Tutku

Abdullah Enes

I. Hırsız

“Çook canım sıkılıyor!” diye ansızın bağırdı uzandığı yerden. Bağırmasıyla birlikte aklına Haluk Bilginer’in Konuşma şiirini okuduğu film sahnesi geldi. “Kuş vuralım istersen?” diye gülümseyerek mırıldandı. Telefonunu almak için yatağının başucundaki sehpaya doğru uzandı. Neden sonra vazgeçti o sahneyi bir kez daha izlemekten. Başka bir şeyler yapmalıydı bu karantina günlerinin ruh emici sıradanlığından kurtulmak için. “Hırsızların halinden anlayan yok tabii. Bu Korona en çok bizi vurdu asıl.” diye geçirdi içinden. Ardından bu düşüncesinin saçmalığına gülerek uyumaya koyuldu.

II. Doğum

İstanbul Üniversitesi İşletme mezunuydu Mert. Okulun son senesinde dijital pazarlama işlerine merak salmış, internetten bulduğu birkaç online kurs ile bu alanda kendini geliştirmişti. Kısa sürede oto yıkamacıdan ahşap parke döşemeciliği yapan çeşitli sektörlerden işletmelerin sosyal medya hesaplarından sorumlu olmuştu. Esasında bu alanda çalışmaya yönelmesinin nedeni tutkusunun peşinden daha rahat gidebilecek olması düşüncesiydi ki öyle de olmuştu.

Tutkusunu keşfettiği zamanlar henüz üniversitenin ilk yılıydı. O dönem KYK Kadırga yurdunda kalıyordu. Birgün oda arkadaşlarından biri dolabının kilidini açamadığını söylemişti. Sonra beraber Youtube’tan kilit açma videoları izlemeye başlamışlardı. Çoğu videoda yabancıların Bobby Pin dedikleri tel tokayla açılıyordu kilitler. Tabii o an, gecenin bir vakti erkek öğrenci yurdunda tel toka arayacak halleri yoktu. Mert’in aklına babaannesinin verdiği küçük dikiş kutusu gelmişti. Bir şekilde iğneyle benzer tekniği uygulayabileceğini düşünmüş ve başarmıştı da.

Bu olaydan iki gün sonra kendisinden hiç beklenmeyecek bir şey yapmıştı; bir anlık “acaba tekniğim yine çalışır mı” merakıyla başka bir arkadaşının dolabını habersizce açmış ve o an dolabın üst rafında gördüğü Burçak bisküviyi almak için muazzam bir dürtü oluşmuştu içinde. Ufak bir tereddütten sonra bisküviyi aldığı gibi odasına koşmuştu. Daha önce hiç yaşamadığı türden bir heyecan yaşıyordu. Öyle ki yulaflı bisküviyi hiç sevmediğini sonradan hatırlamıştı.

İlk hırsızlığından sonra “deneme” amacıyla yaptığı benzer ufak çaplı hırsızlıkların sonucunda tutkusunu bulduğuna kanaat getirmişti. Tabii ya bu tutkudan başka bir şey olamazdı. Ne ihtiyaç sahibi bir insandı ne de ihtiyaç duyduğu şeyleri çalıyordu. Ayrıca çaldığı şeyler sahiplerine maddi anlamda yük vermeyecek cinsten şeylerdi. Bazen bir permatik bazen kullanılmış diş macunu bazense bir portakal olabiliyordu çaldığı ürünler. Kurbanlarını seçerken ise bir paket çikolata için ortalığı velveleye verecek kimseler olmamasına dikkat ediyordu. Her operasyonun sonunda bir şekilde yalnız kalıyor, yüzünde sımsıcak bir gülümsemeyle elinde iğnesini çevirip duruyordu.

Üniversite yıllarının sonlarına doğru bu tutkusunu bir üst seviyeye çıkarıp ev hırsızlıklarına başladı. Verdiği keyif kadar bu işin zahmeti de çok fazlaydı. Doğru adresi tespit etmek için haftanın en az iki veya üç gününde saatlerce bilmediği sokaklarda dolaşması, kafe benzeri mekanlarda oturması gerekebiliyordu. İşte kendisine bu çalışma özgürlüğünü vereceğinden ötürü dört elle sarılmıştı dijital pazarlama eğitimlerine. Genelde haftada bir tane eve girip ev sahibinin yokluğunu fark edeceği ancak polise haber vermekten de utanacağı miktarda veya değerde bir şeyler alıp çıkıyordu. Şimdi ilk hırsızlığı üzerinden yıllar geçmiş ancak elinde tuttuğu o ilk bisküvi paketinden aldığı haz sadece artarak tazelenmişti.

III. Ölüm

“Artık buna bir son vermeliyim” diye düşünüyordu duşunu alırken. Pandemi dolayısıyla hemen herkes evindeydi ancak bir şekilde farklı sebeplerle evinde olmayan insanları tespit edebilmeliydi. Hem birilerine yakalanma hem de hastalık kapma ihtimalinden ötürü bugünlerde böyle bir işe kalkışmak çılgınlık gibi geliyordu. Öte yandan haftalardır bir şey çalamamış olmanın verdiği sıkıntı da Mert’i delirtmek üzereydi. “Harekete geçmeliyim.”

Beşiktaş’ta bir ucu Kartal heykeline çıkan sokakların birinde kalıyordu. Operasyonlar için Bayrampaşa, Esenler gibi ilçelerin mahallelerine gidiyordu. Oralarda hem açabileceği kapılar daha fazlaydı hem de güvenlik önlemleri daha az oluyordu. Ayrıca o mahalleler evine ne çok uzak ne de yakın olduğundan kendisini bir şekilde daha güvende hissediyordu. Google Haritalar’ı açarak, her zaman olduğu gibi, gözlem yapabileceği bir sokak aramaya koyuldu. Sosyal mesafeye de dikkat etmek istediğinden mahalle içlerindeki parkları buluyor sonrasında parkın çevresindeki sokakları gezip parkın içinde dikkat çekmeyecek bir yerden keşif yapıp yapamayacağını kestirmeye çalışıyordu. İyice sabırsızlığından olsa gerek fazla incelemeden Esenler Bayrampaşa sınırında küçük bir parkı kendine hedef olarak belirledi.

Bazen toplu taşıma kullanırdı. Yine sosyal mesafeyi de göz önünde bulundurarak bu kez tereddüt etmeden UBER çağırdı. Yolculuk boyunca içi içine sığmamıştı. Arabadan inip parka doğru ellerini ovuşturarak yürüdü. Bu biraz da işin şov kısmıydı. Ancak bu kez şovun ötesinde dehşetli bir özlem duygusu ağır bastığından her anın keyfini çıkarmak istiyordu. Parkı çevreleyen sokaklardaki apartmanlardan birkaçını gözlemleyebileceği bir banka oturdu. Ortadaki üç katlı bir apartmanın tüm katlarında aynı hizada sokağa bakan birer pencerede ışıklar yanıyordu. Tam bu durumu unutmamak için notlarına kaydedeceği anda ışıklardan biri söndü. Bu pek çok şeye işaret edebilirdi ancak o çoktan bütün dikkatini apartmanın dış kapısına vermişti. “Hadi be… Hadii…” Dakikalar içinde üç tane genç erkek apartmandan çıktı. Bunlar az önce ışığı yanan evin tüm ahalisi olabilir miydi? Normal şartlar altında sabırla en az yarım saat kadar beklerdi ancak bu akşam bir kez daha sabırsızlığına yenik düştü ve hızla o evin başka bir ışığının yanıp yanmadığını anlamak için apartmanın diğer tarafını görmeye gitti. Bu akşam her şey rast gidiyordu, evet, evin bütün ışıkları sönmüş haldeydi. Akşamın bu saatlerinde üç gencin çıktığı ev tabii ki bir bekar evi olmalı ve evde kimse kalmamış olmalıydı. Hızla harekete koyuldu. Bir ritüel olarak küçük ekipman çantasını açıp tutkusuna başladığı iğnesini öptü. Derin bir nefes aldı. Hayır, gülümsemesine engel olamıyordu.

Evin içine girer girmez ne kadar haklı olduğunu anladı. Ev buram buram bekarlık kokuyordu. Fazla oyalanmadan birkaç ufak şey alıp çıkmayı düşündü. Gözüne orta sehpada duran iPhone şarj aleti çarptı. Samsung kullanıyordu. Mutfağa geçti. Buzdolabını görür görmez aklına bu akşam hiçbir şey yemediği gerçeği geldi. Açlık birden bastırmıştı. Mutfakta dolaşırken fırının içinde yarım kalmış kek gözüne ilişti. Tek oturuşta hepsini imha edebilir ve ortadan kaybolan yarım kek için ev ahalisi ancak birbirini suçlardı. Fırından keki çıkardığı gibi iştahla bir ısırık aldı. Sonra bir ısırık daha.

Gözlerini açmaya çalışırken göz kapaklarının her bir hareketi başındaki korkunç ağrıyı daha da şiddetlendiriyordu. Ancak bilinci yerine geldiğinden derhal gözlerini açması gerektiğinin de farkındaydı. Karşısında oturan üç kişiyi görünce baş ağrısını unutup irkilerek oturduğu yerde kendini düzeltti. O an zihninde onlarca duygu çarpışıyordu. Henüz tek kelime edemeden sağdaki söz aldı: “Bak kardeş, lafı da mevzuyu da uzatmaya hiç niyetimiz yok. Belli ki bir yanlış yapıp bizim eve girmişsin. Amacın neydi pek anlayamadık ama anlaşılan afyonlu kekimiz sana ağır gelmiş.” Burada duraksayıp bir tövbe estağfurullah çekti başını sallayarak. “Mevzuyu büyütmek istemiyoruz, ne senin ne bizim başımız ağrısın. Bak iyi dinle diye tane tane konuşuyorum. Küfür etmemeye çalışıyorum yoksa senin ben feriştahı...” Ortada oturan hafifçe arkadaşının dizine vurarak onu sakinleştirdi. Söz sırası ondaydı: “Haydi aslanım, kendine geldiysen uza. Bir daha da sakın karşımıza çıkma.” Mert titreyerek güç bela kalktı ayağa. Kafasıyla birkaç kez anladığını ve hürmet ettiğini belirtecek şekilde selam verdi. Hızla kendini dışarı attı. Birkaç saniye sokağın ortasında kendine gelmeye çalıştı. Dizleri tutmuyordu. Ağlamaya başladı. Kustu. Hıçkırıklarına hakim olamıyordu. Koştu. Bilmediği sokaklarda gecenin bir vakti koşuyor kendisine bildiği bütün küfürleri ediyor, tutkusuna lanetler getiriyordu.