Tiryaki

Hacer Ulusoy

Korkunç bir rüyadan nefes nefese uyandı hala yaşadığını anladığında. Ölmediğine üzülmüştü, çabuk pes eden bir yapısı vardı çünkü. Başını terk edilmiş bu inşaatın 8. Katından aşağı sarkıttı. Sabah saatleri olmalıydı, , insanlar bu işlek caddeden koşar adım ilerliyor ve bir gördüğünü bir daha görmüyordu Adem. İçi bulanmaya başladı. Midesi o kadar boştu ki sadece ağzına tiksinç bir tat ve akabinde gözünün önüne dönen bir İstanbul seması ve haşhaş tarlaları geldi.

Adem Ege’liydi. Doğup büyüdüğü Afyonkarahisar’da, en güzel yıllarını yani çocukluğunu geçirmişti 90’lı yıllarda. Çiftçi anne ve babasından dolayı baharları şehirden uzak yerlerde haşhaş tarlalarında koşa oynaya geçirirdi. Köylünün tek emeli haşhaşları çizmeden Toprak Mahsülleri’ne teslim etmekti yoksa kışı çıkaramazlardı o yıl. Haşhaş çizmek, porselen takımı çizmeye benzemezdi, affı yoktu. Adem’in kardeşi henüz bebekken, ağladığında annesi ağzına birazcık haşhaş sürmüş ,üzerine sihirli bir değnek dokunmuş gibi susuvermişti minik Ahmet. Buna şahitlik eden Adem haşhaşlarla düşman olmayı değil dost olmayı seçmiş ve onları asla merak edip çizmemiş, canlarını yakmamıştı. Canını yakmadığı bu canlının, onun canını yakacağını tahmin bile edemezdi.

Ambulans sesleriyle daldığı küçük düşten uyandı Adem. Caddede yoğun siren ve ambulans seslerini duyuyor ancak hareket edemiyordu. Adem afyon tiryakilerinden sadece biri, yani madde bağımlısıydı. Üniversite ihtisasını tamamlamaya geldiği İstanbul, henüz iyiyi kötüyü ayırt edemeyen, gördüğü en büyük problemin elektrik kesintisi olan birisi için çok sahtekardı. Çok ikiyüzlüydü bir şehir. Köyünde bildiği 3 kuşak dostlukları, İstanbul’da iki gün sürmüyordu. Öyle ki yanlış arkadaşlar edinmişti Adem farketmeden. Kol ve bacak damarları boyunca iğne izleri vardı. Duyduğu sesler birbirine giriyordu ‘’sedye getirin, şüpheli, narkotik şube kan basıncı kalp atışları’’.. Başına toplanan insanları seçemiyordu sadece can çekiştiğini biliyordu. Yine onu kurtaracaklar diye, ihbar eden kişiye karşı adeta nefret duyduğunu biliyordu sadece. Adem uzun zamandır aranan bir torbacıdan mal alabilmek için, hırsızlık yapmıştı. Babası yaşındaki bir kadının emekli maaşını çalmıştı. Oysaki emek hırsızlığının en kötü hırsızlık olduğunu öğretmişti babası ona. Ne yapabilirdi ki? Gasp edilmiş iradesine, aklına söz geçirememişti Adem. Yaşlı bir kadının torununa oyuncak alma umudunu, kendi anne babasının hayallerini çalmıştı aslında.

Kollarına bir şeyler bağlamaya çalışan tıp teknisyenlerine yarım ağızla polisi çağırın diye seslendi son hecesini çıkarmakta zorlandığı cümlesinde. Saniyeler içinde ‘’Sizi dinliyorum’’ dedi telaşlı ve bir o kadar da meraklı ses. Uzun zamandır aranan uyuşturucu şebekesinin adresini vermek için kullandı son nefesini Adem. Geride bir kargaşa bıraktı ve yumdu göz kapaklarını Adem. Sonsuz yolculuğuna çıktı haşhaş tarlarından geçerek, delik deşik hissederek kendini ve bir türlü dikiş tutmayan ruhunu..