine koymuştu çoktan. Azra dönem sonu tatiline girdiğinde birlikte memlekete gidip durumu açacaklar ve her şey yolunda giderse bu yaz söz yapacaklardı. Okul bittiğinde de evlilik. Teyzesi her türlü arkalarında olacağını ikisine de söylemişti. Bu tatlı hayalleri paylaşıp birlikte heyecan duyarak geçiyordu zaman. Yine bir ikindi vakti Ufuk uğramış, havaların ısınması ile iyice güzelleşen bahçenin tadını çıkararak Seher’in yaptığı kek ve börekler eşliğinde çaylarını yudumlamışlardı. Ufuk, Nuran Hanım’ın en mühim eserlerinden biriyle ilgili bir yazıyı beraberinde getirmiş, yazılan yorumların yersiz olduğunu, hararetli bir şekilde anlatıyordu. Nuran Hanım, artık evin bir ferdi saydığı Ufuk’a dolabın anahtarını verip bahsi geçen eseri getirmesini ve birlikte bakmayı teklif etti. Ufuk bir koşu gidip alıp getirdi, Nuran Hanım yazıda geçen bazı bahislerin haklılığını anlattı, bazılarını da onların yanlış yorumladığını. Böylece akşamı ettiler. Saatin geç olduğunu söyleyerek kalktı Ufuk. Azra ve Nuran Hanım, onu geçirdikten sonra salona geçip bir vakit daha oturdular sonra odalarına çekildiler. Azra pijamalarını giyip yatağına girmişti, her şey ne kadar güzel gidiyor diye düşündü uyumadan önce, daha da güzel günlerin hayaliyle uykuya daldı.

Büyük bir bağırışla uyanmış, ne olduğunu anlamak için sabahlığını üstüne geçirip yalın ayak merdivenleri inivermişti. Teyzesi de aynı şekilde inmişti belli ki, Seher’i sakinleştirip konuşturmaya çalışıyordu.

-Ne oldu Seher, ne diye bağırıyorsun avaz avaz? Ne oldu söylesene..

-Hırsız, hanımım. Hırsız girmiş eve.

-Ne!!

Etrafına bakındı Nuran Hanım, anlamaya çalışıyordu.

-Nereye hırsız girmiş, ne olmuş anlatsana şunu sakince.

Seher, sesi titreyerek söyleyiverdi: - Atölyeye Hanımım, resimleriniz…

Sözünü tamamlamasına fırsat vermeden koşmuştu ikisi de. Tuvaller, boyalar, paletler fırçalar her şey yerli yerindeydi. Ama duvarlar bomboştu. Dolaba koştu hemen Nuran Hanım, kapısının aralık olduğu gözüküyordu, belliydi işte, ama inanmak istemiyordu, bir hamlede açtığı kapakla yıkılması bir oldu. Gözünden bile sakındığı, gitmişti, yok olmuştu. Başı dönmeye başladı, yalpaladı, düştü düşecek derken Azra ve hemen onun ardındaki Seher kollarına girip, tuttular. Seher koşarak bir bardak su ve kolonya getirdi. Azra ile elini yüzünü ovdular, su içirdiler, teselli etmeye çalıştılar ama onların da üzüntüleri yüzlerinden okunuyordu. Yavaş yavaş kaldırıp odasına götürürlerken, Hilmi Efendi iki polis memuru ile içeri girdi, olayı fark eder etmez haber vermişti demek ki. Polis memurları önce Nuran Hanım’ın sonra evdeki herkesin ifadelerini alıp, tutanak tuttu. Şüphe ettiğiniz kimse var mı sorusuna hepsi yok cevabını verdi. Büyük çoğunluk atölyeden ve evin muhtelif kapı ve cam girişlerinden parmak izi alıp, bir gelişme olunca arayacaklarını bildirip gittiler. Polisler çıkarken dışarıda haberi duymuş muhabirler toplanmıştı çoktan. Nuran Hanım konuşacak halde olmadığını söyleyip odasına çıktı. Hilmi Efendi de kapıdakileri kibarca geri çevirdi.

Teyzesi odasına çıkınca Seher de Azra da yanına gittiler, sağlığından şüphe ediyorlardı. Nuran hanım biraz yalnız kalmak istediğini, uyuyup dinleneceğini, merak etmemelerini söyleyerek onları yolladı. Azra odasına geçip de yaşananların bir rüya olmadığını fark edince hemen Ufuk’u aradı, onun desteği hem kendi için hem de teyzesi için çok mühimdi. Kim bilir o da ne kadar şaşıracak ve üzülecekti. Hayret her zman ilk ya da ikinci çalışta açılan telefon yanıt vermiyordu. Uzun süre çaldırmaya devam etti ama yanıt alamadı. Bir an önce geri aramasını umarak beklemeye koyuldu. Seher’in kapıyı tıklasmasıyla gözünü açtı, çalışma masasında uyuyakalmıştı demek ki. Seher, teyzesinin aşağı yemeğe çağırdığını söyledi. Tamam dedikten sonra telefonunu eline aldı saat dört olmuştu, Ufuk’tan arama gelmemişti. Başına bir şey gelmiş olacağından korktu. Tekrar çaldırdı uzun uzun. Yok açmıyordu. Kafasında düşünceler gidip geliyordu ama şuan yapabilecek bir şey yoktu. Üzerini değiştirip aşağı indi, teyzesi masanın başına geçmiş, zoraki olduğu belli bir tebessümle ona bakıyordu. O da aynı şekilde karşlık vermeye çalıştı. Fazla konuşmadan yemeğe başladılar. İkisinin de boğazından bir şey geçmiyordu aslına mam birbirlerine destek olmak için bir iki lokma attılar işte. Sonra salondaki büyük kanepeye geçip yan yana oturdular. Azra Teyzesini teselli etmek istiyor, fakat Ufuk’a olan merak ve korkusu daha bastırıyordu.

- Teyze, Ufuk’a ulaşamıyorum. Olanları anlatmak ve Gelip destek olması için aradım ama cevap vermedi, kaç saat geçti hala geri de dönmedi? biliyorum şu an bunu düşünecek halde değilsin ama ben de ne yapacağımı bilemedim?

- ……….

- Teyze, boşver, söylemedim say, ben ona ulaşırım bir şekilde. Mühim değil şimdi, o kadar şey yaşadın, benim de dediğime bak, sana teselli vereceğime senden yardım bekliyorum nerdeyse.

Azra teyzesinin bu suskunluğunu üzüntüsüne mi verse bilemedi. Ama sanki başka bir şey vardı. Ve teyzesi konuşmaya başladı.

“şimdi sen zannediyorsundur ki, bu zamana kadar emek verdiğim onca resim, eskiz, tablo bunlar çalındı, diye üzgünüm. Sen değil belki de herjes böyle sanıyor ama öyle değil. Evet onlar benim, göz nuru akıttığım, bazen günlerce uğraştığım, beni ben yapan şeyler. Ve evet tabiki onları kaybetmek üzücü ama beni yıkabilecek kadar değil. Kaybettiğime asıl üzüldüğüm benim için çok değerli bir hatıranın gitmesi. Hani şu çok beğendiğin kuş tüyü yaka iğnesi. Şimdi sana onun hikayesini anlatacağım. Senin yaşlarında iken güzel sanatlarda öğrenciydim, hocalarım çok kabilyetli olduğumu söyler, daha o zamanlarda girdiğim yarışmalarda derece alırdım. Geleceğin ünlü bir ressamı olacak derlerdi. Utlu olurdum tabi, ama henüz asıl mutlulla tanışmamıştım. bir gün hocam yanına çağırıp, ünlü bir firmanın takı tasarımları için yarışma düzenlediğini ve benim de çizimlerimle katılmamı istedi. Bende kabul edip çalışmaya başladım, kolye, bilezik, küpe, yüzük, kol düğmeleri, broşlar, yaka iğneleri bir sürü kategori vardı. Ben özellikle çizimimi daha iyi gösterebileceğim broş ve yaka iğneleri eskizleri hazırladım. Hele bir tanesi vardı ki favorimdi, kuştüyünden üzeri nakış ve inci döşeli yaka iğnesi. eskizleri teslim ettikten kısa bir süre sonra hocam yine beni cağırdı ve çalışmalarımn çok beğenildiğini söyledi, benimle tanışıp anlaşma yapmak için birini geleceğini söyledi. Kafetteryada beklerken, takım elbiseli genç bir adamın bana doğru geldiğini gördüm, nedendri bilmem heyecanlandım biraz.

- Nuran aksoy?

- Eveti benim .

- Ben arif. Şahmeran kuyumculuk adına geldim. Çalışmalarınızı oldukça beğendik, ve sizinle anlaşmak istiyoruz.

Böyle başlamıştı tanışmamız, o kafeteryada 3 saat kadar sohbet etmiştik vaktın nasıl geçtiğini farke etmeden. Ayrıldığımızda beni tasarımsaım atölyesine davet etmişti. Birkaç gün sonra oraya gittim, hem çalışmaarı inceledik, hem sohbet ettik. Neler olduğunu anayamıyordum, kalbim yerinden fırlayacak gibi oluyor, heyecandan içim içime sığmıyordu. Aşk buydu galiba. Arifle sık sık görüşüyor, birlikte hem çalışıyor, he eğleniyor hem de saatlerce sohbet ediyorduk. Birlikte bir gelecek kurmaya bile başlamıştık. Çok mutluydum. Yine bir akşam yemek yemek için buluştuk, her şey çok güzeldi her zaman ki gibi. Yemeğin sonuna doğru cebinden bir kese çıkardı, hani şu kuyumculardakinden, bana uzattı. Aldım, açtım. Benim çizdiğim ve zamanında en çok sevdiğim takı olduğunu söylediğim kuştüyü iğneydi içindeki. Kalbime bastırdım Sevincimi ifade etmeye kelime bulmazken, o konuşmaya başladı. Evlilik teklifi ediyordu. Bir rüyadaydım sanki, sevdiğim adamla bir ömrü paylaşmak. Tabi ki evetti, bin kere evet, milyon kere evet. İğneyi elbisemin yakasına taktı. O artık bizim nişanemizdi. Sarıldık, hatta mutluluktan gözümüzden yaş bile geldi. O gecenin ertesinde Durumdan ailelerimizi haberdar edip onaylarını aldık. Nişan merasimimiz yakınlarımızla sade bir şekilde olmuştu. Düğün için okulumu bitirmemi bekleyecektik zaten son senemdi. Arifle tanıştıktan sonra çalışmalarım daha da artıp, güzelleşmeye başladı. Yani hocalarım, arkadaşlarım öyle diyordu. Bense bunu içimdeki aşkın ve sevginin resmime yansıması olarak görüyordum. Ask etrafı da güzelleştiriyordu işte. Son sınıfta olmama rağmen gerek Şahmeran kuyumculuk sebebiyle, gerekse girdiğim diğer yarışmalar sebebiyle adım duyulur olmuştu. Sevdiğim işi yapıyor, başarıdan başarıya koşuyordum, sevdiğim adamla evlilik hazırlıklar yapıyordum. Her şey çok güzeldi, hayat çok güzeldi. Bunun bir sonu olacağını hiç düşünmemiştim. Gelinlik bakmak için sözleştiğimiz bir gündü. Sözleştiğimiz saat hayli ilerlemesine rağmen arif hala gelmemişti. O zamanlar şimdiki gibi cep telefonu yok tabi. En yakın kulübeden atölyeyi aradım. Arif kaza geçirmişti, hastanedeydi. Nasıl gittim bilmiyorum, hastaneye vardığımda araba çarptığını ve durumunun ağır olduğunu söylediler. Yıkılmıştım, yapabildiğim tek şey dua etmekti. Bekleyişlerin en zoruydu, ama ona kavuşacağımı bilsem oracıkta bir ömür beklemeye razıydım..”

Daha fazla tutamamıştı kendini, ağlamaya başladı. Azra da ağlamaya başladı, teyzesinin hikayesinden çok etkilenmişti. Birbirlerine sarılıp kaldılar bir süre. Ağlamaları dinip sakinleşince teyzesi devam etti.

“ondan kalan tek yadigarımdı benim o iğne, her şeyden tüm resimlerden daha kıymetliydi benim için. hırsız ikimizin de sevdiği adamı aldı elinden kızım”

Azra teyzesinin ne demek istediğini anlayamamıştı. Yüzüne bakıyordu şaşkınca. Kendisiyle ne ilgisi vardı şimdi bunun. O sırada seher geldi koşarak, bir yandan elinde kumanda ile televizyonu açmaya çalışıyor, bir tandan da söyleniyordu “ hanımım haberlerde de çıkmış kör olasıca, derken Azra’ ile göz göze gelip sustu ama televizyon açılmıştı bir kere.

“Nuran Aksoy’un resimlerini çalan Ufuk Gündoğdu, Şehir dışına çıkmak üzereyken yakalandı..!”