“Ağabey, senin için sorun olmazsa şu kızcağızı da alıverem mi, şehre gidecek belli ki?” demesiyle daldığım boşluktan irkiliyorum. Memnuniyetsiz bir ifadeyle ileride taksiye el eden kadına bakıyorum. Sağanak yağmurun verdiği vicdan yüküyle “Al bakalım.” diyorum. Arabayı ıslak zeminde hafif kaydırarak durduruyor. Kadın, karşımdaki kapıyı bir kağnı yavaşlığında açıyor.
Kadın, kelimeleri şekere koşan karıncalar gibi hızlı sıralıyor: Şoförün tahmin ettiği gibi şehre gidiyormuşmuş, birkaç gündür şehirdeki otelde konaklıyormuşmuş, Antik Kenti ziyaret etmeye gelmişmiş, şansına yağmur bastırıp da durmayacak gibi olunca dönmeye karar vermişmiş, aslında İstanbul’da yaşıyormuşmuş. Şoför de bu konuşma ritmine ayak uyduruyor, bense telefonuma bakmaya devam ediyorum. Şoför, boşboğazlık edip “Ağabey de İstanbulluymuş.” deyince benden bahsedildiği için mecbur hissedip kafamı çeviriyorum. Hali hazırda bana bakmakta olan acı kahve rengindeki gözlerle karşılaşıyorum. Sonra da dağınık saçları, koyu yeşil bandanası, ıslanmış kıyafetleri ve elinde duran tuhaf bitkiyle… Yüzündeki ifadeden beni kaba bulduğunu anlıyorum. “Kusura bakmayın, bayi toplantısına gidiyorum da birkaç belge inceliyordum.” diye açıklıyorum kabalığımın sebebini. Aldırmadan kocaman bir alaycı gülümseme yerleştiriyor yüzüne. Suç işlemiş çocuklar gibi hissediyorum. Kendimi affettirmek için “Bu bitkinin türü ne acaba?” diyorum ilgileniyor gibi görünerek. “Afyon” diyor göz teması kurmadan. İlk defa afyon bitkisi görüyorum.
Bu defa şoför söze giriyor, yolda benim gelincik tarlaları zannettiğim tarlaların afyon tarlası olduğundan bahsediyor. Sözü bitince kadına dönüyorum.
- Siz nereden aldınız bunu?
-Yürürken görüp tarladan kopardım.
İçimi istemsiz bir tartışma isteği bürüyor:
-Çaldınız yani? Hırsız mısınız?
Kışkırtma isteğimi umursamıyor.
-Küçük bir hatıra edindim. Bir Hint felsefesinin dediğine göre dönmek istediğimiz bir an varsa mutlaka o ana dair bir hatıra edinmeliyiz. Bunu yaparsak oraya mutlaka geri döneriz. Ama sonrasında karmaya teşekkür etmeyi unutmamamız gerekir.
-”Karma”ya teşekkür etmek mi? O nasıl olacak?
-Dönme fırsatımız olduğunda aldığımız hatıradan daha güzel bir hediye getirip bırakmamız lazım.
Bunlara inanan insanlar olmasını tuhaf karşılasam da masum bir totemi eleştirecek kadar heves kırıcı olmamayı seçiyorum. Elini uzatıyor. “Buket ben.” Tanışıyoruz. Şoför bir daha lafa karışmamak üzere susuyor. Buket ben sormadan bir türlü bitmeyen okulundan, ailesinin pek kafa dengi olmadığından, geçtiğimiz yaz da Ege’ye geldiğinden, karmadan, doğal taşlardan, devamlı gittiği yoga atölyesinden bahsediyor. Cümlelerinin arasında dudağını kıvırışı hoşuma gidiyor. Anlattıkları pek ilgi alanım olmasa da dinliyorum, hatta daha da çok konuşsun istiyorum, o yüzden ben sormaya başlıyorum.
O sorunca ben de anlatıyorum: Bayii denetimcisi olduğumu, babamın beklenmeyen vefatını, annemin Üsküdar’da oturduğunu. Yol geçiyor, yol bitiyor: bitmesin istiyorum.
Bayinin önünde durunca o da benimle iniyor. “Otel yakın yürürüm buradan.” diyor. Elini çantasına atmasına izin vermeden taksinin ücretini ödüyorum. “Çok teşekkür ederim” deyip minnetle boynuma sarılıyor. “Tanıştığıma çok memnun oldum, Erhan.” diye ekliyor. Ayaklarım bir süreliğine yerden kesilse de el sallayarak gözden kayboluşunu izlerken tekrar yere değiyorum. Toplantıya geç kalmamak için bayinin kapısına yöneliyorum. Kravatımı düzeltip elimi cebime indirirken her zaman işaret parmağıma takılan bir şeyin yerinde olmadığını fark ediyorum.
Kıravat iğnemi çalan hırsıza hiç kızmıyorum, aksine kendimi “karma”nın kollarına bırakıyorum.
-eylül