Coşgun köye kısık gözlerle baktı.Kesinlikle değiştirecekti bu hayatı burdan gidecekti,yıllar sonra aslında oradan hiç gitmediğini gidemediğini emekli olur olmaz babamın ocağunı yeniden tüttüreceğinim diye geri döndüğünde anlayacaktı.
Çok neşeli ,keyifli bir gençti Coşgun.Köyde herkesin sevdiği bir kişiydi.Babasının tek oğluydu aslında ama çocukluğunu yaşamasına izin verilmemişti.Babası 16 yaşında abisinin dul eşiyle evlenmek zorunda bırakılmış ve abisinden kalan 4 çocuğa bakması gerekmişti.Annesi,abisinden kalan 4 çocuğa gerektiğinden fazla bağlı zaten zorla yaptığı evlilikten olan Çoşgun’a ve ondan sonra doğan erkek kardeşine sevgi besleyemeyecek kadar kırgın bir kadındı.Bütün bu karmaşanın içinde kendine göre bir hayata tutunma şekli belirlemişti Çoşgun.Dilinde türkü koşturur dururdu göze girmenin bir yolunu bulmak için çaba gösterirdi.Sonra aşık oldu.
Bir gün abisinin eşinin köyüne gittiğinde,evin avlusunda onun,kısa ömrü boyunca Ayşem dediği ürkek yeşil gözlü kızın,geçtiğini gördü.Hiç düşünmeden açtı konuyu büyüklere. ,‘evlenmek istiyorum’ dedi.Yengesinin yeğeniydi zaten ve zorluk çekmeden evlendiler.Çok seviyorlardı birbirlerini,çok mutluydular.Tek eksiklikleri bir çocukları yoktu,olmamıştı.Bu da annesini huzursuz ediyor; kendi mutluluğu yarım kalmış annesi,onların huzurunu kıskanıyordu.Evliliklerinin 2. senesinin sonunda eşinin,Ayşenin,göz göre göre canını sıkmaya başladıklarını gördükçe kararını verdi;şehre gidecek,sınava girecek ve memur olacaktı.Gizlice girdiği sınavdan başarılı olmuştu Çoşgun ve postacı olarak göreve başlama haberini almıştı.Hiç kimselere söylemeden bekledi müjdeli haberi ve haber sonunda geldi.Afyon’a atanmış ve 15 gün içinde göreve başlaması gerekiyordu.Hemen verdi müjdeyi.Ama hem annesi hem de babası kesinlikle karısını götürmesine izin vermeyeceklerini isterse tek başına gidebileceğini söylediler.Annesi’ çocuğu da yok zaten bu kadın seni oralarada rezil eder,aldatır’ diyordu.
Karar vermişti kendi gidecek anne ve babasını inandıramazsa da müdürünü bir şekilde tayinini Yozgata çıkartmaya ikna edecekti.
Ayşenin yeşil gözlerini,yıllar sonra ilk arabasını da sırf bu gözlere öykünerek yeşil almıştı;Allahım beni bu iki yeşilden ayırma diye dualar ederdi,arkasında bırakarak gitti.Her hafta mektuplar alıyordu.Ayşesi çok ağlıyordu.Huzur vermiyorlardı Ayşeye. Çoşgun çok çaresizdi ama elinden de bir şey gelmiyordu.Bir türlü fırsat bulup müdürle konuşamamıştı.
Bir senenin sonunda Ayşe’nin köydekilere gizli gizli yazdırdığı mektuplardaki yakınmalarına,ağlamalarına,sitemlerini dayanamayınca bir gece gizlice Ayşenin yanına gitti, hırsız gibi sızdı odaya.Ayşe’nin göz yaşları sel olmuştu bir anda. Tamam,dedi ‘Gidiyoruz hazırlan’.Babası set oldu önünde.Gidersen hakkımı helal etmem demesine rağmen tek bir iğne dahi almadan Ayşesinin elinden tuttu ve gitti…
O kendi olmak zorundaydı babası gibi başkasının hayatını yaşamayacak kendi ailesini kendi yuvasını kuracaktı.Gitti,kaderinin arkasından geldiğini bilmeden.Babası ölecek ondan kalan mirası yokluğunda paylaşan kardeşlerinin yalnız kalan annesine bakmaması,ortada bırakmasının üzerine hızla tekrar köye dönecek ve ömrünün sonuna kadar kardeşlerinin ve annesinin arasında kıymeti bilinmeyen evlat olarak kalacaktı ama çocuklarının kralı olacaktı.
Ölümünden 20 gün önce beni ilk görev yerim Denizliye bırakıp giderken ‘Kusura bakma,size yeteri kadar bir şey yapamadım’ dediğinde,ona gözüm yaşlı söylediğim gibi O kraldı,babaların kralıydı.O babamdı.